Abone Ol

Zamanın ve İnsanın Boşluğu: Adâlet

Zamanın ve İnsanın Boşluğu: Adâlet
İnsanın körelmişlik anları veya dönemleri olur hayatta. Bu kimi zaman kısa kimi zaman da uzun sürer. Önemli olan bu olumsuzlukları atlamaktır.

Boşluklar oluşunca bir biçimde oralar dolar.

Zamanın baş döndürücü hızlı akışındayız. Büyük ve kapanamaz olan bir büyük boşluk oluştu. Kapanması gerekirken tam tersi kapanmayacak şekilde hem büyüdü hem de beraberinde çözümsüzlük getirdi. Bu çok da uzun sürdü. Bir yüzyılı aşkın bir zamandır bu. Devletlerin çöküşüyle büyük yıkımlar yaşanıyor. Etkisi ve sonuçları kimi zaman kalıcı olabiliyor. Üstesinden gelenler ve atlatanlar kendilerini yenileyebilirler. Atlatamayanlar yenilgiyi kabullenirler ve orada tıkanıp kalırlar.

Osmanlı Devleti’nin çöküşü ile İslâm milletinde büyük boşluk oluştu. Müslümanlar devletsiz kaldı. Devletsizlik onları sahipsizliğe ve umutsuzluğa itti. Dağılmaların önü alınamaz olundu. Bağlanılan ideolojiler ve düşünceler hem düşüncesizlik, hem boşluk hem de şaşkınlıklar getirdi. Bu yıkım aynı zamanda ihanetler de yaşattı. Çünkü bir milletin önüne geçenler, yönlendirenler kendi medeniyetlerinden değil başka medeniyet ve düşüncelerden beslendiler. Umudu ve çıkışı oralarda aradılar. Oysa Müslümanlar için kurtuluş kendi medeniyetlerinde, kendi inançlarında, kültür ve düşüncelerinde olur. Bu gibi dönemler hem yeni bir uyanış getirir hem de canlılık. Yenilgilerin atlatılması elbette kolay olmuyor. Eğer bu durum kronikleşir ve artık aşılamaz bir duruma gelinirse o zaman söz konusu, çevre, topluluk ve millet için yıkım olur.

Müslümanların hak ve adâlet arayışları ancak kendi inançlarında ve ilkelerindedir. Aynı zamanda evrenseldir. Müslümanları besleyen düşünce ve inanç hak merkezlidir. Hak, hukuk kavramları birbirinin özdeşi. En sıradan insanın bile belleğinde yer edecek olan ve yön veren belirleyen kimi kavramlar tek başlarına bile çok şey ifade ederler. İfade ettikleri gibi hayatlarının temelini oluştururlar. Hak denilince, canlı varlıkların tamamını kapsar. Bunu ister adâlet anlamında alalım, isterse gündelik hayatın sıradanlıklarında. Canlı varlıklar derken buna hayvanlar da dâhildir.

İnsanların kendi aralarında doğal hukukları bulunur. En yalın ifadesiyle insan veya kul hakkıdır bu. Bu, belli bir kesimi değil bütün insanlığı içerir. İnsanlar hangi kavme, gruba, kültüre mensup olursa olsun fark etmez. Hak, haktır.

Bir Müslümana nasip olunan ihsan ile bir farklılığa elbette sahiptir. Bu onun için özel ve şanslı bir durumdur. Onun sahip olduğu şey onun için bir lütuf ve bir imkân: Müslüman olma lütfu. Müslümanlar kendi aralarındaki hukukun sadece kendileri için değil bütün insanlık için olduğunu bilirler. Bu dünyadan kul hakkı veya hayvan hakkı ile gitmeyi istemezler. Bilirler ki bunun vebali ağırdır.

Bir insanın sahip olması gereken en temel hakları var. Bunlar hiçbir zaman değişmez. “Kul hakkı” kavramı Müslümanlar arasında sadece kendileri için geçerli değil. Bu, aynı zamanda bütün insanlığı içerir. Böyle olunca kendiliğinden doğaçlama hayatta işleyen bir hukuk olur. İnsanlar arası ilişikler hukuku.

Müslümanlar öncelikle kendilerine ait olan ve bütün insanlığı kucaklayan bu temel hukukî kavramdan, haktan, inançlarını, düşüncelerini, uygarlıklarını terk ettikleri için uzaklaştılar. İnsanlığın zararına olan farklı bir alana kaymış oldular. Sömürü bugün Batı düşüncesinin ve ruhunun doğal bir hakkı gibi! Ama bu insanlığın haklarının gaspıdır. Böyle olunca Batı düşüncesinin özünü oluşturan kapitalizm insanlık için bir zulüm ama onlar için doğal bir hak oluyor. Faiz,  bir sömürü aracı, insanlığın hakkının gaspıdır. Ama bu Batı düşüncesinin asıl iktisadî yapısını oluşturur, vazgeçilmezidir ne yazık ki. Böyle bir sistemde hak ve adâlet aramak boşunadır.

Müslümanlar arasında her davranış olumlu ya da olumsuz hakkı içerir. İyi söz, iyi ve güzel davranış huzur getirir. Bir hayat düzeni oluşturur. Bu, doğal bir hak. Olması gereken. Ancak kötü bir söz, hakaret, yalan, başkasının hakkını almak, sömürmek vebaldir. Yani bir hakkın gaspıdır. Böyle olunca da insanlar arasındaki ilişkilerde en küçük bir ayrıntı bile önem kazanır. Müslümanlar bu ayrıntıları hayatlarına uyarlarlar ve bu anlayışı özümserler. Bunlar kendindenlikle olur. Bilir ki en küçük ayrıntı onun hayat hanesine yazılır ve birikir. Azdan çoğa bir yekûn oluşturur. İnsanın kurtulması gereken bir yüke dönüşür. Bu yükten kurtulmanın tek yolu, hak sahibinden helallik dilemesi. Helallik hakkın iadesi ile olur. Hak sahibi ancak böle razı olur ya da haklarından feragat eder.

Sadece bir imgeden yola çıkarak hak ve adâlet kavramının kucaklayıcılığı ile sorunların üstesinden gelinebilir. Müslümanlar kendi özlerine ve ruhlarına sarılmadıkça ve sahip çıkmadıkça çıkış yolu bulamaz. Tıkanır. İçinden çıkamayacağı bir çukurda debelenir durur.

YAZAR HAKKINDA
Ali Haydar Haksal
Ali Haydar Haksal
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN