Abone Ol

Sözün Gönle İşlemediği Anlar

Sözün Gönle İşlemediği Anlar
Hayatın hızlı akışında değişen dünya bir kuşatma altında. Dili ve ruhu farklı, yön ve bakışı bir başka yere dönük.

Müslümanlar kendi dünyalarında solumuyorlar artık. Dünyalarını kuşatan bir zamanda kendileri olmanın ötesinde başka bir ruh hâli hayata egemen. Düşünce sistemini kuramayanlar, hayata bakışındaki özden dünyaya yönelemeyenler başkalarının bakışlarıyla hayatı görmeye başlarlar. Bu, kendi hayatlarıymış gibi bir algıya dönüşür.

Bir dünya kuruluyor ve bunun bir yapısı oluşturuluyor. Müslümanlar kendilerine ait olmayan bu dünyadan hayata bakınca kendini göremiyorlar. Bu dil, bu bakış, bu söz kendisine ait değil. Türkülerimiz var, dertlerimizi, acılarımızı, hüzünlerimizi ve sevinçlerimizi ruhlarından geldiği gibi ifade ederler. Bizim ruhumuza ait.

Biz ancak bizi anlatırız.

Mevlitlerimiz, şiir ve naatlarımız bağlanışlarımızın ifadesi. Onlarda bencillik yok, coşkun hâli ile Allah Elçisi’ne olan bağlılığı ve sevgiyi sunuyor. Bağlanıyoruz. Biz, Allah’ı doğrudan görmüyoruz ama iman ediyoruz, bağlanıyoruz. Bağlanışımızı sağlayan ruh köklü bir yapı. Bu yapının içinde artık ondan vaz geçmiyoruz. İman ile ikrar birbirinin özdeşi. Bize bunları sağlayan aile köklerimiz, onların ruhlarımıza fısıldadıkları ve kendiliğinden şekilleniyoruz. Akıl mantığını ve sınırlarını aşıyoruz bir kendindenlikle. İman ile ikrarın sevgi ile donanımı büyük medeniyetimizin ruh damarlarını oluşturuyor. Akıl ötesi bir durum. Bu hâli ve durumu besleyen gene geleneğimizdeki güzellikler. Şiir mi, hat mı, mimari mi, dünyayı görebilme açısının güzellikleri mi? Hemen hepsi ve daha niceleri.

Bize ispat gerekmiyor. Aklın ötesi bir dünyadayız. Kalp aklı var ve bu birçok şeyi çözüyor ve aşıyor.

Bir medeniyetin oluşumu yüz yılları alıyor. İslâm medeniyeti ruhu bu anlamda özgündür, kendine özgüdür. Kusursuz ve katıksızdır.

İslâm medeniyeti gönül medeniyetidir. Şiir merkezlidir. Naat, mevlit, gazel, kaside, rubai, semai, mani, koşma şiire dayalı olan her metin gönlün sesi, ruhun ve kalbin sesi. Bu içlilik ruha işleyince artık kök salar, derinleşir.

Mevlitler Müslümanların bütün kesimlerine hitap eder. Müslümanların katmanları olmaz. Aristokrat, zengin uçurumlar oluşmaz. Bunu önleyen durumlar var. Konumuz bu değil. Gönlün sesine herkes kulak verir ondan beslenir, ondan etkilenir ve haz alır.

Gönle işlemeyenlerle pek işimiz olmaz. Aşkımız, sevgimiz, bağlılığımız manevidir. Bunun içindir ki medeniyetimiz resme, heykele bakmaz. Onlar ruhtan çok göze hitap eder ve yanıltır. Hayatı katı bir dünyaya çeker, somutlar. Batı ruh ile aramızdaki fark burada belirginleşir. Kanlı Hz. İsa ikonları sevgiden çok öfkeye, nefrete, sonra da tapınmaya götürür. İnsanlar ona bakar bakar sonra da kanıksarlar.

Müslüman sanatçı soyuta daha çok eğilimlidir. Batıdan gelenlere ayak uyduranlar onların yapay dünyasına takılıp kalırlar. Bir adım öteye gidemezler. Zamanla silinirler. Somut olan hayat anlayışı bir yere kadar karşılık bulur.

Müslümanlar peygamberlerini somut olana hapsetmezler. Zaten Efendimizin uyarısı buna engel olmuştur. Tapınmaya götürecek olanı daha başta engellemiştir. Müslümanlar da bu ilke ile hayatlarını sürdüregeliyorlar.

Efendimiz bize Allah’ın var olduğunu, ona iman etmemiz gerektiğini buyurdu. Biz de hiçbir nedene, nesneye, duruma bakmadan iman ettik. Bundan sonra da inanalar böyle iman edecek. Bunun bir matematiği yoktur. Böyle bir hesap içine girildiğinde tıkanıklık başlar. Fransız ve Batı pozitivizmine takılanlar, o mantık içinde düşünenler gönül ve kalp ile inanışı, imanı hayat dışı bırakıyorlar. Cascavlak ortada kalıyorlar. Çıkmazdan çıkmaza sürükleniyorlar. Onlar için medeniyet yoktur, peygamber sünneti yoktur, sünnete dayalı olan hadisler yoktur. Sünnet inkâr olununca peygamber hayatın dışına itilmiş oluyor. O zaman Peygamberin davetine de gerek kalmıyor. Varlık bilincini Peygamberden öğrendiğimiz Allah’ı da bu anlayışla terk etmemiz gerekiyor. İmana da gerek kalmaz.

Gönlün imanı kavidir, sevgi doludur.

Kalbin imanı hakikidir. Mantığı da onun içindedir.

Ve biz, inanmışlar olarak ispatların dışındayız. Biz imanımızı gönlümüzle oluşturuyoruz ve kendiliğinden pekişiyor.

Batı düşüncesinin akıl putuna tapanlar kendi yaşayışlarından kuşkuludurlar. Varlık bilincinden yoksundurlar. Onlar bu yüzyılın mantığı içinde iman etmeye çabalıyorlar ama akıl putu onlara engel oluyor.

Batılalar yüzyıllarca Müslümanların gönül ve bağlılık aklı karşısında paniklediler. Onların ruh dünyalarını bir türlü kavrayamadılar. Kavrayınca da onların gönüllerini kirletmeye yöneldiler, bunda da kısmen başardılar. Akıl putuna onlar da inanmaya ve iman etmeye başladılar.

Hıristiyan medeniyeti kendine göredir. Kendilerini de tatminden uzak. Böyle olunca o kültürün içinde kedilerine özgü tezler yani ideolojiler ürettiler. Tatminsizlik süregeliyor. Müslümanları kendilerine benzetirlerse ancak rahatlayabileceklerini umdular, düşündüler.

Akıl putçularını tatmin etmeyenlerin çaba ve mantığı bir medeniyet din dışı yeni bir hayata dönüşüyor. Peygamberi dolaylı olarak devre dışı bırakıyor. Bu hayat anlayışında söz gönle işlemiyor. Kendilerine göre bir din arayışına giriyorlar.

Pozitivist felsefe üzerine kurgulanmış olan cumhuriyet ideolojisi ancak şiir ve mevlitlerle aşılabildi. Her şeyin yasak olduğu bir zamanda, köylerde, kasabalarda ve evlerde içten içe işleyen bir sevgi akımı oldu.

İslâm medeniyeti cetvellerle, kalıplarla, katı bakışlarla tanımlanamaz. Bu medeniyet kendi ruhundan doğan, kendindenliği olan bir hayat anlayışı. Kimsenin kendini zorlamasına gerek yok, bu hayat kendi akışında ve doğasında sağlıklı yol alıyor.

Batı’nın oluşturduğu putlarla kendi medeniyetimizi yıkmanın bir anlamı yok.

Namazlarımızı Peygamberin sünneti üzere eda ediyoruz. Farzlar ana esaslar ama sünnet ayrıntıları oluşturuyor. Peygamberin uygulamalarına uyuyoruz. Oruç da diğer farzlar da böyledir.

Gönlün sesi güçlü ve içlidir. Ruhun sesidir. Akıl gönül ve kalp ile birlikte güzeldir. Ötesi umurumuzda değildir.

Şairimiz Nabi’nin Na’tı Şerif’i yeter bir cevaptır.

 

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu

Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu

 

Felekte mâh-i nev Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir

Bunun kandili Cevzâ matlâ-i nûr-i ziyâdır bu

 

Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette

Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu

 

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-ı adem zâil

Amâdan açtı muvcûdat çeşmin tûtiyâdır bu

 

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha

Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu

 

Bu güzellik karşısında başka söze gerek var mıdır? Bu, akıl putunu aşan bir sevgidir. Bize de susmak düşer artık.

YAZAR HAKKINDA
Ali Haydar Haksal
Ali Haydar Haksal
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN