Abone Ol

Muhafazakarlığın Anatomisi

Muhafazakarlığın Anatomisi
Muhafazakârlık tanımlarının ana ekseni değişim üzerinden yapılır. Değişime karşı ortaya çıkan bir tepki veya değişimin hızına karşı takınılan tutumu ifade eder. Mevcut yapının korunması üzerine kurulmuş bir ideolojidir. Muhafazakârlık kavramsal olarak batının gelişim süreci içerisinde doğmuş modern bir kavramdır. Fakat muhafazakârlığın bir hayat biçimi, bir düşünce yapısı olarak kabul görmesini insanlık tarihiyle eşitleyebiliriz. Bu yazının istikameti, çıkışı modern döneme isabet eden muhafazakârlığın kavramsal olarak incelenmesi değildir. Bu yazıda anlatmaya çalışacağımız husus, muhafazakârlığın tarihsel tecrübeden yola çıkarak zihinsel arka planını incelemektir.

İnsanın ilk yaratılış hikâyesi herkesin malumudur. İblis’in Hz Adem’e olan tutumu ve yaklaşımı hayatta karşılaştığımız bazı özellikleri anlamaya dair önemli ipuçları vermektedir. Muhafazakârlığın kökenini de burada aramak gerekir. Bunun için ilk muhafazakâr tutuma sahip varlığın İblis olduğunu söyleyebiliriz. Hz Adem’in yaratılmasıyla birlikte Allah’ın insana secde edilmesi emrini verdiğinde İblis bu emre karşı durdu. Çünkü mevcut durumda İblis önemli bir konuma sahipti. Fakat insana secde etmesi demek, bu konumundan vazgeçmesi demekti. İblis insanın yaratılmasıyla ortaya çıkan değişime karşı durmayı tercih etti. İşte İblis’in bu tutumu muhafazakâr bir eylem olarak yerini almış oldu.

İblis’le başlayan bu tutum insanlık tarihiyle devam etmiştir. Tarihi seyre baktığımızda hak batıl mücadelesinin bu istikamette yürüdüğünü görüyoruz. İnsanlık tarihi, tevhit ve adalet ekseninden uzak mevcut düzeni değiştirmek isteyen peygamberler ve öncü şahsiyetlerle bu düzeni korumaya yönelik muhafazakârların mücadelesine sahip olmuştur. Hz İbrahim’in ateşe atılmasının, Hz Musa’nın Mısır’dan kovulmasının, Hz İsa’nın çarmığa gerilmesinin en önemli gerekçesi kavimlerinin muhafazakâr tutumlarıdır.

Diğer peygamberler gibi Efendimizin’in de Mekke’den hicret etmek zorunda kalmasını muhafazakârlığa bağlamamız gerekiyor. Efendimiz’in “kalk ve uyar” ayetine muhatap olmasıyla birlikte Mekkeli müşrikler çeşitli yöntemlerle bu tebliğe karşı çıktılar. Efendimizin risaletinin ilk zamanlarında müşrikler, putlarına dair bir şey söylenmediği için bu çağrıyı önemsemediler. Onun için onu ve ona gönül verenleri alaya almakla yetindiler. Fakat ilerleyen zamanlarda tevhit ve adalet vurgusu müşriklerin Müslümanlara olan yaklaşımını da değiştirmiştir. Çünkü artık düzenlerine yönelik eleştiriler gelmeye başlamıştır. Baktığımız zaman Efendimize yönelik eleştirilerin en başında düzenlerinin bozulmasıydı. Bu yüzden Efendimize yapmış oldukları anlaşma teklifinde “putlarımıza dokunma, bu davadan vazgeç, düzenimizi bozma” talebi vardı. Putlar nüfuzlu Kureyşliler için düzenin korunması anlamına gelirken diğer Araplar için kutsalın korunması anlamına geliyordu.

Cahiliye Muhafazakârlığı

Efendimiz’in bir elime ayı bir elime güneşi verseniz bu davadan vazgeçmem diyerek risaletine devam etmesinden sonra karşı çıkışın şiddeti de artmıştır. Bu derece karşı çıkışın sebebi Efendimiz’in tevhit ve adalet vurgusuydu. Çünkü tevhit ve adalet vurgusunun mevcut kurulu cahiliye düzenine karşı itirazı vardı.  İşte bu dönemde müşriklerde görülen muhafazakâr tutumunu üç başlık altında değerlendirebiliriz. Kültürel muhafazakârlık, sosyal muhafazakârlık ve siyasî-iktisadî muhafazakârlık.    

Kültürel muhafazakârlık dediğimiz mevzu müşriklerin “atalarımızın dini” vurgusunda ortaya çıkmaktadır. Mevcut inanç biçiminden vazgeçemeyişin bir göstergesidir. Aslında burada gündemde olan atalarımızın dini vurgusu insanın sorgulayıcı yanının engellenerek mevcut düzenin arızalarını gizlemek içindir. Aslında bir bakıma dinin afyonlaştırılmasıdır. Kureyş’in oligarşik düzeninden beslenenlerin dışında kalan ortalama halklar nezdinde Efendimiz’in ortaya koyduğu tevhit ve adalet çağrısı mutlaka bir akis bulmalıydı. Toplumun yükünü omuzlarında taşıyan bu kesimin bu çağrıya kulak tıkamasının ana sebebi kültürel anlamdaki muhafazakârlık tutumlarıdır. Atalar dininin kutsanmasından mevcut düzene itiraz edemedikleri gibi bu kutlu çağrıya da karşı durmayı tercih etmişleridir.   

Sosyal muhafazakârlık, sınıf ayrımı ve hiyerarşinin devamı için müşriklerin dinin sosyal adalet söylemine karşı takındığı bir tavırdır. Köle ile efendisine aynı insanî yaklaşımı göstermesi cahiliye toplumu için kazanılmış imtiyazın kaybedilmesi olacaktı. Adaleti değil gücü esas alan bir muhafazakârlık tipiyle karşı karşıyayız. Sosyal muhafazakârlık, sınıf ayrımına karşı çıkan, hiyerarşiyi reddeden dine karşı sergilenmiş bir duruştur. O yüzden en büyük tepkiyi toplum içerisinde kendilerine imtiyaz alanı oluşturmuş Kureyş’in önde gelenleri göstermiştir.  

Siyasal-İktisadi muhafazakârlık, putların sorgulanmasıyla birlikte Mekke’nin ticari ve siyasi merkez olarak konumunu kaybetme endişesinden kaynaklı sergilenen bir tutumdur. Çünkü Arap kabileleri arasında putların burada olmasından dolayı Kureyş’in iktisadi ve siyasi bir önemi vardı. Kâbe’nin Mekke’de olması ve hac mevsiminde Kureyş’in ev sahipliği yapmasından dolayı Araplar içerisinde siyaseten imtiyazlıydılar. Hem bu imtiyaz hem de Mekke’nin hac merkezi olmasından kaynaklı olarak ticarette de önemli bir paya sahiptiler. İşte Kureyşliler putların sorgulanmasıyla birlikte bu siyasi ve iktisadi imtiyazlarını kaybetmekten korktukları için şiddetle bu tebliğe karşı durmuşlardır.

Gücün Muhafazakârlığı

Tarihi gelişmelere baktığımızda değişim ve muhafazakârlık ilişkisi hep bu seyirde izlemiştir. Batıda ortaya çıkan muhafazakârlık ideolojisinin zihinsel arka planında da bu tarihi seyir yatmaktadır. Çünkü muhafazakârlık batıdaki büyük değişim dalgasının karşısında mevcudu koruma adına ortaya konulan bir tutumdur. Modernizmle birlikte her şeyin alt üst olduğu batıda, muhafazakârlık değişimin ortaya çıkardığı tahribatı en aza indirmeyi amaçlamıştır. Sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte toplumsal yapının değişmesi, toplumsal ilişkilerinin bozulması gibi etkenler muhafazakâr tutumu belirlemiştir.

Diğer toplumlarda da muhafazakârlık, mevcudun korunması kaygısıyla değişime karşı bir tepki olarak hep var olmuştur. Özellikle kadim bir geleneğe sahip toplumlarda muhafazakâr refleksler daha güçlüdür. Ülkemizdeki muhafazakârlık tartışmalarının ana ekseni bu zihinsel arka planın bir neticesidir. Buradaki muhafazakârlık, gücü eline geçirenlerin mevcut düzenden kaynaklı bu gücü kaybetmeme adına mevcut düzeni sahiplenmesiyle alakalıdır.

Muhafazakârlığın günümüzdeki temel dayanakları aslında cahiliye muhafazakârlığının temel argümanlarından farklı değildir. Kazanımları kaybetme endişesi hem seküler camia için hem de İslamcı camia için temel belirleyici unsurdur. Devrimci bir karakterle ortaya çıkan resmi ideoloji muhafazakârlaşırken, İslamcılık değişimle yola çıkmaya başlamıştır. İslamcı kaynaklardan beslenen camia, gücü eline geçirdikten sonra ise mevcut resmi ideolojiyi şekilsel rötuşlarla muhafaza etme gayretine girmiştir.     

Burada muhafazakârlığı olumlu ya da olumsuz kılan husus değişimin ve korunan değerin mahiyetiyle ilgilidir. Kaynağı ilahi olmayan değişim taleplerinin toplumda büyük arızalar ortaya çıkardığını batı kaynaklı değişimde görebiliyoruz. Tarihi birikime sahip çıkmak önemlidir.  Bu birikimin ortaya çıkardığı durumun insanlığa sunduğu olumlu katkıları muhafazakâr tutumu değerli kılar. Yoksa insanlığın geneline değil de, bir zümrenin faydasına olan bir birikimin korunmasına olumlu yaklaşmak mümkün değildir.

    

YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN