Abone Ol

Sevr Bir Belge Değil, Bir Zihniyettir

Sevr Bir Belge Değil, Bir Zihniyettir
Muhammet Esiroğlu

Yakın tarihimizin bazı kırılma noktaları vardır. Osmanlı’ya sarktığımızda Sevr, Cumhuriyetin kurucu uluslararası meşruiyet anlaşması olan Lozan, darbeler sonrasında gerçekleşen yapısal değişimler gibi daha birçok olay yakın tarihimizin seyrini etkilemiştir. Bu kırılmalardan ilkini Sevr olarak ifade etmemizin nedeni hem Cumhuriyet Türkiye’sini ortaya çıkaran etken olması hem de onun muhafazası noktasında bir zihinsel bellek oluşturmasıdır. O yüzden Lozan’dan önce Sevr’i anlamaya çalışmanın önemi büyüktür.

Sevr, tarihî bir vakadır. Tarihî olayları anlamanın yolu zamanın ruhunu yakalamaktan geçer. Tarihe günümüzden bakarsak göreceğimiz olayla zamanın ruhundan bakarak göreceğimiz olay farklı olacaktır. İbn Haldun tarih üzerine konuşurken umran kavramından olabildiğince faydalanır. Tarihi doğru pencereden okuyabilmek için sosyolojik gerçeklikten faydalanmanın önemine vurgu yapar. Tarihsel olayları kronolojik bir okumaya tabi tutmak tarihî açıdan bizim için bir anlam ifade etmeyecektir.

Tüm tarihî olaylar gibi Sevr anlaşmasını da bu pencereden ele almalıyız. Onun taşıdığı anlam, üzerinde yazılı olan maddelerden ibaret değildir. Tarafların bu anlaşmaya yüklediği sosyolojik içeriği görebilmek, bu olayla ilgili tarihî değerlendirmelerimizde bizi doğru sonuçlara ulaştıracaktır. Bu açıdan baktığımızda Sevr’in iki çehresi vardır. Birincisi mağlup olan taraf olarak Osmanlı ve devamında Türkiye Devleti, ikincisi ise galipler olarak İhtilaf Devletleri yani emperyalist Batı zihniyetidir.

Öncelikli olarak olaya kendi açımızdan bakarsak mağlup bir devlet olarak önümüze konan bir anlaşma var. Tarihî kaynaklar bu anlaşmanın hukukî bir karşılığı olmadığını söylüyor. Her ne kadar Osmanlı heyeti tarafından anlaşma imzalansa da diğer gerekli olan hukukî prosedürler gerçekleşmemiştir. O dönemde yürürlükte olan kanunlara göre uluslararası bir anlaşmanın geçerli olabilmesi için Meclisin tasdikinden geçip padişahın onay vermesi gerekliydi. Meclis-i Mebusan’ın o dönemde kapalı olmasından dolayı anlaşma tasdik edilmemiş oldu. Zaten Vahdettin anılarında eğer anlaşma önüme gelseydi onaylamadan tahtı bırakacağını ifade etmiştir. Bu da bize gösteriyor ki anlaşma hukukî bir geçerlilik kazanamamıştır.

Dönemin İstanbul Hükümeti’nin anlaşmayı kabul etmesinin sebeplerini o günkü yönetimin sosyo-politik bakış açısında aramalıyız. Anlaşmaya razı olmalarını mağlubiyetten öte yalnız kalmışlık hissine bağlamak gerekiyor. İttihat Terakki’nin Türkçülük üzerine yürüttüğü politikaların neticesinde Osmanlı hinterlandındaki Türk olmayan unsurlarla gönül bağının kopması, Anadolu’da yıllarca birlikte yaşadıkları Rum ve Ermeni milletleriyle ünsiyetin kaybolması Osmanlı yönetimini hem hinterlandında hem de Anadolu’da yalnızlaştırmıştır. Sevr’in bu kadar kolayca kabul edilmesi bir telaşın, bir tedirginliğin neticesidir. Bu telaşa neden olan en temel unsur belirttiğimiz gibi mağlubiyetten öte içine düşülen yalnızlık duygusudur.

Bu yalnızlık hissi günümüze kadar devam eden bir sürekliliğe sahip. Bu psikolojik durum Cumhuriyetin temel politikalarını da etkilemiş durumda. Ulus devletin merkezî bir kimliğin etrafında inşa edilmesinin, komşular dâhil coğrafyadaki diğer devletlere karşı olan güvensizliğin temel sebebi bu yalnızlık hissinde yatıyor. Türkiye Devleti’nin ulus devlet olma aşamasında uyguladığı reddetme, asimile etme politikaları bu yalnızlık hissini derinleştirmiştir. 

Sevr Anlaşmasının Batı’ya dönük yüzünde ilk göze çarpan galip olmanın verdiği üstünlükle tanzim edilmiş maddelerdir. Ama sadece bu durum bir savaşın neticesinde ortaya çıkan üstünlükten kaynaklanmıyor. Aslında olay Batının Müslüman topluma, kendisi dışındaki coğrafyalara ve insanlığın geneline bakışın bir tezahürüdür. Ötekileri uygarlığın dışında kabul edip adına geçmişte uygarlaştırma günümüzde demokratikleştirme dedikleri misyon, emperyalist emellerinin meşruiyet zeminidir. Emperyalist kaygıların çıkardığı bir savaşın sonucunda imzalanan anlaşmaların amacı da yine emperyalist beklentiler olması kaçınılmazdı.

Sevr anlaşmasını bu pencereden değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan gerçek, emperyalist emelin somutlaşmış halidir. Bu yüzden Sevr Anlaşmasını sadece bir anlaşma olarak göremeyiz. Açıkça şunu belirtebiliriz ki Sevr ne bir barış anlaşması, ne de bir uzlaşı metnidir. Sevr Batı uygarlığının emperyalist zihin yapısının dışa vurulmuş halidir. Dönemin padişahı Sultan Vahdettin’de bu belge için, “Sevr, bana göre ne bir anlaşma ne de bir pakttı; kötülüğün baştan aşağı ta kendisiydi” diyerek bu gerçeği ifade etmeye çalışmıştır. Sevr Anlaşması’nda yazılan maddeleri galiplerin meşru talepleri olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Çünkü bu maddeler emperyalist emellerin gerçekleştirilebilmesi için yakalanmış fırsatı hayata geçirme gayretinden ibarettir.

Hukukî olarak hiçbir hükmü bulunmayan Sevr’in hâlâ bir tehlike olarak görülmesinin sebebi bu iki etkene dayanmaktadır. Sevr’in bir belge değil emperyalist bir zihniyet taşıması ve bunun yanında yüzyıl önce kurulan devletin yaşadığı yalnızlık hissi Sevr endişesini zinde tutuyor. O yüzden bu tehlikeye karşı her zaman uyanık olmak önemlidir. Fakat Sevr tehlikesini gündemde tutmak siyaseten rakibine omuz vurmaktan ibaretse tehlike adım adım yaklaşıyor demektir. Sevr’in sahip olduğu zihniyete karşı tek mücadele alanımız yalnızlık hissinden kurtulmaktır. Bunun için Sevr tehlikesini iç siyaset malzemesi yaparak kutuplaşmaya neden olmaktan vazgeçip birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunu hâkim kılmak gerekiyor.  

YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN