Abone Ol

Modernliğin İçselleştirilmesinde Politik Romantizm

Modernliğin İçselleştirilmesinde Politik Romantizm

Modernite kavramının, bugün dünyayı anlamakta kullandığımız anahtarlardan birisi olmasının anlamı, içinde yaşadığımız toplumsal hayatı biçimlendirmedeki etkinliğinden ileri gelir. Hatta toplumsal dünya üzerine yaptığımız değerlendirmeler açısından en başat durumu ifade eder. Bunun temelinde bilincimizin, dünyayı anlama ya da anlamlandırma aygıtı olarak başvurduğumuz bilginin modern karakterine boyanmış olması yatmaktadır. Fakat bu durumun bizi edilgin mi kıldığı yoksa bir yönelimin ya da tercihin neticesi mi olduğu tartışmalıdır. Modernlik, gökyüzünden üzerimize yağan bir yağmur gibi olmadığı için, ileri endüstriyel toplumlar ya da modernleşme aşamasındaki toplumlar arasında bir fark olmaksızın modernliğin toplumlarca yeniden üretildiğini de dikkate almak gerekmektedir. Örneğin rasyonalizmle ilişkili olarak ele alınması gereken faydacılık ilkesi ya da her ikisiyle de ilişkili olarak ve toplumsal kimlik üzerinden meşrulaştırılan öznellik fikri, dışarıdan zihinlere sokulmuş motivasyon kaynakları mıdır? Yoksa öznelliğimizin bir yönelimi olan faydacılık ilkesiyle hareket ederek rasyonelleşme eğilimi içine giren biz miyiz? Bu örneğe bakılarak şu soruyu da sorabiliriz: Öznelleşme ve rasyonelleşmenin doğal olarak ilişki içinde olduğu sekülerleşme süreciyle bilincimiz arasındaki bağıntı tek taraflı ve bir dayatmanın sonucu olarak mı vardır?

Moderniteyle kurduğumuz ilişki, genel olarak bilincimizin dünyayla kurduğu ilişkinin bir örneğidir: Bitmeyen bir etki-tepki ilişkisi vardır ki zaten mevcudatın değişiminin ve çeşitliliğin altında da bu durum yatmaktadır. Özet olarak söylenirse, bir nesnenin ya da olayın her bilinçte farklı bir yankısının olması gibi modernliğin her aşaması ve her coğrafyadaki yansıması da farklı olmuştur. Bu açıdan bakılarak en başından beri, birdenbire ortaya çıkmış tek bir modernlikten değil, henüz ortaçağlarda atılan tohumları farklı iklimlerde hayat bulmuş birçok modernlik olduğundan da söz edenler olmuştur.

Modernliğin temel karakteristiklerinden olan rasyonalizmin yaşam dünyasının her alanı üzerindeki artan belirleyiciliği dikkate alınırsa, aklîleşmeyle beraber ve ona karşı biçimlenmiş fikir dünyamızın yeniden inşâ sürecinde, farklı hatların mevcudiyeti ve kesişimleri de daha görünür olmaktadır. Osmanlı toplumsal varlığının Avrupa karşısında çözülmeye başladığı süreç, aynı zamanda bu çoklu gerçekliğin farklı yüzleriyle aynı anda temas etmek anlamına da gelmekteydi: Rönesans döneminde kritik bir boyut kazanarak toplumsal alanda izhar olan modernite, Osmanlı'da siyasal karşılığının belirginleşmeye başladığı on sekizinci yüzyılda ideolojilere yön verene kadar bazı mühim dönüşümlerle çeşitlilik kazanmıştı bile. Bilimsel ve düşünsel alanda deneyci rasyonalizm, pozitivizme doğru evrilirken, Rönesans'ın hâlâ daha dünyayı açıklamada dini merkeze alan yaklaşımı da çözülmekteydi. Osmanlı münevveri üç tarz-ı siyaset söylemlerini kurarlarken akıl, her alanda giderek daha da mutlaklaştırılmaya devam etmekte ve akılsal gerçeklikle ilişkiler farklı söylemlere vücut vermekteydi.

Sanatsal bir tutumu ifade ederek ortaya çıkan romantizmin toplumsal ve siyasal alanla teması, bu sürece denk gelmesi itibariyle bir anlamda akıl ile ilişkilenmenin farklı boyutlarından birini temsil etmiştir. Varoluşa ilişkin anlamlandırmanın yön arayışlarından birisine karşılık gelir. Geleneksel dünyanın hızlı ve kökten değişimlere kapalı sanatının yerine, Rönesans ile birlikte arayışın kendisinin biçimi oluşturmaya başlamasının geçmesi birçok mecra yanı sıra romantik yönelimi de ortaya çıkarmıştır. Arayışın biçime dönüşmesi bir kriz olarak modernliğin farklı yönelişlerinin merkezinde yer almaktadır denilebilir. Nihayet, modernleşme sürecinde dinî açıklamaların gücünü yitirmesiyle aklın mutlaklaştırılması arasındaki ilişki, bugün dahi sanatsal, toplumsal ve siyasal düşüncede bir kriz suretinde varlığını sürdürmektedir. Bu krizin, gerçekliğin tanımına ilişkin bir anlam arayışı olarak özetlenmesi, onun modern insanın da var olma biçimi olmasına karşılık gelir.

Osmanlı modernleşmesinin siyasal zeminini oluşturan "gerileme" fikrinin istikamet verdiği arayışlar içinde romantik söylemin izini süren Hasan Aksakal'ın "Türk Politik Kültüründe Romantizm" isimli çalışması, hem söz konusu krizin boyutlarını gösterir hem de onunla açılan pencerelerden görülebilen manzaraları tasvir eder. Romantizmin politik karşılıkları, Osmanlı ve cumhuriyet dönemi siyasal düşüncesine etkisi, entelektüellerin romantizmle etkileşimleri gibi daha genel meseleler yanı sıra romantizmin etkisi altında vatan ve devlet söylemlerinin mitolojik kavranışına bağımlı tarih yazımının ve politik kültürdeki birçok öğenin kaynak ve ilişkilerinin gösterilmesi gibi bilimsel çerçevede problem olarak daha önce detaylıca ele alınmamış konularını içerir.

Baudelaire, on sekizinci yüzyılda kamuoyunun ortaya çıkışında edebiyatın aktif rolüne değinirken, özellikle Paris'te kafelerde bir araya gelen farklı düşünceden insanların tartışmalarına değinir. Ona göre modernlik bir anlamda sanatın "ayağa düşmesidir"; geleneksel dünyada sanatın daha çok yüksek kültüre içkin oluşu, saraylarda ve hamilerle icra edilmekteyken artık sokaklarda hayat bulmaya başlamasıdır kastı. Sanatla beraber siyasetin de konuşulduğu kafeler, insanların gelişen durumlar hakkında bilgilenmeleriyle birlikte gruplaşmalarına da olanak tanıyarak kamuoyunu ortaya çıkarmıştır. Aksakal da on dokuzuncu yüzyılda politik odağın saraylardan sokaklara ve kafelere doğru açıldığı kitleselleşme çağında romantizmin farklı siyasal söylemlerle toplumsallaşmasına değinir. Bu toplumsallaşma, zaman içinde birbirinden ayrışan politik fikirlerin her birinde belirli bir tonda varlığını sürdürecek olan romantizmin siyasal var olma koşuludur da.

Romantik sanatçı gibi politik söylem de doğrudan bütünle beraber, toplumsal alandadır. Bu sebeple, dünyaya ilişkin bakış açısında aklın düzenleyici ilke olarak merkeze yerleştirilmesine itirazla özneyi söz konusu düzenin içinde, onunla bütünlüklü olarak tespit etme fikri, romantik söylemin temelinde yer alır demek mümkündür. Bu durum, özerklik ve öznellik açısından romantizmin modern varoluşunu gösterdiği gibi amaçladığı bütüne katılım yönünden özgünlüğünü de gösterir. Özgün yönü itibariyle öznenin bütüne katılımı, sanatçının kendini doğayla da özdeşleştirmesine olanak sağladığı gibi, politik öznenin de sosyal bütünlükle temasını yapılandırır. Siyasal alanda tümdengelimsel aklî çıkarımların sistematikleştirilmesine karşılık gelen ideolojilerin dolduramadıkları bireysel/duygusal açıkları romantizm aracılığıyla kapatmalarıyla eş anlamlıdır bu. Aksakal'ın, vatanın mitolojikleştirilmesiyle ilişkili olarak dile getirdiği devlet mitinin, üç tarz-ı siyaseti de temellendirmiş oluşundaki romantik çerçeve bu kapsamda dikkat çekici bir işleve sahiptir: Devleti kurtarma misyonu Batıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük için müşterek aklîleşmeyle beraber her birine kendi yönelimleri doğrultusunda romantik aygıtlar da tahsis etmiştir. Bu siyasetlerin birbirleriyle temas noktalarında da bir geçişken sağlayan romantik aygıtlar; savaş şartları içerisinde zamanla millî mücadeleye de biçim verecek olan millî ruhun çatısını da oluşturmuşlardır. Batıcılık bu ruha anti-emperyalizmle eklemlenirken İslâmcılık ve Türkçülük akımları daha ziyade Osmanlı tarihinden süzülen, İslâm'ı temsil etme misyonuyla hareket etmiştir.

Bu anlamda Hasan Aksakal'ın çalışmasında tarih yazımına ilişkin değiniler mühimdir: Çünkü Tanzimat sonrasında Namık Kemal ile belirginleşen millî ruh inşâ etme eğilimleri, özellikle cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde Gökalp'in millî kültürü (harsı) muasır medeniyete önceleyen eklektik çözümlemesiyle doğrusal bir hatta bir arada bulunarak tarihi "öze dönüş" fikrinin âlet çantasına indirgemiştir. Bu eğilim bugün de devam ederken kişi, olgu ve olayların mitleştirilmesi de aynı romantik motivasyonlar ekseninde sürdürülmekte; belki kitle iletişiminin artan gücü oranında gündelik siyasetin söylem deposu olarak tarihe müracaat da artmaktadır.

Millî kültürle imlenen ruhun yaslandığı söylemin kartezyen felsefî kaynakları yanı sıra kendi başına uluslaşma sürecinin Avrupa'daki kapitalist gelişmenin bir gereği ve sonucu olarak görülememesi de romantizmin etkili işlevselliklerinden birine işâret eder. Uluslaşmaya ilişkin olarak Fransız İhtilâli'nin bir milat olarak kabul edilmesi yaygınsa da bu miladî kırılmanın kapitalizm dolayımında değerlendirilememesi, modernliğin salt kültürel düzeyde okunmasında görüldüğü gibi uluslaşmanın da ekonomiden soyutlanmış bir siyasal değer üzerinden okunmasıyla paraleldir. Ancak Aksakal'ın dikkat çektiği nokta, ulusalcı-milliyetçi söylemin, ekonomiyle siyasetin karşılıklı ilişkilerinde yaptığı bu perdelemeden ziyade kapitalist değerlerin içselleştirilmesi ve beraberinde gelen bozulmanın altında yatan ekonomik liberalizmdir. Millî kültürün maddî unsurlarında bir yenileşme eğilimini ifade eden alafrangalaşmanın taşıyıcısı olan DP, ANAP gibi liberal ekonominin etkin aktörleri, "Batı'nın ahlâkı"ndan soyutlanabilecek tekniğin ithalatıyla muhafazakâr kitlelerin teveccühüne mazhar olarak küresel kapitalizme entegrasyonda önemli bir rol üstlenmişlerdir. Milliyetçi karakterin kapitalist belirlenimin bir nesnesinden ibaret oluşunu gösteren ilginç bir örnek de olan bu durum bir diğer romantik söylem ögesi olan mukaddesatçılıkla da ilişkilidir: 1980 öncesinin politik koşullarında Komünizm tehlikesinin bir araya getirdiği kesimler için romantik söylem, küresel kapitalizme meyyal ekonomik tedabiri görünmez hâle getirmiştir. Sol düşünce de benzer bir yoldan ilerlemiş ve bugünkü kültürel okumaya odaklı, ekonomik bütünü ve sosyal gerçeklik faktörünü göz ardı eden söylemler için hayâlî bir zemin inşâ etmiştir: Millî ruhtan hareket eden anti-emperyalist soldan evrenselci demokratik sola, rasyonelleşmenin erişemediği her nokta romantikleştirilerek söylemlere eklenmiştir.

Bir kök-ideoloji olan modernitenin felsefî, bilimsel ve dinî yönleri yanı sıra dikkat gerektiren teknik, sınaî ve ekonomik yüzleri, toplumsal dünyanın çeşitli katmanlarında ve özellikle siyasal katmanında ortaya çıkan etkiler itibariyle birbirinden ayrılamayacak bir bütünlük teşkil eder. Hasan Aksakal'ın "Türk Politik Kültüründe Romantizm" isimli çalışması ekseninde dile getirilirse, bu bütünlüğün topluluklar nazarında birbirinden kopuk parçalarının, varoluşun olduğu gibi sosyal dünyanın da düzenli görünümünü sağlayan bir akıl ilkesi etrafında organize edilmesi modernliğin tek anlamı değildir. Rasyonalizasyon yanı sıra romantizasyon da modernliğin göstergelerinden birisidir. Aynı zamanda onun gibi her toplulukça da yeniden üretilmektedir.

YAZAR HAKKINDA
Alper Gürkan
Alper Gürkan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN