Abone Ol

Dış Politaka ve İstikamet

Dış Politaka ve İstikamet

Dış politika, bir devletin sınırları dışındaki devletlere uyguladığı siyaset anlamında kullanılmaktadır. Bu tanım çerçevesinde dış politika mefhumu, günümüzde anlaşıldığı şekliyle bir Müslümanın cihanşümul siyaset anlayışını tanımlamak için doğru bir ifade değildir. Çünkü burada politikayı siyaset anlamıyla kullansak bile dış tabirinin kastettiği anlam ile bir Müslümanın muhayyilesinde var olan anlam, farklı kapılara çıkmaktadır. Müslüman için siyasi anlamda dış tabiri, ümmete dâhil olmayan ümmetin kapsamadığı alanı ifade etmektedir. Fakat dış politika mefhumunda kullanılan dış tabiri ise, ulus devletin belirlediği sınırlar dışındaki alana yöneliktir. Bu anlamıyla dış politika, ümmet olma bilincini parçalayarak yerine etnik bir değer üreten ulus devletin ulusal sınırlar dışındaki tercihlerini ifade eder.

Dış politikaya yönelik bu kavramsal eleştiriyi aklımızın bir kenarına not ettikten sonra konuyu ele almamız daha sağlıklı olacaktır. Günümüzde halkı Müslüman onlarca devletin varlığı bir vakadır. Bu vakadan hareketle halkların birbirleri ile olan ilişkilerini ulus devlet bağlamında ele almak gibi bir zaruretle karşı karşıyayız. Bu doğrultuda devletlerin dış politik tercihini değerlendirirken öncelikli olarak hak batıl süzgecin geçirmemiz gerekir. Günümüz dış politika anlayışı güç ve menfaate dayalı bir anlayıştır. Batılın yanlış hak anlayışı üzerine oturmuş bu dış politika anlayışı, hemen hemen bütün devletlerin temel dış politika referansı olmuştur. Müslüman ülkeler dahi, dış politikalarını belirlerken ulusal çıkarlarını ve dünyadaki güç dengelerini esas kabul ederler.

Günümüzde mevcut ifsat düzeni bu batıl anlayışın bir eseridir. Dünyayı yıkıma sürüklemek için planlar yapan, stratejiler geliştiren ifsat merkezi Siyonizm, bütün devletler üzerinde örgütler kurarak Müslümanların hareket alanını sınırlandırmıştır. Müslümanlar, bu ifsat düzenine karşı yeni bir dünya kurmak mecburiyetindedir. Bunun için Müslümanların devletler bazında belirleyecekleri siyasetin yeni bir dünya kurmaya namzet irade göstermesi gerekir. Bu bağlamda yeni bir dünya kurma arzusunu içinde taşıyan siyasetin belirleyici özelliği ise istikamet sahibi olmasıdır. Çünkü yön varacağın noktayı belirler. Yönünü iyi tayin edemediğin sürece ne kadar gittiğinin olumlu bir anlamı yoktur. Hatta yanlış yönde yapılan ilerleme hedeften daha fazla uzaklaşmaya neden olur.

Türkiye Devleti’nin tarihi sayfalarında bin yıllık bir dönemde İslam'ın sancaktarlığını üstlenme noktasında derin tecrübe ve birikimi vardır. Bu yüzden dünyaya yeniden nizam verme iradesi ve istikamet sahibi olma potansiyeli Türkiye Devleti’nin tarihinden taşmaktadır. Bu gerçekten hareketle dış politik tercihimizi belirlerken bu büyük sorumluluk ve şuuru her zaman gündemde tutmamız gerekecektir. Fakat ülkemizin yaklaşık iki yüz yıllık istikameti maalesef batıya dönüktür. Batılılaşma çabaları Osmanlı’nın son döneminden Türkiye Cumhuriyetine devredilen bir mirastır. Osmanlı için batılılaşma bir kurtuluş ideolojisi iken Cumhuriyetle birlikte kuruluş ideolojisine dönüşmüştür. Yeni devletin kimliği, kurumları ve çizgisi batılılaşma esas alınarak oluşturulmuştur. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, dış politika anlamında kendini batıya doğru yol alan bir yön tayin etmiştir. Birleşmiş Milletlerdeki konumu ve tutumu, NATO üyeliği ve bu üyeliğin gereklerini yerine getirme noktasındaki tavrı, AB üyeliği için sarf ettiği enerji Türkiye Cumhuriyetinin yönünün temel taşlarıdır. Son yüz yıllık dönemde de Cumhuriyetin bu tercihinde herhangi bir sapma olmamıştır. Çünkü yönetime talip bütün siyasi iradeler muasır medeniyet idealini hedeflerine koymuşlardır. Sağ, sol ya da muhafazakâr siyasi partilerin temel stratejileri batı ile irtibat ve ittifak olmuştur.

 

Yeni Bir Dünya İçin

Bugüne kadar tercih edilen bu yönün biz Müslümanları, diğer mazlumları ve tüm insanlığı nasıl etkilediği önemlidir. Bunu anlayabilmek için fazla bir araştırmaya gerek yok sanırım. Günümüz İslam coğrafyasının hazin durumu, mazlumların hayatın hengâmesinde kaybolan sessiz çığlığı, çocukların cesedi üzerinden üretilen derin stratejilerin kanlı neticesi mevcut dünya düzeninin karakteristik yapısını bize sunmaktadır. Bu düzenin kurucu gücü açgözlülük ve sömürü, taşıyıcı gücü savaş ve terör gibi çatışma alanları, sonucu ise açlık, sefalet, zulüm kan ve gözyaşıdır. Tüm mazlum halkların umudu olmayı varlık sebebi olarak gören Müslümanların daha özelde Türkiye’nin; işte böyle bir düzene doğru yönünü tayin etmesi en büyük vebaldir.  

Türkiye’de sağın, solun ve uç noktadaki diğer yaklaşımların farklı bir istikamet sunması beklenilemez. Bunun yanında gözler önündeki vahim tabloyu içine sindiren ve bu düzen içerisinde kendine hareket alanı açmaya çalışan muhafazakârlığın da farklı bir yön tayin etme iradesinin olmadığına şahitlik ediyoruz. Bunlara karşın batıya çevrilmiş istikametin yanlış olduğunu ve asıl yönün birlikten dirliğe gideceğini söyleyen Milli Görüş fikriyatının bu anlamda önemli bir yeri vardır. Milli Görüş kadroları siyaseten imkân buldukları sürece bu birlikteliğin sağlanması için çalışmaktan geri durmamışlardır. Milli Görüş iktidarında bir bebek olarak dünyaya gelen ve şuanda atıl olarak bekletilen D-8 organizasyonu bu çalışmaların sadece küçük bir neticesi olmuştur. İmkân elde edildiği zaman daha büyük sonuçların ortaya çıkacağı muhakkaktır.

Temelde yeni bir dünya kurmaya namzet iradenin Müslüman muhayyilesinde olmasından dolayı yeni bir dünyanın Müslüman devletlerin çekirdeğinde kurulması doğru bir tercihtir. Bu amaçla oluşturulan D-8 organizasyonu sadece İslam birliği projesi değil yeni bir dünyanın ilk adımıdır. D-8’in kurulmasıyla İslam Birliği tesis edilmiştir düşüncesi, dünyayı okuyamamanın ve hamaset üretmenin bir neticesidir. D-8 organizasyonu, yapılan müdahalelerle bugünkü yapısı itibariyle, Müslümanların ortak hareket etme iradesini ortaya koyabilecek bir içeriğe sahip olmaktan çıkarılmıştır. Bu yüzden D-8 organizasyonunun içerik olarak güncellenmesinin yanında tüm mazlum halkların kalbine nüfuz edebilecek geniş çaplı organizasyonların da devreye sokulması gerekir. D-8’in bugünkü konumunu değerlendirirken halkı Müslüman devletlerin idaresindeki zevatların mevcut dünya düzeninin bir kuklası olduğu gerçeği de her zaman hatırda tutulmalıdır. Fakat yöneticiler ne kadar direnirse dirensin halkların kalplerinde sağlanan birlikteliğin siyasi iradelere de sirayet etmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunun için yapılması gerekli husus etnik, mezhepsel ve kültürel farklılıkların kalplerin bir biriyle olan ünsiyetine engel olmamasının sağlanmasıdır.

Irkçı emperyalizmin temel misyonu bu farklılıklar üzerinden çatışma alanları üreterek Müslümanların enerjilerinin bu alanlarda tüketilmesidir. Kalplerin birbirlerine soğuması için fitne ateşi sürekli yanık tutulmaktır. Tüm insanlığın saadeti için Müslümanların bu açıdan uyanık olmaları gerekir. Müslümanların batının kuşatması karşısında tek kurtuluş reçetesi vardır, o da kardeş ve birlik olmaktır. Yeni bir dünya kurma arzusunda olanlar, zalimin zihnini, mazlumun kalbini meşgul etmelidir. Bunun için tüm Müslümanlar şapkalarını önüne alıp düşünmelidir. Müslümanlara düşen etnik ve mezhepsel farklılıkları ortak bir noktada buluşturma çabası değil, etnik mezhepsel farklılıklara rağmen siyaseten ortak tavır alabilme kabiliyeti geliştirmektir.  Bütün yapay ihtilaflardan sıyrılıp birlik olmanın zarureti kavranmalılardır. Birlik ve beraberlik için herkesin çalışması ve yeni bir dünya kurmak için gayret sarf etmesi elzemdir.

YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN