Abone Ol

İbadetin Sosyolojisi

İbadetin Sosyolojisi
                                                                                                                                                    İlyas Ermiş

Her bir insan teki, bireysel olarak bir toplumun / bir topluluğun doğal üyesidir. Birlikte yaşadığı, aynı havayı soluduğu, beraberce sevinip beraberce üzüldüğü kendi gibi hemcinslerinden oluşan bir toplumun / bir topluluğun ayrılmaz parçasıdır. Bu demektir ki insanların bireysel davranışlarının / dokunuşlarının / eylemlerinin sosyolojik sonuçları vardır. 

İnsanın tanrıya bakan yüzü ile topluma / tabiata bakan yüzü birbirinden ayrı / birbirinden farklı değildir. İnsanı tanrıya yönelten inanç ne ise, toplumla / tabiatla olan ilişkilerinde sorumlu kılan inanç da odur.

İnsan tanrı ile olan münasebetlerinde ayrı, varlık âlemiyle olan münasebetlerinde ayrı bir tutum içinde olamaz / olmamalıdır. Esasen ibadet kavramı, insanın hem tanrı ile hem toplum ile hem de tabiat ile olan ilişki biçimlerinin tümünü kapsar. Bu münasebetlerin biri diğerinden ayrıştırılarak ibadet kavramının kapsamı dışında tutulamaz.

İbadet insanda sorumluluk duygusunu geliştirir. Buradan hareketle bireysel ibadetler (namaz, oruç) ile sosyal / kamusal sorumluluklar arasında güçlü bir ilişkinin var olduğu söylenebilir pekâlâ. Hatta bireysel ibadetlerin insanı sosyal / kamusal sorumluluklar kuşanması yönünde eğittiği / donattığı / duyarlı hale getirdiği dahi söylenebilir.

Her bireysel ibadet beraberinde bir sosyal sorumluluk getirir. Her bireysel ibadet insana sosyal sorumluluklarını hatırlatır. Her bireysel ibadet insana sosyal sorumlulukların da esas itibariyle ibadet kavramı içinde yer aldığı bilincini verir.

Her bireysel ibadet aynı zamanda insana yardımlaşmayı / dayanışmayı / paylaşmayı öğretir.  Hem bireysel sorumluluklar (hasenat) hem de sosyal sorumluluklar (salihat) insanı Allah’tan başkasına yönelmekten, Allah’tan başkasına güvenmekten alıkoyar.

Hiçbir ibadet tek yanlı / tek yönlü / tek yüzlü değildir. Sözgelimi namazın, orucun olduğu yerde yetimin, yoksulun, muhtacın, yolda kalmışın görülmesi düşünülemez. Çünkü Allah’ın hakkı ile Allah’ın kullarının hakkı, biri diğerinden ayırt edilemeyecek kadar iç içedir. Esasen Allah’ın hakkı ile kulun hakkı diye bir ayırım / bir ikilem de söz konusu değildir.

Bireysel ibadetler insanda tevhit bilincini, sosyal sorumluluklar adalet duygusunu geliştirir / geliştirmelidir. Bu aynı zamanda tevhit ve adalet kavramlarının da iç içe olduğu gerçeğini gösterir. Biri olmadan diğeri olmaz / olamaz. Birinin varlığı diğerinin de varlığını gerekli hatta zorunlu kılıyor.

Bireyi sosyal sorumluluk alanında duyarlı kılmayan / kılamayan bireysel ibadetler, sadece içi boşaltılmış ritüellerden ibaret kalır. Ruhu ölmüş, anlamını yitirmiş, amacından uzaklaşmış ritüeller, birey adına bir kazanç olmaktan ziyade bir kayıptır.

Din olgusal olarak da kavramsal olarak da her türlü inanma ve yaşama biçimini ifade eder. İnsanlar neye inanıp güveniyor ve nasıl yaşıyorsa dinleri de odur. Her bir insan teki hiçbir baskı ve dayatmaya maruz kalmaksızın kendi hür iradeleriyle diledikleri inancı ve yaşam biçimini seçebilmelidir.

Allah indinde kıymeti ve değeri olan din, tevhidi ve adaleti esas alan, bireysel ibadeti sosyal sorumluluklardan ayırmayan dindir.

YAZAR HAKKINDA
İlyas Ermiş
İlyas Ermiş
YORUMLAR
Ekrem baytap
15-10-2018 - 07:26
İnanç ve o inancın gereği olan ibadet şüphesiz ki toplumsaldır. Ama; gerçek DİN Yaratıcı ile kurulan SAF iletişimin adıdır. Bu iletişim çoğu zaman sosyal hayattaki inançlarla ters düşebilmektedir. Saf imanda her hangi bir karşılık beklentisi ( cennet) yoktur. Ama sosyal inançlarda beklenti (cennet, ganimet, huri..vs.) çok yüksektir . Bu nedenle SAF DİN olması çok zordur.
YORUM YAPIN