Abone Ol

Himaye ve Liyakat

Himaye ve Liyakat
Son yıllarda İslam bilim tarihine dair meseleler, entelektüel camiada hiç olmadığı kadar kendine yer bulmaktadır. İslam dünyasının Batı karşısında süregelen apolojist (özür dileyici) söyleminin ters yönlü bir uzantısı olarak, maalesef bu yer buluş genellikle sadece tarihteki başarılar üzerinden övünmeye dayalı olmaktadır. Bir nevi “İslam terakkiye mani değildir.” söyleminden “Zaten en önemli bilimsel buluşları Müslüman âlimler yapmış.” söylemine geçiş yaşanılmaktadır. Bir yandan sıfır rakamından Amerika kıtasına ilk önce kim buldu tartışmaları yapılırken, diğer yandan da Batı bizden şunları aldı ya da çaldı iddiaları dile getirilmektedir. Batı merkezli kurgulanan bilim tarihi çalışmalarından dolayı Müslümanlar da kendi bilim tarihlerini kendi iç bütünlüğü içerisinde değil, Batı’ya yaptığı etki üzerinden değerlendirmektedir. Bilimsel gelişmeler ve çalışma süreçleri kendi tarihi bağlamı içerisinde değerlendirilmeyip, daha çok Batı karşısında popülist ve iddialı olabilecek isimler, buluşlar üzerinden okunmaktadır. Bundan dolayı bilim tarihi çalışmaları kültür hafızamızı diriltecek ve ileriye ışık tutacak düzeye ulaşamamaktadır. İslam bilim tarihindeki figürler ve başarıları, adeta bugünkü bilim alanındaki başarısızlığımızın ilacı olarak kullanılmaktadır sadece. Bu ilaç bizi anı kurtarmak suretiyle geri kalmışlık(!) acımızı dindirse de, derdimize deva olmaktan çok uzaktır.

İslam bilim tarihini nasıl anlamamız, anlamlandırmamız gerektiği elbette kısa bir yazıda anlatılamaz. Bundan dolayı bu yazıda en çok yapılan hatalara örnekler verip, bakış açımızın nasıl olması gerektiğine dikkat çekilecektir. Öncelikle yaygın “İslam bilim tarihi” kullanımındaki “İslam” sözcüğü üretilmiş olan bilimin “islami” olduğu anlamında kullanılmamaktadır. Burada sadece Müslümanlar tarafından üretilen bilim de kastedilmemektedir. Çünkü İslam bilim tarihi içerisinde İshak bin Huneyn gibi özellikle tercümeler döneminde etkin rol alan Hristiyanlar da bulunmaktadır. Bu isimlendirmeyle tarihsel olarak Müslümanların yönetiminde üretilen bilim kastedilmektedir. İslam bilim tarihinde üretilen bilginin ve o döneme katkı sağlayan isimlerin bir kutsiyeti ya da aşkınlığı da yoktur. Ama bugün o isimler yaptıkları çalışmalar üzerinden anlaşılmak yerine, isimleri ve ezberlenmiş sığ başarı hikâyeleri üzerinden putlaştırılmaktadır. Tarihi metinler sırf kutsiyet atfettiğimiz Müslüman bilim adamları tarafından yazıldığı için bugün yazılmış gibi değerlendirilme hatasına düşülmektedir. İslam âleminin bugünkü kurtuluşu İslam bilim tarihi içerisinden cımbızlanan İbn Rüşd ya da İbn Arabi gibi bir kurtarıcıya atfedilebilmektedir. İbn Sina tıbbı, üzerinden geçen 1000 yıla rağmen hala alternatif tıpçıların referans kaynağı olabilmektedir.

Bütün bu kafa karışıklığının ve popüler söylemlerin arasında asıl sorulması gereken sorulara sıra gelmemektedir. İbn Sina’nın Türk mü yoksa İranlı mı olduğu hatta mezhebinin ne olduğu tartışılırken, İbn Sina’nın çalışmaları ve metodu bütünlük içerisinde değerlendirilmemektedir. Örneğin 1000’li yıllarda 18 yaşındaki İbn Sina’nın, 27 yaşındaki Biruni ile mektuplaşmalarında ışığın hızının ölçülüp ölçülemeyeceği tartışmasını neyin motive ettiği üzerinde durulmamaktadır. Daha genel olarak sorarsak o dönemde Müslüman bilim adamlarının etkin bilimsel çalışma yapmalarının sebebi neydi? İslam bilim tarihi oryantalistlerin etkisiyle genelde tercümeler dönemiyle başlatılır. Ama tercüme yapacağınız alanın bilgisine hâkim olmadan sadece yabancı dil bilgisiyle tercüme yapılamaz. Alana bu hâkimiyet nasıl sağlandı? Müslümanlar neden fethettikleri toplumlardaki entelektüel birikim karşısında dâhil olan konumunda değil de kapsayan konumunda oldular? Ve en önemlisi tercüme yaparken bir amacınız olması lazım. Müslümanların tercüme hareketlerindeki ve bilimsel çalışmalardaki motivasyonlarını ne sağlamıştı? Bilim tarihçisi Peter Whitfield o dönemi değerlendirirken acaba bilginin kendisi de fehmedilmesi gereken bir ülke olarak mı görülmüştü diye sormaktan kendini alamamıştır. Yine Whitfield’e göre İslam’ın en büyük keşfi “himaye” anlayışıdır. Müslümanlar karşılaştıkları yeni kültür karşısında asimile olmazken, o kültürü de asimile etmemeyi, kültürel çoğulculuğu sağlamayı başarmışlardır. Sasani İmparatorluğu 636 yılında Hz. Ömer tarafından fethedildiğinde Müslümanların ne büyük şehirler yönetmeye dair tecrübeleri vardı ne de buna dair teorik bilgileri. Fetihten sonra ülke yönetiminde liyakat sahibi kim varsa onu “himaye” ettiler ve görevinde bıraktılar. Sonraki süreçte de kendileri de devlet yönetimini öğrenmeye çalıştılar. Bundan dolayı ilk tercüme edilen kitaplar ağırlıklı olarak yönetimle ilgilidir. Bu himaye anlayışı sadece yönetim ile sınırlı değildir, bütün entelektüel faaliyetlere yaklaşım bu çerçevede olmuştur.

İslam’ın bilimsel çalışmalardaki bu himaye anlayışı fethedilen bölgelerdeki farklı dinden olan insanların örneğin Süryanilerin, Paganların entelektüel camia içerisinde kalabilmelerine ve sadece liyakat üzerinden değerlendirme yapılmasına sebep olmuştur. Günümüzde ise maalesef bu anlayıştan çok uzaktayız. Bu durumu İslam bilim tarihinden ünlü bir isim üzerinden örneklendirmeye çalışalım. Arapların Galeni (Câlinûsu’l Arab’) olarak bilinen Ebu Bekir er-Razi (865-925), tıbbın yanında simya, tabiî bilimler, mantık, astronomi, felsefe ve din ile de ilgilenmiştir. Abbasiler zamanın Halife Müktefî-Billâh’ın daveti üzerine Bağdat’a gitmiş ve orada büyük bir hastane kurmuştur. Razi aynı zamanda deist dünya görüşünü temellendirmeye çalışan bir filozoftur. Ona göre Allah’ın verdiği akıl dünyada düzeni sağlamak için yeterlidir. Adalet içerisinde ve mutlu yaşamak için dine ve bir peygamberin rehberliğine gerek yoktur. Bu cüretkâr görüşlerine karşı dönemin âlimleri tarafından reddiyeler yazılmıştır ama bu görüşleri onun entelektüel camiadan dışlanmasına veya tıp alanındaki çalışmalarının kabul görmemesine sebep olmamıştır. Günümüz bilim dünyasında uzmanlaşma ön planda olduğu için klasik gelenekteki gibi çok yönlü âlimler yok. Ama yine de Razi’nin günümüzde yaşadığını düşünelim, şöyle bir tablo ile karşılaşırdık sanırım: Ehl-i sünnet çizgisi dışında herhangi bir söylemde bulunan kişileri sosyal medya üzerinden tekfir etmeyi kendine görev bilen hocalarımız Razi’ye reddiye yayımlamak yerine, Twitter’dan hedef gösterip tekfir ederlerdi. Sonrasında bu hocanın fanatik takipçileri konunun aslında tam olarak ne olduğuyla hiç ilgilenmeden, Twitter’da linç kampanyası başlatıp, #Razisözünügerial, #Raziistifa şeklinde tt çalışması başlatırlardı. Sonuç itibariyle bu kişi itibarsızlaştırılıp, tıp alanındaki çalışmalarına karşı da bir ambargo uygulanırdı. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere günümüzde bu hoşgörü anlayışından çok uzaktayız maalesef. Hemen hemen her gün çeşitli konularda gösterdiğimiz refleksin de bir özeti aslında bu kısa temsili hikâye.

Günümüzde insanları değerlendirirken liyakat dışında hemen hemen her şey göz önünde bulundurulmakta ve bizim gibi düşünmeyene karşı ise bırakın himaye etmeyi, hiçbir şekilde tahammül gösterilmemektedir. İslam bilim tarihini geçmişte var olan ama bugün olmayan ne sorusu üzerinden değerlendirdiğimizde her halde öncelikli olarak bu iki kavram kalır elimizde: himaye ve liyakat.

Kaynakça:

  1. İslam’da Bilim ve Teknik (Cilt 1), Fuat Sezgin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2007
  2. Batı Biliminde Dönüm Noktaları, Peter Whitfield, Küre Yayınları,2008
  3. İhsan Fazlıoğlu Medeniyet Okumaları ders notları (2017-2018)
  4. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=340479&idno2=c340339#1
 

YAZAR HAKKINDA
Esra Aksoy
Esra Aksoy
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN