Abone Ol

Değişen Dünyanın İstikameti

Değişen Dünyanın İstikameti

Çin’in Wuhan kentinde başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan virüs salgını yaklaşık beş aydır devam ediyor. Bu sürecin ne kadar süreceğine dair şimdilik bir öngörüsü olan yok. Tüm dünyada kurulu düzen ritmini kaybetmiş durumda. Her yerde ve herkes için bir belirsizlik ve düzensizlik hâkim. Yaşadığımız süreç bir kaosun göstergesi. Çünkü kaos, kelime anlamı itibariyle karmaşa veya bozukluk hali ya da düzen eksikliği demektir.

Yaşadıklarımızı kaos olarak adlandırıyorsak bundan sonraki durumu konuşabilmek için kaostan kaynaklanan düzen teorisi üzerine konuşmakta fayda var. Çünkü bu teorinin temel mantığı her düzenin kaostan geldiği yönündedir. Irkçı emperyalizmin emellerine ulaşmak için bugüne kadar uyguladığı yöntem kaostan düzen inşa etmekti. Baktığımız zaman mevcut düzeni kurgulayanlar 1. ve 2. Dünya Savaşlarıyla kaos oluşturmuşlar ve akabinde yeni bir düzen tesis etmişlerdi. Günümüzde yine ülkeler ve bölgeler temelinde yeni bir düzen kurmak için çatışmalar üretilerek kaos ortamın oluşması sağlanıyor.

Peki, bu yaşadıklarımız bir kurgudan mı ibaret?

Şu durumda bunu bilmenin imkânı pek gözükmüyor. Aslında bunun bir kurgu olup olmaması bizim açımızdan sonuca pek etki etmiyor. Yaşanan bir süreç var ve bu sürecin sonucunda bazı şeylerin değişeceği yönünde genel bir kanı var. Bizim için önemli olan bu değişimin ne yönde ilerleyeceği ve bizim bu değişime etkimizin ne olacağıdır? Yaşanan durumun etkilediği üç alan gözüküyor. Bunlardan birisi küresel dolaşım, birisi ulus devlet ve yönetimi, diğeri ise sosyal yaşam ve konfor alanıdır.

Küresel dolaşımın hareketliliği bu salgının yayılmasının en büyük etkenlerindendir. Ülkelerden ülkelere taşınmasının temel nedeni dünyanın lojistik ve ticarî anlamda küreselleşmiş olmasıdır. Bu yüzden ülkelerin aldığı ilk önlem insan dolaşımının engellenmesine dönüktür. Bu durum bize göstermektedir ki yaşanan süreç ileriki zamanlarda insanları mekânlarına daha sabit kılarak düzeni tesis edecekler için istenilmeyen hareketlilik engellenebilir. Bu şekilde insan dolaşımının yavaşlamasının, küresel hareketliliği yoksul halklar aleyhine etkileyeceği muhakkaktır.   

Emtia dolaşımının bu süreçte olumsuz bir şekilde etkilendiğini görebiliyoruz. Bu durum uluslararası ticareti büyük oranda yavaşlatmıştır. Ama ileriye dönük olarak insan dolaşımındaki bir yavaşlamayı burada görmeyebiliriz.  Çünkü günümüzde farklı bölgelerde yaşayan insanların birbirlerinin üretimine ihtiyacı var. Günümüz tüketim alışkanlıkları ve teknolojik kullanım açısından hiçbir ülke kendine yetebilecek bir güce ve imkâna sahip değil. Bu nedenle küresel dolaşım bu süreçten etkilenecekse insan dolaşımı ticarî dolaşıma göre daha fazla etkilenecektir.

Bu sürecin etkisinin sadece küresel ölçekte kalmayacağı muhakkak. Mevcut devlet yapısı ve yönetim tarzları da bu süreçten önemli ölçüde etkilenecektir. Genelde iddia edilen, ulus devletin bu süreçten güçlenerek çıkacağıdır. Ama bu varsayım çok da isabetli değil gibi. Çünkü ulus devletin temel dayanağı sınırları içerisindeki gücünde yatar. Bu süreçte baktığımızda ne ulus devletin sahip olduğu sınırlar ne de gücü virüsün gelişini ve yayılışını engelleyememiştir. Bu durum ulus devletin varlık amacına vurulmuş bir darbedir.     

Özellikle Batı’da fert hürriyetinin öncelendiği bir yönetim anlayışının bu sürecin sonunda devam etmesi zor gibi. İstikamet bu noktada otoriter anlayışa doğru kaymaktadır. Çünkü güvenlik ihtiyacı özgürlüğün önüne geçmiş bulunuyor. İnsanların kendi özgürlüğünün dahi devlet tarafından engellenmesini talep etmesi bu sürecin varacağı yeri az çok göstermektedir. Neticede fert-devlet ikileminde ibrenin devlet lehine kaydığını söyleyebiliriz. İbre devlet tarafında derken bunu ulus devlet olarak anlamamalıyız. Küresel anlamda oluşacak güvenlik tabanlı bir yapılanmanın da olma ihtimali her zaman vardır. Buna kısaca güvenliği sağlama imkânına sahip yerel ya da küresel otoriter yönetim anlayışı diyebiliriz. 

Bu süreç iktisadî/siyasî anlamda küresel ve yerel aktörleri etkilediği kadar insanların sosyal yaşam alanını da etkilemiştir. İnsanların günümüz tüketim alışkanlıklarıyla oluşturduğu konforlu yaşam biçimi büyük oranda tahrip olmuştur. Sanal olarak olayların sıcaklığı ile kaybolan zihnî konfor sürecin sonunda yeniden yerini alabilir. Ama baktığımızda maddî bir geri dönüşü isteyen konfor alanının tekrar yakalanması oldukça zordur. Bu durum hem refah seviyesiyle alakalı hem de sosyal mesafe vurgusunun oluşturduğu alışkanlıklarla alakalıdır.

Gördüğümüz gibi gelecek için birçok şey söylenebilir ama bu söylenenlerde bizim özne olamayacağımız kesin gibi görünüyor. Çünkü bugünü kuran irade biz değiliz ve yarını kurma adına gayretli de değiliz. Virüsün başlattığı değişim sürecine müdahil olabilecek irade ve içeriğe sahip olmadığımız için geleceğin istikametini belirleme şansı da elimizden kaçmaktadır.

YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN