Abone Ol

Milliyetçiliğin Yeni Yüzü: Vatancılık

Milliyetçiliğin Yeni Yüzü: Vatancılık
Muhammet ESİROĞLU

Yazıda milliyetçilik kavramını “millet” kavramının asli kullanımıyla değil, Batı’dan alınan “nation” kavramının karşılığı olan anlamıyla kullandığımızı belirtmekte fayda var. Çünkü konunun anlaşılabilmesi için kullanılan kavramların bilinen anlamının tercih edilmesi bazen zorunluluk arz edebiliyor. Bundan dolayı yazının devamında milliyetçilik kavramının kavmiyetçilik ve ulusçuluk şeklinde anlaşılması isabetli olacaktır.  

Milliyetçiliğin temeli insanın köken üzerinde tasarrufta bulunma arzusundan doğmaktadır. Buna dair ilk uygulamayı Hz Âdem’in yaratılma sürecinde İblis’in tutumunda görüyoruz. Allah, Hz Âdem’e secde edilmesini istediğinde buna karşı duran sadece İblis olmuştur. İblis’in itirazının merkezinde kökeniyle ilgili tasarrufu bulunmaktadır. İblis itirazında kendisinin ateşten, Hz Âdem’in topraktan yaratıldığını, ateşin toprağa göre daha üstün olduğunu ve o yüzden kendisinin Hz Âdem’e secde etmemesi gerektiğini ifade etmiştir. İtirazın merkezini oluşturan ateşin toprağa üstünlüğü iddiası da yine İblis’in kendinden kaynaklanmaktadır. Yoksa böyle bir hakikatin varlığı söz konusu değildir. İblis, kendi kökenine olmayan bir üstünlük atfedip bunun üzerinden tasarrufta bulunmuştur.

Buradan hareketle milliyetçiliği besleyen iki algılayış var. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi birisi kökene yapılan atıf ve kökenin önemsenmesi. İkincisi ise kökenine yüklenen üstünlük değeridir. Birinci durumda kişinin kökeniyle ilgili iradesi söz konusu olamadığı halde kökeninden kendisine pay çıkarması normal bir durum değildir. Bu algılayışın temel sebebi ancak kişinin kendisini konumlandıracağı bir kimliğin olmamasıyla açıklanabilir. İkincisinde ise kökene üstünlük yüklenmesi sünnetullaha aykırı bir durumdur. Bu durumun açıklaması ancak böyle bir algının kurgudan ibaret olmasıyla mümkündür.  

Milliyetçiliğin atıf yaptığı algılayış biçimlerine değindikten sonra asıl üzerinde durmamız gereken husus, ülkemizde seyreden etnik merkezli söylemin farklı fikrî mecralardaki görünümüdür. Milliyetçiliğin farklı kavramlar üzerinde hayat bulmasını üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi ulus devlet iddiasıyla yola çıkan Cumhuriyetin de kurucu iradesini yansıttığı ulusalcılıktır. İkincisi ise muhafazakâr kitlenin etnik kimliği önemsemesiyle ortaya çıkan mukaddesatçı milliyetçiliktir. Üçüncüsü ise ümmetçi bir söylemden gelen İslamcılığın ulus devleti ve ulusal sınırları kutsamasıyla oluşan vatancılıktır.         

Ulusalcılık imparatorlukların parçalanıp ulus devlet olarak örgütlenmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkmış etkin bir görüştür. Ülkemizin özelinde değerlendirdiğimizde ulusalcılık,  Osmanlı’nın son dönemindeki kurtuluş ideolojilerinden Osmanlıcılık ve İslamcılığın tasfiye olmasıyla birlikte Cumhuriyetin kurtuluş ideolojine dönüşen Türkçülük ve Batıcılığın fikri zemininde yer edinmiştir. Türkiye Devleti, Türk ulusunun merkeziliğinde ve yüzü Batı’ya dönük bir şekilde inşa edilmiştir. Bir etnik kimliğin merkeze alınması ve kurgulanmasıyla milliyetçilik fikri doğmuştur. Bu milliyetçi fikir, Türk ulusunun muasır uygarlığın fevkine yükselmesi ülküsüne dayanıyordu. Bunun için yakın geçmişle (İslam’dan sonrası) bağını koparırken uzak geçmişle (İslam’dan önce) bağını yeniden kurmayı amaçlamıştır. Halktan kopuk bir temele dayanan bu fikriyat netice de geniş halk kitlelerine nüfuz edemedi.

Mukaddesatçı milliyetçilik ulusalcılığın aksine halkın içinde yuvalanan bir milliyetçilik türüdür. Ulusalcı anlayışın tepeden inmeci dönüşüm çabalarına karşın mukaddesatçı milliyetçilik halkın değerlerine atıf yapmayı tercih etmiştir. Sağın halka rehavet yükleyen anlayışı içerisinde kendine yer bulabilmiştir. Aslında sağın halkı ikna etmesi için sarıldığı bir propaganda dili vazifesini görmüştür. Özellikle yetmişli yıllarda sola karşı oluşturulan milliyetçi anlayış bu vazifeyi fiili olarak da yürütmüştür. Bu milliyetçilik anlayışın ideal olarak Batıcılıktan çok Türk-İslam sentezi ve birliği noktasında yer aldığını görüyoruz. Ulusalcılık gibi mukaddesatçı milliyetçilik de toplumsal yapıyı Türk kimliğinin merkeziliğine dayandırıyor.   

Yakın zamanda İslamcılığın savrulduğu yeri ifade etmek için kullandığım vatancılık kavramı ise tamamıyla İslamî bir söylemden beslenen ama temelde ulusalcılık ve mukaddesatçı milliyetçilikten farklı olmayan milliyetçi bir anlayıştır. Ümmet kavramının bilinciyle düşünsel alanda yer edinen İslamcılığın daraltılmış ve kurgulanmış vatan kavramında büyük bir zihinsel dönüşüme uğradığını görüyoruz. Burada bütün olarak İslamcılık ifadesini kullanmamızın sebebi, bu anlayışa sahip İslamcıların günümüzde baskın, görünür ve çoğunluğu temsil etmeleridir.

Günümüzde sılayı ifade eden vatan kavramı yerini sınırlarla çerçevelenmiş mekânın kutsallaşmasına bırakmıştır. Bundan dolayı İslamcılığın sahiplendiği vatan kavramının ulus devlet sınırlarından ibaret olduğunu görüyoruz. Vatanın kutsallığıyla birlikte ulus devlet ve ulus devletin inşa ettiği değerler de kutsallaşıyor. Ulus devletin inşa ettiği en büyük değer bir etnik kimliğin merkeziliğinde oluşan ulustur. Bu şekilde oluşan ulus için zihinlerin arka planında ifade edilemeyen seçilmişlik ve özel olma hali beliriyor. Böylece yanlış vatan algısının götürdüğü nihai nokta, milliyetçiliğin İslamî söylemlerle soslanmış halidir diyebiliriz. Bir de bu algıya Efendimiz’e atfedilen “vatan sevgisi imandandır” sözü eklenince sorun daha da derinleşiyor.    

Baktığımız zaman İslam kardeşliğini kendisine ilke edinmiş İslamcı söylem, vatan sınırlarını kutsayabiliyor. Böyle olmadığını söylese bile, vatan kabul edilen sınırın 5 km beri tarafında karşılaştığı bir olayla sınırın 5 km öte tarafında gerçekleşen olaya farklı tepkiler verebiliyor. Beri tarafta ortaya çıkan acıyla öte tarafta ortaya çıkan acıya karşı farklı duyarlılık gösterebiliyor. Bunun gibi yanlış algılanan vatan kavramı üzerinden yeni tarz bir milliyetçiliğin ortaya çıktığını görüyoruz. Elbette insan yaşadığı coğrafyaya karşı bir aidiyet duygusu beslemelidir. Zaten bu aidiyet duygusu vatanı kavramını ortaya çıkarır. Ama bu aidiyet duygusu belirli sınırlarla belirlenmiş alanı kutsamayı gerektirmez. İnsanın sılası vatanıdır. Vatan kavramı evden tüm arza doğru dairesel olarak genişleyen mekân için anlamlıdır. Yoksa aidiyeti sınırlarla belirlenmemiş mekânlar, vatan olarak anlaşılmamalıdır.

İnsanın iradesine dayanmayan özelliği üzerinden insana değer biçilemez. Milliyetçilik tam da bunu yapıyor. Rengi renkten, teni tenden, acıyı acıdan ve kalbi kalpten ayırıyor. Bu ister ulusalcılık üzerinden yapılsın, ister Türk İslam ülküsü üzerinden yapılsın isterse vatancılık üzerinden yapılsın insanlık adına endişe vericidir.

YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN