Abone Ol

Paranoyaklar İçin Hayat Rehberi

Paranoyaklar İçin Hayat Rehberi
                                                                                                                                                                         Esra Aksoy

Hayat bize verilmiş bir paket programmış gibi davranılıyor ve bu programdaki seviyeleri kurallarına uygun bir şekilde zamanında bitirmediğimizde sanki bu programda gerilerde kalmışız ya da diskalifiye olmuşuz gibi bir tepki veriliyor. Hayatımız bizim adımıza programlandığı için, sistemin tasarısının dışına çıkıldığı an çirkin ördek yavrusu muamelesi görüp, toplum tarafından ayıplanmanız kaçınılmaz oluyor. Sistemin dayattığı hayat da çok matah bir şey olmamakla birlikte öldürmese de süründürüyor. Şöyle ki, paket programın seviyeleri arasındaki geçişler çocukluk ve gençlik yıllarında kurumlar aracılığıyla sıkı bir şekilde denetleniyor ve sisteme uygun bireyler haline geldiğinizden emin olunuyor. İlkokul ile başlayan serüven, sekiz yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitim fiyaskosundan sonra dört yıl sonra şaşırtıcı bir şekilde sınavsız olarak başka bir eğitim kurumunda, ortaokulda devam ediyor. Sistemin öğütücü dişlileri de tam olarak bu dönemlerde devreye girmeye başlıyor. Bundan sonra gideceğiniz kuruma, ki bu kurum gideceğiniz üniversite, sonrasında yapacağınız meslek ve tabi ki bu meslekle yakından ilişkili olarak sahip olacağınız hayat standardını bile etkileyecektir, bu dört yılın sonunda yapılan merkezi bir sınavda aldığınız puana göre karar verilir. Şimdilerde TEOG diye isimlendiriliyor sanırım. Artık sınavların isimlerindeki değişimleri takip edemiyorum. Ablam ortaokuldan sonra fen liseleri sınavına girmişti, ben ilköğretimden sonra LGS’ye (Lise Giriş Sınavı), bir küçük kardeşim OKS’ye (Ortaöğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı) – İtiraf ediyorum açılımına Google’dan baktım.- en küçük kardeşim ise yedi ve sekizinci sınıf olmak üzere iki kere SBS’ye (Seviye Belirleme Sınavları) girdi. Bu kadar değişiklik aile bireyleri arasında sırasıyla denendiği için, aile içinde sınava girecek başka kimse kalmayınca biz de sistemi takip etmeyi bıraktık. Neyse devam edelim. Puanınıza göre yerleştiğiniz lisede bu sefer hayatınızın belki de en önemli sınavına ya da sınavlarına girmek için hazırlanmaya başlarsınız. En son kaç tane sınava indirdiler, sınavlar ne kadar süre arayla yapılacak, isim kısaltmaları nedir gibi soruların cevapları öğrenmek isteyeceğim en son şey olduğu için Google’dan son durum hakkında bilgi dahi edinmiyorum. Sorunlarda da herhangi bir değişiklik olmadığını bir araya gelip, muhabbet ettiğimiz liseli arkadaşlardan takip edebiliyoruz zaten. Okul dersleri ile sınav sisteminin uyuşmazlığı, öğretilen bilgilerin işlevselliğine dair perspektif verilmemesi, sadece test çözebilme üzerine kurulu bir başarı anlayışı, dershanelerin pahalılığı (dershaneler kapatılmamış mıydı?) pardon kursların pahalılığı… Yıllar ilerliyor, ama sorunlar değişmiyor anlayacağınız.

Lise döneminin bitmesiyle birlikte hayatımızın kurumlar aracığıyla sıkı sıkıya kontrolü de bitiyor aslında. Bu defa sistem görünmez kontrol mekanizmalarını devreye sokuyor: Paket program olarak gördüğümüz yaşamımızı akranlarımızdan geri kalmadan (!) ve geleceğimizi garanti altına almaya çalışarak (!) yaşama kaygısı… Şöyle ki liseden mezun olup, aynı yıl üniversiteye yerleşip, bölümünüzü zamanında bitirmeli. Mezuniyetten sonra erkekseniz askerlik meselesini halledip, işe girmeli. İş ile birlikte genellikle arabaya da sahip olunması gerekir. İlk araba alma girişimiyle birlikte hayatı borçlara göre yaşama evresi de başlamış olur. Yaşamaya devam ederken bir yandan taksit ödemezsiniz, taksitlerinizin yanında elden geldiğince gelecekte mutlu olacağınız günlerin hatırına yaşarsınız. İşler tıkırında gittiğinde çevreden hadi artık evlenmiyor musunlar başlar ve sonra evlenirsiniz. Düğün masrafları bitince bu defa evin borcuna girer, sonrasında da çocukların özel okul taksitlerini hesaplarsınız. Hayat bu kısır döngüde gider. Anlamlandıramadığımız ama herkes yaptığı için yaptığımız, herkes satın aldığı için satın aldığımız şeylerin istilası altında kendimizden bihaber yaşarız. Peki buna nasıl razı oluruz? Sistemin iliklerimize kadar işlediği geçim ve gelecek kaygısıyla, yani içine düştüğümüz bizleri sistemin dayattıklarına mecburmuşuz gibi hissettiren paranoya ile... Eğer bu döngü bozulur ya da aksarsa sistemin ürettiği toplum baskısının etkisiyle kendinizi kötü hissedersiniz. Şöyle ki liseden mezun oldunuz o yıl üniversiteyi kazanamazsanız bir yıl kaybetmiş olursunuz; bir yıl akranlarınızın gerisinde kalmış olursunuz. Ne kadar garip değil mi bir saniye sonrası için yaşayacağımıza garantimiz yokken, sırf üniversiteye kayıt olamadığımız için o yılı kayıp olarak görmek… Yaşanılmış, yaşadığımız ya da yaşayacağımız zamanı anlamlı kılan, kayıp olmaktan kurtaran şey nedir ki? Yaptığımız şeylere bir anlam yüklemeden sırf gelecek kaygısı ile yaptığımızda yıllarımız kayıp olmuyor mu?

“Ameller niyetlere göredir.” hadis-i şerifi belki de şu hayatta en çok duyduğumuz hadis-i şeriftir. Temelinde gelecek kaygısı olan bir paranoya içerisinde yaptığımız amellerdeki niyetlerimiz nasıl halis olabiliyor? Bu amellerden hayatımıza anlam katmasını nasıl bekleyebiliriz? Örnek vermek gerekirse, kızlarımız okusun yarın bir gün boşanırlarsa kendi ayakları üzerinde durabilsin niyetiyle onlara sunduğumuz okuma imkânı ya da onların diploma sahibi olması hangi anlamı taşıyor? Ya da ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, yaşadığım dünyada neler oluyor sorularını bir kez bile kendimize sormadan geleceğimizi garanti altına almak adına aldığımız ilmin, yaptığımız işlerin hangi değeri oluyor? Dövüş Kulübü filminden alıntı yapacak olursak, sevmediğimiz insanları etkilemek için, olmayan paramızla, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alırken aslında bizim olmayan, baştan kaybettiğimiz bir hayatta eşyanın hizmetkarı olarak yaşamıyor muyuz?

İçinde yaşadığımız sistemin çarpıklarını anlatmak ve içinde bulunduğumuz paranoya dünyasını betimlemek için daha çok örnek sıralamak yersiz olur sanırım. Böyle yazılarda okuyucu yazının sonunda alıp kullanabileceği hap şeklinde bir çözüm önerisine odaklanır ve o öneri de hiçbir zaman verilmez. Sayın okuyucu, karışık problemlerin çözümü de karışık olur. İsmet Özel’in dediği gibi, “Bizler bu deveyi gütmeyeceğiz ve bu diyardan gitmeyeceğiz diye yola çıkmış değil miydik? Öyle idiyse şimdi bu deveyi en iyi biz güderiz havalarında böbürlenmek nereden çıktı?” Dünya hayatındaki bu anlamsız yarışımız, geleceğe dair hayatımızı anlamsızlaştıran bu paranoyamız nereden çıktı? 

YAZAR HAKKINDA
Esra Aksoy
Esra Aksoy
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN