Abone Ol

Gelişen Teknoloji ve Değişen Aile

Gelişen Teknoloji ve Değişen Aile
 

Aile üzerindeki değişimlerin başlaması ve ailenin planlanan bir mefhuma dönüşme süreci Sanayi Devrimi sorasında Batı’da ortaya çıkan yeni toplumsal düzenle başlamıştır. Dinin dinamikleri tarafından şekil alan ailenin yerine devletin yönlendirmesiyle düzenlenen bir aile yapısı ortaya çıkmıştır. Modern zamanlarda değişen toplumsal dinamikler doğrultusunda, toplumun en küçük yapı taşı olarak tanımlanan ailenin de hem toplum içerisindeki hem de kendi içerisindeki yapısı çeşitli değişikliklere uğramıştır. Özellikle liberal akımlarla bireyciliğin vurgulanması ve feminist akımlarla ailedeki ataerkilliğin sorgulanmasıyla aile içerisindeki eşlerin rollerinde de büyük değişiklikler yaşanmıştır. Postmodern zamanlarda ise ailedeki değişimler sadece sosyal ve siyasî değişikliklerden değil, gelişen teknolojiden de etkilenmeye başlamıştır. Taşıyıcı annelik, sperm ve yumurta bağışı ve son olarak genetik müdahalelerle ortaya çıkan yeni imkânlar doğrultusunda hem “anne-baba” olmanın hem de “aile”nin ne anlama geldiğini tekrardan düşünmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalınmıştır. Her ne kadar bu işlemler Türkiye’de şu an yasal olarak yasak olsa da dünyanın çeşitli yerlerinde uygulandığını ve gelecekte bizleri bekleyen sorunlar olarak göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamakta fayda var. Ayrıca sağlık turizmi ile bu işlemlerin yapıldığı ülkelerde bu hizmetlerden faydalanılabildiğini de göz ardı etmemek gerekmektedir.

Ülkemizde taşıyıcı annelik genellikle “Torununu doğurdu!” gibi sansasyonel haberlerle gündeme gelmektedir. Taşıyıcı annelik, rahminde hamile kalmaya engel olan bir rahatsızlığı bulunan bir kişinin yumurtası ve eşinin spermleri alınarak tüp bebek yönteminde kullanılan teknikle laboratuvar ortamında döllenmesinden sonra embriyonun üçüncü bir kişinin -yukarıdaki tarzda haberlerde genellikle anneannenin- rahmine yerleştirilmesi işlemidir. Sperm ve yumurta bağışına izin verilen ülkelerde bu kombinasyon çok farklı şekillerde de yapılabilmektedir. Bağışlanan sperm ve yumurta, taşıyıcı anne, sahiplenen anne ve baba derken bir çocuk beş ebeveyne kadar sahip olabilmektedir. Burada biyolojik anne ve babanın bilinmemesi, gizli tutulması gibi sebeplerden dolayı nesebin karışması çok ciddi bir problem olarak önümüzde durmakla birlikte taşıyıcı annenin durumu da ayrıca dikkat çekicidir. Taşıyıcı annelik ile “anne” olmak artık doğumdan sonra elde edilen bir statü değil, bir iş, satılan bir hizmet haline gelmiştir. Genellikle para karşılığı yapılan taşıyıcı annelik kadın bedeninin araçsallaştırılmasından dolayı çokça eleştirilmektedir. İslam dini açısından ise, yöntemin ilk ortaya çıktığı dönemde fıkıh âlimlerinden taşıyıcı annelik ile sütannelik arasında benzerlik kurup uygunluğu yönünde fikir beyan edenler olmakla birlikte günümüzde haram olduğu konusunda uluslararası birçok farklı kurumdan fetvalar mevcuttur.

Taşıyıcı annelik yöntemi ilk etapta yumurtaları mevcut olan ama rahmindeki rahatsızlıktan dolayı çocuk sahibi olamayanlara yönelik bir tedavi olarak ortaya çıkmış olsa da günümüzde eşcinsel çiftlerin yumurta bağışı aracılığıyla genetik olarak “babaları (!)” olacakları çocuk sahibi olmalarına imkân tanımıştır. Sağlık turizmi sayesinde yasaklar da bir noktada işlevsiz hale geldiği için bu tür uygulamaların, din ve hukuk tarafından yasaklanmış olsalar da başka bir boyutta, sosyal ve psikolojik açıdan tartışılması gerekmektedir. Bir çocuğun iki baba (!) tarafından, postmodern olarak birçok ülkede kabul gören bir aile (!) içerisinde yetişmesi o çocuk ve o toplum için ne ifade etmektedir? Yapılan araştırmalar taşıyıcı annelerin çoğunun doğumdan sonra bebekleri vermede güçlük çektiklerini ve her ne kadar kalıtımsal olarak annesi olmasalar da doğurdukları çocuklar ile kontaklarının devam etmesini istediklerini ortaya koymuştur. Hem taşıyıcı anne açısından hem de kendisini doğuran insanı belki de hiç tanıyamayacak olan çocuk açısından yapılan işlemin uzun vadeli psikolojik sonuçlarının da ortaya konulması gerekmektedir.

Kısa zaman önce “Üç ebeveynli bebek” haber başlıkları ile gündemimize giren bir diğer teknolojik gelişmeyse, mitokondrial DNA’sında kalıtımsal bir hastalık taşıyan kadına uygulanan tedavi yöntemidir. İnsanlar anneden ve babadan gelen ve çekirdekte bulunan DNA’nın yanında mitokondride bulunan ve sadece anneden alınan mitokondiral DNA’ya sahiptirler. Burada uygulanan yöntemde mitokondrial DNA’sında genetik hastalık taşıyan kadının yumurtası ve eşinin spermi laboratuvar ortamında döllendirildikten sonra döllenmiş yumurtadaki çekirdek çıkarılıp bir başka kadının çekirdeği çıkarılmış yumurtasının içerisine yerleştirilmiştir. Yani doğan bebek anne ve babasının DNA’larına sahip olmakla birlikte, yumurta bağışçısının da mitokondrial DNA’sına sahiptir. Şu ana kadar Yunanistan ve Ukrayna’da uygulanan yöntem, teknik olarak yumurta bağışının yasal olmasına ihtiyaç duyduğu için ülkemizde yasal açıdan problemli gözükmektedir.

Yukarıda anlatılan hali hazırda dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanan bu teknolojik yöntemler, aile mefhumu üzerine dinî, hukukî, ahlâkî, sosyal ve psikolojik düzlemde derinlemesine çalışmalar yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu tür gelişmeleri sadece çocuk sahibi olamayanlara yönelik masumane tedavi yöntemleri olarak ya da şu an ülkemizde yasal olmadığı için bizlere çok uzak problemler olarak değerlendirmeyip, daha geniş perspektiften bütün yönleriyle anlamlandırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Özellikle teknolojik gelişmelerin gelecekte sağlayacağı daha geniş imkânlar ve bunlardan dolayı ortaya çıkacak yeni sorunlar göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin ana rahmine ihtiyaç duyulmaksızın bebeğin gelişimine imkân sağlayan yapay rahimler aşırı feminist gruplar tarafından kadını bebek taşıyıcılığı yükünden(!) kurtaracağı için hararetle beklenmektedir. Günümüzde uygulanan taşıyıcı annelik uygulamaları bebek sahibi olmak için bir başkasının bedeninden hizmet almaya olanak tanırken, zihinlerimizi de gelecekte bu hizmetin bir makineye aktarılmasının kabullenilebilir olmasına hazırlamaktadır bir nevi. Anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aileyi eleştirip, geçmişi yücelten ve geniş aile özlemi içeren söylemleri dillendirirken çekirdek ailenin yıkımının da çok yakın olduğunun farkında olmalıyız.

 

Yararlanılan Kaynaklar

Abdurrahman Arslan, Sabra Davet Eden Hakikat, Pınar Yayınları.

Sevtap Metin, Biyo-Tıp Etiği ve Hukuku, BETİM Yayınları.

Ahmet Ekşi, İslam Tıp Hukuku, Ensar Yayınları.

YAZAR HAKKINDA
Esra Aksoy
Esra Aksoy
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN