Abone Ol

Hollywood Pazarlama A.Ş.

Hollywood Pazarlama A.Ş.
Dünyanın küçük bir köy haline geldiği günümüzde, tüm insanların benzer şeyleri sevmesi, benzer şeyleri benimsemesi ve bunların sonucunda benzer düşünmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle internetin hayatımıza girmesiyle insanları manipüle etmek, sanal gündem, kültür ve düşünce pazarlamak daha kolay ve daha hızlı bir hale geldi. İnternetin artık hayatımızın merkezinde olmasına rağmen, kültürel alandaki tekelcilik hala çok iddialı bir şekilde Hollywood sinemasının elinde bulunmaktadır. Gündelik manipülasyonları ve basit reklamları sosyal medya eliyle halleden ırkçı emperyalizm daha tehlikeli olan, derin kabullerimizi etkileyen mesajlarını Hollywood’un payına ayırıyor diyebiliriz. Özellikle bilim kurgu filmleriyle teknolojinin etkisinde oluşan yeni kültürü pazarlamak Hollywood’un vazgeçilmezlerindendir. Bilim kurgu filmleri bir taraftan üretilen bilim karşısındaki acizliğimizi(!) yüzümüze vururken, bir taraftan da bilim ve teknoloji ile dünyada kendi cennetlerini kurma planlarının nasıl da hüsranla sonuçlanıp, dünyanın yaşanamaz bir hale dönüşmesi üzerinden geleceğe dair korku oluşturmaktadır. Dünyayı ele geçiren makineler, insanları zombiye çeviren virüsler, üretilen yapay DNA’lı yaratıkların ya da yapay zekâya sahip olan bilgisayarların kontrolden çıkması gibi birçok korku senaryosu üretilmiştir. Filmler genelde her ne kadar hüsranla ya da bir Amerikalının destan yazarak(!) dünyayı kurtarmasıyla son bulsa da, arka planda hedeflenen algı operasyonu da hedef kitlesine ulaşmış olmaktadır. Teknoloji tekelini ellerinde bulundurmalarından dolayı da oluşturdukları korku atmosferi yanlarına ikinci bir kâr olarak kalmaktadır.

Özellikle direkt insan bedenine yönelik teknolojinin işlendiği filmlerde, insan bedeninin modifiye edilip daha üstün bir hale geldiğini, bu sayede de bazen metafizik güçleri olan, bazen ölümsüz olan hatta bazen tanrılaşan karakterler görmekteyiz. İnsan bedeninin modifiye hale gelmesinde ise genel olarak iki temel yöntem kullanılmaktadır. Birinci yöntemde DNA üzerinde değişiklik yapılarak ya da biyokimyasal maddeler kullanılarak yeni nesil insanlar biyolojik işlemlerle oluşturulmaktadır. İkinci yöntemde ise insan bedeni makinalar yardımıyla üstün hale getirilerek cyborgların (yarı insan yarı makina) ya da insan görünümlü ama insandan çok üstün yetenekleri olan robotların üretilmesi söz konusudur. Peki, Hollywood insanı daha üstün bir hale getiren, hatta bazen tanrılaştıran bu filmlerle bizlere neyi pazarlamayı hedeflemektedir? Bu soruyu cevaplamaya çalışmadan önce, son yıllarda vizyona girmiş birkaç filmden bahsedelim.

Evrim (İng. Transcendence): (2014) Yapay zeka üzerine çalışan bir bilim adamı olan Will’in ölmemesi için, kendisi gibi bilimle uğraşan eşi tarafından beyninin süper bilgisayara yüklenip, entegre edildikten sonra yaşanılanlar anlatılmaktadır. Will’in bedeni ölmüştür, ama beyni online ortamda normal insan beyninin hayal bile edemeyeceği bir güce ulaşmıştır.

Lucy: (2014) Kanına karışan yüksek miktarda uyuşturucudan sonra beynini daha yüksek kapasitede kullanmaya başlayan Lucy adındaki bir kadının, beyninin kullanım kapasitesinin %100’e ulaşma süreci konu alınmıştır. Lucy aynı zamanda evrim teorisine göre insan ırkından önce yaşayan bir maymun cinsine ait olan, 3.2 milyon yıl öncesine ait olduğu iddia edilen, dişi bir maymuna ait fosilin adıdır. Filmde gösterilen zaman yolculuğu sırasında da maymun Lucy ve evrime gönderme yapılmıştır

Ex-Machine: (2015) “İnsan ve makine arasındaki sınırın kalkması demek, yaratıcı ile insan arasındaki sınırın belirsizleşmesi demektir.” cümlesiyle başlayan bir fragmana sahip olan film, güzel bir kız robot bedeninde olan Ava adındaki dünyanın ilk yapay zekâsının test edilme sürecini anlatmaktadır.

Morgan: (2016) Sentetik DNA’dan ürettilen Morgan adındaki bir kızın hikâyesi anlatılmaktadır. Çok hızlı gelişen, bir ayda yürümeyi ve konuşmayı öğrenen, altı ayda ise bir yetişkin görünümünü alan Morgan “evrimin bir sonraki adımı” olarak tanımlanıyor. Filmde evrimini tam olarak tamamlanmadığı söylense de metafizik güçleri de var.

Alita: Savaş Meleği: (2018) Henüz vizyona girmemiş olan film, 26. yüzyılda dişi bir cyborg olan Alita’nın başından geçenleri anlatmaktadır.

Örnek sayısı arttırılabilir, ama şimdilik bu kadar ile iktifa edelim. Filmlerde ortak olarak açık açık vurgulanan şeyin Darwin’in evrim teorisi ve evrime yön vermek olduğu yukarıdaki örneklerde çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Evrimden bahsedildiğinde sadece “Biz maymundan gelmedik!” refleksi veren bir ülkenin insanları olarak, bu tür filmlerin izlenilmesi sırasında da genelde sadece evrim teorisinin vurgulanması tepkimizi çekiyor. “Evrime yön verme” iddiası ise arka ya planda kalıyor ya da hiç üzerinde konuşulmuyor. Ama asıl tehlikeli söylem “evrime yön verme” iddiasıdır. “Evrime yön vermek” yani tanrının karşısına rakip olarak çıkmak, yani üretilen bilimle tanrıya meydan okumak ve en sonunda tanrı olduğunu iddia etmek. Tıpkı Lucy’nin zamanı ve mekânı yönetip, filmin sonunda bedeninden kurtulup ortadan kaybolduktan sonra “her yerdeyim” diye telefona mesaj göndermesi gibi; ya da Transcende’de Will’in evrene dair her şeyi yönetebildiğinin kanıtı olarak yağmur yağdırması gibi…

Bu tür filmlerde öne çıkan bir başka önemli vurgu ise, bütün bu bilimsel çalışmaların insanlığın yararı için yeni bir gelecek inşası iddiasını barındırmasıdır. Evrime yön verme iddiası insanı kutsallaştırırken, yeni bir gelecek inşası ise bilimi kutsallaştırmaktadır. İnşa edilen bu yeni gelecek, daha üstün özelliklere sahip – alt metinde vurgulanan haliyle evrimini insan eliyle devam ettirip, tanrının eksik bıraktıkları tamamlanmış olan – yeni nesil bir insan bedeni üzerinden tasarlanmaktadır.

Dikkat çeken bir diğer husus ise, filmlerdeki yeni nesil insan karakterlerinin ekseriyetle kadın olmasıdır. Başka tür filmlerde de konuşabilen ileri teknolojik bilgisayarların ya da yapay zekâların seslendirmelerinde de genelde kadın sesi kullanılmaktadır. (Kartal Gözü, Ölümcül Bir Deney-1 bir gibi.) Tabi bu durum “Neden Hollywood yeni nesil insan pazarlamasını kadın bedeni üzerinde yapmaktadır?” sorusunu akla getiriyor. Açıklaması basit aslında. Milli pazarlamacılarımız halı yıkama makinası satıcılarını düşünün. Kapıyı çaldıklarında ilk olarak evin hanımını sorarlar. Çünkü gayet açıktır ki, bu ürün kadınların işine yarayacaktır. Bundan dolayı, pazarlamacımız kadınları ürünü almaya daha rahat ikna edebilecektir. Yani pazarlanan ürünün öncelikli muhatabı, ürüne en çok ihtiyacı olandır. Darwin’e göre erkek evrimsel açıdan daha gelişmiş, kadın ise evrimsel olarak geri kalmış bir insan olarak kabul edilir. Bundan dolayı Hollywood da evrimsel olarak erkeklere oranla daha az gelişmiş olarak gördüğü kadınları önceleyerek bir pazarlama politikası yürütmekte ve belki de en büyük algı yönetimini de bu sayede yapmaktadır. Bu filmlerindeki yeni nesil kadın karakterlerle, kadınların beden algısı değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu durumun en acı yansımasını örnekle açıklamak gerekirse; günümüzde kadının çalışmayıp, evde çocuklarını büyütmeyi tercih etmesi mütedeyyin camianın içinde bile, onun ayıplanmasına sebep olabilmekte, kadının çalışmama kararı artık absürt bulunabilmektedir. Kadın isterse, uygun ortam mevcutsa ya da ihtiyaç varsa çalışabilir. Hatta sağlık ve eğitim gibi alanlarda kadının mutlaka bulunması gerekir. Burada sorun kadının çalışması değil, çalışmama tercihinin onun için bir eksiklik olarak görülmesidir. Şimdilerde her alanda çalışma hayatına girerek erkeklerle rekabete sokulan kadın, aynı zamanda bu pazarlama bombardımanının da ne yazık ki etkisi altında kalmaktadır. Tam da burada feministlerin, kadının ezilmesinde çocuk doğurmak ve büyütmek zorunda bırakılmasının(!) ciddi etkisi olduğunu savunduklarını hatırlatmakta fayda var. Hatta bazı feminist grupların yayınladıkları bildirilerde, bilimin artık yapay ortamda bebek dünyaya gelmesine olanak sağlayarak kadınları bu dertten (!) kurtarması talep edilmektedir. Bu da iş hayatında erkeklerle rekabete mecbur bırakılan kadınların, kadınlara ait bedensel farklılıkları dezavantaj olarak görmesine sebep olabilmektedir. Kürtaj tartışmaları gündeme geldiğinde rahatlıkla “Benim bedenim, benim kararım.” denilebildiği gibi, iş hayatlarında erkeklerle eşit şartlarda çalışabilmek için, hayatları boyunca çocuk sahibi olmama kararını verirken de yine aynı cümle kurulabilecektir.

Filmlerdeki teknolojilerin çok uzak gelecekte gerçekleşeceğini düşündüğümüzden, aslında endişelenmeye değer bir şey olmadığı düşüncesine kapılabiliriz. Tekrar vurgulamak gerekirse asıl endişe etmemiz gereken husus, filmlerde teknolojinin ulaştığı nokta ile gövde gösterisi yapılması değil, bu teknoloji üretimini motive eden arka plandaki düşünce sistematiğinin pazarlamasının yapılmasıdır. Yukardaki örneklerden bu düşünce sisteminin tanrı ile girilen bir yarış içerisinde, fıtrata karşı yapılan bir savaşın fikri arka planı olduğu çok net bir şekilde görülmektedir.

Filmlerde yapılanlar ya da iddia edilenler hala size çok uzak geliyorsa günümüzden bir örnekle devam edelim. Avrupa’da, özellikle İsviçre’de başparmak ve işaret parmağı arasındaki deri altına yerleştirilen mikroçipler kullanılmaktadır. Mikroçipi bir app sayesinde yönetip, çeşitli bilgilerinizi depolayabiliyorsunuz. İş yerinizde şifreli kapıları açmak ya da yemekhaneden yararlanmak için manyetik kart taşımak zorunda kalmıyorsunuz. Online satın aldığınız tren biletini telefonunuzdaki kare koddan okutmak yerine, direkt elinizi uzatarak mikroçip üzerinden okutabiliyorsunuz. Aslında teknolojik olarak çok abartılacak bir şey bulunmamakta, yanımızda bir manyetik kart taşımaktansa, elimizdeki deri altında, vücudumuzun bir parçası olarak mikroçip taşımış oluyoruz. Bu teknoloji çok gelişmiş bir beden modifiyesi sağlamasa bile, mikroçip bulunduran insanlar kendilerini cyborg olarak görmektedirler. Peki, insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar? Mikroçip implantasyon fikrini geliştiren bilim adamlarından Hannes Sjoblad bu soruya şöyle cevap vermektedir: “Günümüzde cihazların internete bağlanabilir oluşu dünya üzerindeki en önemli şeylerden biridir. Akıllı telefonlar, tabletler, akıllı evler, akıllı arabalar ve daha birçok şey internet sayesinde bağlantılı olabiliyor. Bundan dolayı ben de kendi vücudumda bir mikroçipe sahibim, böylelikle bedenim makinelerin konuştuğu dili konuşabiliyor. İnsan vücudu mükemmel bir doğa ürünü, ama artık onu daha iyi bir hale getirmek için imkânlar var. Darwin, sadece değişime adapte olabilen türlerin hayatta kalacağını söylemiştir. Eğer dünya değişiyorsa biz de onunla birlikte değişmek zorundayız.”

Hollywood’un bizlere devasa bir organizasyonla pazarlamacılığını yaptığı fikirler aslında kullandığımız her teknolojik ürünle birlikte hayatımıza zaten girmiş oluyor. Tekniğini alıp, kültürünü almama olayının çok da mümkün olmadığını kabul etmeliyiz artık. Burada söylenilmeye çalışılan teknoloji karşıtlığı yapmak elbette değil. Ama V Vor Vendetta filminin efsane repliğinde “Bu maskenin ardında bir fikir var.” dediği gibi; bize Batı’dan gelen her teknolojinin arkasında da bir fikri altyapı var. Önemli olan bu durumun farkında olmak ve Batı’ya önce düşünsel boyutta cevap verebilmektir. Ancak bundan sonra ihtiyaçlar doğrultusunda milli teknoloji üretebilir ve kültür emperyalizmine karşı etkili bir önlem alınabilir.

YAZAR HAKKINDA
Esra Aksoy
Esra Aksoy
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN