Abone Ol

Masumiyet

Masumiyet
Yeryüzünün en zor işlerinden biri insan olmaktır. İnsan, fıtratı gereği enfüsî yapısında masumiyeti barındır. İnsan açısından suçu kanıtlanmamış kişi masumdur. Bu hukuk açısından da böyledir. Masumiyet karinesi veya suçsuzluk ilkesi (presumption of innocence) insanlık tarihi açısından vazgeçilmezdir. Eğer suçu kanıtlanmamış fert suçlu muamelesine tâbi tutulursa keyfî tutuklanmaların önü açılmış olur. Bu da adaletsiz bir siteme kapı aralar.

Türkiye’nin tarihsel sürecinde birçok darbe yaşanmıştır. Son olarak insanlar 15 Temmuz Cuma gecesi darbe girişimine şahit oldu. Doğal olarak bu darbeye girişenler cezalandırıldılar. Çünkü suçlunun cezalandırılmadığı bir yerde kaos kaçınılmazdır. Bu anlamda gerek İbn Haldûn gibi klasik devlet teorisyenlerine gerekse de Hobbes ve Rousseau gibi modern devlet teorisyenlerine göre devlet veya toplum suçlu ferdi cezalandırmazsa meşruiyetini kaybeder. Ancak cezalandırma işlemi keyfî olarak uygulanamaz. Her suçun yasada veya törede bir karşılığı vardır ve suçlu kişi ancak bu yazılı veya yazısız yasalar tarafından öngörülen cezaya çarptırılabilir.

15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin akabinde birçok kişi ya ihraç edildi ya da hem ihraç edilip hem de tutuklandı. Burada suçlu olanlara yönelik yapılan işlemlere diyecek bir şey söz konusu olamaz. Ancak kurunun yanında yaşın yanmasına göz yumuluyorsa haklı olarak bir tepki meydana gelir. Hiç kimse suçlu ile suçsuzun karıştığı ve bunun ayırt edilemediği bahanesi ile masum insanların tutuklanmasına sessiz kalamaz. Yargı, suçlu ile suçsuzu ayırt edemediği noktada hatayı kendinde aramalıdır.

15 Temmuz’da Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından yapılan darbe girişiminin başarısız olması sonucunda yaklaşık olarak 115 bin kişi gözaltına alındı. 47 binden fazla kişi ise tutuklandı. 900 kişinin hâlâ firari olduğu söylenmektedir[1]. 102.551 devlet personeli ise görevinden ihraç edildi[2]. İnsan söz konusu sayılarla karşılaştığında “Gerçekten bu kadar kişi darbe girişimini bile bile FETÖ’yü destekledi mi?” sualini sormaktan kendini alıkoyamamaktadır. Çünkü verilen sayılar hiç de küçümsenecek gibi değil.

Ali Haydar Haksal 27 Ekim 2017 tarihinde Milli Gazete’deki Bir Annenin Yakarışı ve Çırpınışı başlıklı yazısında “Oğlu adına kitabı imzalattı, konuştuk. Oğlu, iki soru yanlışla, derece ile Hava Harp Okulu’na girmiş. Ailesi istemediği hâlde. Pilot olma hayali varmış. Gece ansızın çocuklar bir emirle çadırlardan alınıp Sultanbeyli Orhanlı’ya götürülmüş. Orada silahlı bir çatışma yok, ölen de olmamış. Bir emirle götürülen bu çocuklar 16 aydır içeridedirler. “Oğlumun geleceği karardı” diyor. Anlıyorum ki onun için görevini bırakıp, oğluna yakın olmak için İstanbul’a taşınmış.” şeklinde serzenişte bulunan bir annenin duygularını kaleme aldı[3]. Birçok insan bu anne gibi aynı durumdan yakınmaktadır. Tutuklanan veya gözaltına alınan birçok insan hangi delil çerçevesinde tutuklandığını bilememektedir. Sadece tutuklanma sebebi olarak genel ifadeler kullanılmaktadır. Tutuklanmalar için gösterilen deliller ise birçok insanı tatmin etmemektedir. İnsanlar çevrelerine baktıklarında birçok insanın delil olmadan söylentiden yola çıkılarak açığa alındığına, bir geceliğine gözaltına alınıp serbest bırakıldığına, mesnetsiz bir şekilde gözaltına alınıp uzun süre tutuklu kaldığına, devletin bizzat ruhsat verdiği kurumlarda öğretmenlik yaptığı için lisans diplomasının iptal edildiğine[4] şahit olmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” şeklinde verdiği demeçteki[5] gibi birçok insanın halisane duygularla hareket etmesine rağmen birçok insanın resmî olarak “FETÖ” damgası yemesi ne kadar doğrudur? Sonuçta tüm hükümet yetkililerini yıllarca kandıran bir oluşum masum insanları kandıramaz mı? Meslekten ihraç edilen ve gözaltına alınan birçok insanın suçsuz çıkması durumunda yaşadıkları travmayı nasıl atlatacakları hesaba katılıyor mu? Birçok suçsuz insana “FETÖ” damgası vurulması vicdanları sızlatmıyor mu? Yargılamalar hakkaniyetli bir şekilde mi yapılıyor yoksa siyasi iradeden duyulan korku sonucunda mı hüküm verilmektedir? Ayrıca hükümet yetkililerinin 17 – 25 Aralık’ı referans noktası almaları ne kadar hakkaniyetli bir durum? 17 – 25 Aralık’tan sonra da söz konusu cemaate desteğini devam ettirenler “FETÖ” yaftasını hak ediyorsa söz konusu tarihten sonra da tüm cemaat kurumlarının ruhsatını iptal etmeyen hükümet yetkilileri neden aynı gazaba uğramamaktadır? Bu durumda söz konusu kurumların resmî olarak tanımaya devam eden hükümet yetkililerinin hiç mi suçu yok? Hükümet yetkilileri, insanların FETÖ ile münasebetlerinin derecesine bakmayıp kendilerini aklamak için önüne gelen listelerin doğruları yansıtıp yansıtmadığını incelemeksizin mesleklerinden ihraç edilmelerini doğrudan onaylamaları vicdanlarını rahatsız etmiyor mu? Yetkililer, sadece suçsuz olarak açığa alınan ya da gözaltına alınan anne, baba veya çocukların söz konusu durumdan etkilenmeyeceği ailenin tüm fertlerinin bu durumdan dolayı sarsılacağını düşünmektedirler mi?

İnsanlar doğal olarak suçlunun tutuklanmasına ve cezaya çarptırılmasına itiraz etmezler. Ama suçsuz olarak görevinden el etek çektirilen, kısa veya uzun süre gözaltına alınan masum insanları gördükçe insanın hukuka duyduğu güven azalmaktadır. Eğer toplum adalet kavramını bu kadar fazla gündeme getirmekte ve vurgulamakta ise ortada bir adaletsizliğin var olduğu şüphesizdir. Çünkü adaletin olduğu yerde adaletten veya adaletsizlikten bahsetmenin bir anlamı yoktur.

Bu manada yukarıda da denildiği gibi hiç kimsenin kurunun yanında yaşı yakma hakkı yoktur. Kurunun yanında yaşı yakmayı meşrulaştıranlar aslında anormal durumu normalleştirmeye kalkmalarından dolayı adaletsizce hükmetmiş sayılırlar. Bu kişiler ellerindeki teraziyi bir kenara atıp ellerinde kalan kılıç ile suçlu suçsuz demeden insanların canlarını yakmaktan başka bir şey yapmamış olmaktadırlar. Siyasi iradeden duydukları korku veya ad hoc (keyfî, kanunsuz) olarak verdikleri kararlar nedeniyle masum insanları yüreklerini dağlayanlar bizzat suçlunun kendisidir. Denildiği gibi suçu kanıtlanmamış her insan masumdur ve insanlık gereği herkes dini, mezhebi veya görüşü sormadan masumun yanında yer almak zorundadır.

 
[1] http://www.sabah.com.tr/onbes-temmuz-ihaneti/2017/07/09/1-yilda-11-bin-dava-47-bin-tutuklu-inlerine-girildi

[2] https://www.memurlar.net/haber/664803/son-khk-sonrasinda-toplam-ihrac-sayisi-102-bin-oldu.html

[3] http://www.milligazete.com.tr/makale/1279699/ali-haydar-haksal/bir-annenin-yakarisi-ve-cirpinisi

[4] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1269198-21-bin-ogretmenin-lisansi-iptal-edildi

[5] http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-tabani-ibadet-ortasi-ticaret-tavani-ihanet

YAZAR HAKKINDA
Hüseyin Arslan
Hüseyin Arslan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN