Abone Ol

Modern ve Post-Modern Düşünce

Modern ve Post-Modern Düşünce

Müphem bir dönemde yaşıyoruz. Yaşadığımız dönemi anlamlandıramıyoruz ve ifade edemiyoruz. Yaklaşık iki yüz yıldır bir medeniyet buhranının içerisindeyiz. Bu buhran sadece epistemolojik bir buhran değil. Siyasal, ekonomik, ahlâkî ve hatta ontolojik bir buhran... Tarihte yaşadığımız ikinci buhran olmasına rağmen varoluşsal krizi -buhranı- ilki gibi aşamıyoruz. Moğol istilâsı, Haçlı saldırıları ve Endülüs Medeniyetinin çökmesinden sonra yaşadığımız birinci medeniyet buhranının temeli siyasî bir krizdi. Bundan dolayı bir fetrete dönüşmemişti. Ürettiğimiz çok yönlü cevaplarla bu krizi aşmıştık. Rönesans ve Reform’la başlayan ve bugün de yaşamaya devam ettiğimiz kriz Arnold Toynbee’nin “A Study of History”de ifade ettiği şekliyle belli başlı 21 medeniyetten sadece 6 tanesine (Huntington, 1993) hayatta kalma imkânı vermiştir (Külliyat,2013,s. 6).

20. yüzyılda insanoğlunun varoluşunu anlamlandıran üç önemli eksenin sonuna gelindiği ilan edildi: Din, ideoloji ve tarih. Dinin sonu tezi ile bilimsel/pozitivist temelli seküler ideolojilerin yükselişi, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda da -Daniel Bell tarafından- ideolojilerin sonu (bkz. Bell,2013) ilan edildi. Soğuk Savaş'ın sonlarına doğru ise Francis Fukuyama’nın tarihin sonunu ilan etmesiyle aynı zamanda modernitenin sonu ilan edilmiş oluyordu (Davutoğlu,2000,s.1). Newtoncu mekanistik kozmoloji, antroposentrik (insan merkezli) epistemoloji ve rasyonalist ahlâk sacayağı üzerine oturan Aydınlanma Çağı (Davutoğlu, 2000,s. 2) ile varoluşsal anlayışımızda bazı farklılıklar meydan geldi. Bu varoluşsal farklılıkları Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” sorusuna verdiği şu yanıta görebiliriz: “Aydınlanma insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayışı durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.” (Kant,2000,s.17). Böylece Aydınlanma Çağı ile birlikte her şey “rasyonel ve antroposentrik” olarak değerlendirilmeye tâbi tutuldu. Fukuyama’nın tarihin sonunu ilan etmesinden önce de August Comte’un insan bilgisinin tarihî evrimini teolojik-metodolojik-bilimsel süreçleri içerisinde pozitivist bir şekilde ele alıp değerlendirmesiyle modernizmin mutlak zaferi ve dinin sonu ilan edilmişti (Davutoğlu,2000, s.4). Modern düşüncenin her şeyi rasyonel ve antroposentrik değerlendirmelere tâbi tutmasıyla ferdin toplumla arasındaki aidiyet bağında değişme meydana geldi. Modern düşünceden önce ferdin toplumla ilişkisinde metafizik bir boyut vardı. Modern düşünce ile birlikte bu ilişkinin metafizik boyutu terkedildi ve yerini rasyoneliteye bıraktı. Toplum sözleşmesi/sosyal antlaşma teorisi bu durumun en önemli tezahürüdür. Fen bilimlerindeki teoriler gibi toplum teorileri de pozitivist olgular ışığında açıklamalara tâbi tutuldu. Bu duruma August Comte’un “sosyolojiye” ilk olarak “sosyal fizik” ismini vermesi en güzel misâllerden biridir. Ama daha sonra pozitivizmin birçok soruyu cevapsız bırakmasından ve bazı krizlere sebep olmasından dolayı pozitivist olgular da sorgulanmaya başlandı.

Pozitivist olguları bilimsel verilerdeki gibi birer gerçek kabul eden görüşe tepki olmanın ötesinde başka bir anlam taşımayan düşünce “postmodern” olarak adlandırıldı (Yaslıçimen & Sunar, 2006,s.137). Postmodern düşünce tek bir hakikatin varlığından değil birden fazla hakikatten bahseder. Aslında birden fazla hakikatin varlığından bahsetmesiyle postmodern düşünce hakikatin hakikat olmadığını ifade etmiş olmaktaydı. Çünkü hakikat kendi dışında bir hakikatin varlığını inkâr eder, aksi takdirde hakikat olmaktan çıkar. Klasik İslâm kültüründe bütün düşünceye zemin teşkil eden “eşyanın hakikati sabittir” (yani bizim dışımızda, bizim oluşturmadığımız ve bizden bağımsız bir gerçeklik vardır) ve “bu hakikatler bilinebilir” ilkeleri ilk defa kartezyen düşünce tarafından tartışılmaya başlandı (Görgün,2016,s.172). Daha sonra ise postmodern düşünce ile birlikte “İslâm dışında başka bir din/hakikat yoktur” ifadesi/inancı “İslâm bir hakikattir ama İslâm dışında da birçok hakikat mevcuttur” şekline dönüştü. Bu anlamda postmodernite Marx'tan mülhem, “katı olan her şeyin buharlaşması” (Berman,2014,s.127) gerektiğini ifade etmektedir.

Post-modern düşünce ile birlikte toplum, aile, devlet gibi kurumlar yeni anlamlar ifade etmeye başladı. Bu kavramların birer birer buharlaşması gerektiğine dair düşünceler dile getirilmekteydi. Ülkemiz de postmodern düşünceden kendi payına düşeni aldı. Postmodern düşünce, herkesin hakikatini makbul gördüğünden, çoğu düşünce de postmodern düşünceyi makbul görmeye başladı. Bu durumda modernite topluma bağlı bir bireyden söz ederken post-modernite toplumdan bağımsız bir bireyden bahseder. Bu bireyler her ne kadar beraber yaşıyorlarsa da aslında bu beraberlik sadece mekânın ortak kullanılmasından meydana gelmekteydi. Post-modernite ile birlikte bireyler arasındaki aidiyet bağı ortadan kalktı. Veciz bir ifade ile post-modernite insanın kalabalıklar içinde yalnız kalmasına sebep olmaktadır.

Modern, postmodern düşünceler ve teknolojik gelişmelerle toplum ve gençler arasında bir uyuşmazlık ve farklılık ortaya çıktı. Özellikle bu düşünceler ve gelişmeler bireyselleşmeyi ön plâna çıkardı ve toplumla gençlik arasında kuşaklar arası anlaşmazlığa sebep oldu. Bu durumdan gerek toplum gerekse de gençlik mustarip olmaktadır. Bireyselleşmenin eskisine nazaran daha fazla ön plana çıkmasıyla toplumun mahiyeti sorgulanmaya başlandı. Toplumun mahiyetine yönelik yapılan bu sorgulama insanın kendi bağlamından kopuk ve fıtratını göz önünde bulundurmadan tezahür etmektedir. Bu da insanın aslî durumunu terk etmeye başladığını göstermektedir.

Modern ve post-modern düşünceler premodern döneme göre bambaşka bir dünya/hayat öngörmektedir. Bu düşünceler sadece düşünce boyutunda görülmemekte aynı zamanda ben-idrâkimizi ve anlam-değer dünyamızı da şekillendirmeye çalışmaktadır. Zaten düşüncelerimiz ile eylemlerimiz arasında monolitik bir ilişkinin değil diyalektik bir ilişkinin söz konusu olduğu malumdur.

 

KAYNAKÇA

Bell, D. (2013). İdeolojinin Sonu (Çev. Volkan Hacıoğlu). Bursa: Sentez Yayıncılık.

Berman, M. (2014). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (Çev. Ümit Altuğ - Bülent Peker). İstanbul: İletişim Yayınları.

Davutoğlu, A. (2000). Bunalımdan Dönüşüme Batı Medeniyeti ve Hristiyalık. Divan, 1-73.

Görgün, T. (2016). İbn Haldûn'un Toplum Metafiziğinin Güncelliği ve Günümüzde Toplum Araştırmaları Açısından Önemi. İslâm Araştırmaları Dergisi, 169-203.

Huntington, S. P. (1993:Summer). The Clash of Civilizations? Foreiign Affairs, 22-49.

Kant, I. (Temmuz 2000). Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt (1784) (Çev. Nejat Bozkurt). Toplumbilim.

Külliyat (2013). Külliyat Manifesto. T. Görgün içinde, İlahi Sözün Gücü (s. 6-7). İstanbul: Külliyat Yayınları.

Yaslıçimen, F., & Sunar, L. (2006). Sosyal Bilimlerde Bir Yenileme İmkânı Olarak İbn Haldun. İslâm Araştırmaları Dergisi, 137-167.

YAZAR HAKKINDA
Hüseyin Arslan
Hüseyin Arslan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN