Abone Ol

Bir Usulü Dava Denemesi

Bir Usulü Dava Denemesi
Bir dâva etrafında bir araya gelen insanlar nasıl hareket edeceklerdir? Temel esaslarını nasıl belirleyecek, teşkilat ve işleyişlerini nasıl şekillendireceklerdir? Dünya görüşü nasıl takdim edilecek ve dâva adamı nasıl yetiştirilecektir? Dâvanın enerjisi, motivasyonu ve beslenme kaynağı nasıl sağlanacaktır? Gençlere, kadınlara, orta yaşlılara hangi mecralar üzerinden ulaşılacaktır? Kendi aralarında ortaya çıkan sorunlar nasıl aşılacak, problemler nasıl çözülecektir? İnsana dair potansiyel çatışma unsurlarıyla nasıl başa çıkılacaktır? Dâva etrafında, bu ve benzeri birçok sorunun cevabı, usûlü dâvayı oluşturmaktadır. Nasıl ki bir yöredeki insanlar arasında bir davranış tarzı vardır, bu davranış tarzı o yörenin örfünü oluşturmuşsa, dâva mensuplarının da böyle bir davranış usûlü vardır. Birbirlerini tanımayan insanların aynı tavra sahip olduğu görülür. Aynı kaynaktan beslenenler benzer meyveler vereceklerdir.

Dâva usûlü, medeniyetimizin temel kodlarımızdan ve tarihsel hafızamızdan elde edilecek, bir İslâmî hareketin/dâvanın ilke, esas ve davranış tarzların tümüdür. Var olan durumu, ulvî bir amaçla ıslah etmek için bir araya gelen Müslümanlar, kendilerinden önceki müktesebatı ve tecrübeyi merkeze alarak bugünün ve geleceğin tasavvurunu inşa etmek durumundadır. Bu minvalde “usûlsüz vusûl olmaz” ilkesinin fehvâsı, bizi son tahlilde sistemliliğe taşıyacaktır. Zira insana dair her bir şey ancak bir metot, bir usûl ya da bir sistem ile ortaya konulabilir. Sistemlilik meselesinde ise sistemi ortaya koymaktan ziyade, sistemin devamiyetini sağlama daha önemlidir. Çünkü hasbe’l-kader var olabilmek mümkünken, süreklilik kazanmak için usûle/sisteme ihtiyaç bulunmaktadır. İnsanın bulunduğu her bir zeminde sağlıklı neticenin husûlü, ince bir hesapla vücut bulmuş usûl ile gerçekleşir. Ayrıca düşünce ile usûl arasında kuvvetli bir bağın varlığını da ifade etmek gerekir.

Usûl, ne kadar iyi olursa, o kadar işlevli; ne kadar çelişkiden arî olsa, ikna ediciliği bir o kadar etkili olacaktır. Usûlü dâvanın ayrıntısına dair söylenebilecek hususları burada sırlamak isterim.

 

Bütünlüklü Fikir

Evvel emirde dâva, bütünlüklü fikir çerçevesinde mefkûrenin kabulünü gerektirir. Dâva adamı okuyarak ve dinleyerek, neyi dâva edindiğini bilir. Etrafındaki olaylara karşı bir perspektif sahibidir. Dâva adamı rastgele veya konjonktürel düşünmez! İlkeler, esaslar zihin dünyasında dolanır, bu vesile ile ölçüyü şaşırmaz. Dünya görüşü bir bütünlük arz eder. Yüzlerce parçanın uyumlu çalıştığı bir makine gibi farklı olgulara dair fikirleri arasında uyum vardır. Dâva adamı, bütünlüklü fikir ile maziye, hazıra ve atiye bakar. Tarihsel hafıza üzerinden bugünü okur ve yorumlar. Gelecek tasavvurunu inşa eder.

 

Dâva şuuru

Dâva adamı, bilince/şuura sahip olmalıdır. Dâva şuuru ile inanma arasında bir bağ olduğu kadar, bilinç ile bilgi ve kişisel özellikler arasında da bir o kadar bir münasebet vardır. “İnsanın iç dünyasındaki girift networkun nereye varacağı, insanın sair özellikleri ile ilgilidir” derken; diğer taraftan da “insan bildiği kadar inanır” denebilir. Dâva adamı, aynı zamanda dâvası makul stratejiyi geliştirendir. Zira dâva, bütünlüklü fikir ve temel esaslar çerçevesinde ortaya konan stratejiler ile büyüyüp gelişecek, doğru noktaları hedefleyecektir.

 

Samimiyet

Dâva adamı, görevini, Allah için yapar. Dâvasını makam, mansıp, menfaat ve rant aracı olarak kullanmaz. Amaç ulvî, yol ulvî, yoldaş ulvîdir. Dâva içerisinde var olmak, vazife; dâvaya hizmet etmek ise şereftir. Allah’ın dâvası kimseye muhtaç değildir. İnsanlığı ve kulluğu yakalamak isteyen dâvayı dâva edinmeye muhtaçtır. Dâva ruhunun iksiri de samimiyettir. Samimiyeti olmayanın dâvası olmaz.

 

Görev bilinci

Dâva adamı, teşkilat disiplini içerisinde olmayı merkeze koyar, dâvasını sahiplenir ancak kendi malı gibi görmez. Zamanı gelince yerini başka bir kardeşine bırakmayı bilir. Gönül hoşluğu ile görevini teslim eder. Ona dua eder ve kendisine verilecek yeni görevi bekler. Zira bilir ki, “görev alınmaz verilir.” Görevi ile herhangi bir zat arasında bir kurulmaya başlamışsa bilince dair sıkıntılar var demektir. Böyle bir mesele olunca Hz. Ömer’in Hâlid b. Velid’i görevden almasını hatırlar. “Hz. Ömer hâlife olduktan sonra Hâlid’i başkomutanlık görevinden alarak onun yerine Ebû Ubeyde’yi tayin etmişti. Hz. Ömer’in bu tasarrufunun başka sebepleri olsa da Hâlid’i görevden almasının son gerekçesi toplumdaki dinî anlayışın değişmesidir. Hâlid’in savaşlarda gösterdiği üstün başarılar, ona olağanüstü birtakım vasıflar yüklenmesine yol açmış o, insanüstü bir varlık olarak görülmeye başlanmıştı.” Ne diyordu Hz. Ömer: Ey İnsanlar, halkın şunları dediğini duydum Hâlid yendi. Hâlid kazandı... Hâlid olmasa yenemezdik... Hâlid olmazsa bizde olamayız... Hâlid, Hâlid! Hayır Ömer’in nefsini kudret elinde tutana yemin ederim ki Hâlid yenmedi... Hâlid kazanmadı... Hâlid başarmadı... Allah yendi.. Allah kazandı... Allah başardı... Yarın Hâlid ölür ve yahut öldürülürse size ne olur?”

Burada Mevlânâ’ya kulak verelim:

“Yüzde ısrar etme, doksan da olur.

İnsan dediğinde noksan da olur.

Sakın büyüklenme, elde neler var.

Bir ben varım deme yoksan da olur.

Hatasız dost arayan dosttan da olur.”

 

Hayatın çok hali ve ahvâli bulunmaktadır. Bütün olaylara tek bir kriter üzerinden bakmak makul da değildir. Usûl, farklı durum ve ahvâla göre doğru tavrı yakalamakla gerçekleşir. Örneğin, uzunca bir dönem emek vermiş veya çok önemli görevler ifâ etmiş birinin büyük bir hatası söz konusu olduğunda o kişiyi hemen harcamaya yeltenmek yanlış olacaktır. Zira Hâtıb b. Ebû Beltea olayında Hz. Resûlullah (s.a.s.) bizlere vefayı öğretmektedir. Hâtıb (r.a.) güzel konuşan, meselesini iyi anlatan bir sahabi ve ayrıca iyi bir şairdi. Bedir ehlinden idi. Ayrıca Hendek, Rıdvan Biatı ve Hudeybiye Anlaşması’nda bulunan Hâtıb (r.a.), Peygamberimizle birlikte birçok önemli savaşa katıldı. Hâtıb b. Ebû Beltea’yı bir de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Mısır hükümdarı Mukavkıs’a elçi göndermesiyle hatırlıyoruz. Son olarak Hz. Hâtıb, bu kadar güzel hizmetlerinin yanında Hicret’in 10. yılında büyük bir hata yapmıştı. Peygamberimizin gizli tuttuğu Mekke’nin fethi için hazırlanan seferi, Mekke’de kalmış ailesine ve çocuklarına zarar gelmemesi amacıyla, sefer hazırlıklarını bir mektup yazarak Mekke idarecilerine gönderdi. Akabinde Hz. Resûlullah (s.a.s.) vahiy yoluyla bu durum haber verildi. Ve mektup ele geçirildi. Hz. Hâtıb, tutup getirilince de sahabiler, onu hâinlik ile suçlayıp cezalandırılmasını ve öldürülmesini teklif ettiler. Hz. Peygamber, Hâtıb (r.a.)’hı dinledikten sonra: “O size doğru söyledi. Bunun hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiniz.” Öldürmek isteyenlere karşı da, “O, Bedir Harbi’nde bulunmuştur. Bedir Savaşı’nda bulunmuş birini nasıl öldürürsün?! Ne biliyorsun? Belki de Allah, Bedir Savaşı’na katılanlara, ‘Siz istediğinizi yapınız. Ben sizi bağışladım.’ buyurmuştur…” dedi. (Müsned, 1: 79-80, 105).

 

Kimlik Bilinci

Dâva adamı, kendi meşrebini ve mensup olduğu anlayışı İslâm’ın yerine koymaz. İslâm ile kendi meşrebi arasında aynîlik kuran akıl, sağlıklı bir akıl değildir. Üstad Bediüzzaman’ın bu çerçevede ifade ettiği ilke, konuyu izah hususunda oldukça önemlidir: “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur”(Mektûbât). İslâm dininin ilahi, din çatısı altında vücut bulmuş tüm organizasyonların beşeri olması bu anlayışı karşımıza çıkarmaktadır. Müslüman kimliği altında bazı lokal kimliklerimiz olabilir. Ancak bu kimlikler üst şemsiye altında toplanmaya zarar vermeme, üst İslâm kimliğinin en önemli mensubiyet duygusu oluşturduğunu unutulmamalıdır. Örneğin herhangi bir yapıya mensup bir dâva adamı, kendi hareketini en doğru bilmekle birlikte diğer İslâmî camialarda olanları kardeş bilir, onlara dua eder, onlardan nefret etmez. Çünkü şu ilahî ferman hep başucumuzda durmaktadır: “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız” (Hucurât 49/10).

 

Biz bilinci

Dâva adamı, kendisiyle birlikte olan kardeşlerine aşağıda Hz. Resûlullah (s.a.s.)’ın tarif ettiği gibi bakar ve kardeşlerini Allah rızâsı için sever.

Hz. Peygamber buyuruyor: “Allah’ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir, ne de şehitlerdir. Üstelik Kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehitler de, onlara gıpta ederler.” Orada bulunanlar sordu: Ey Allah’ın Resûlü! Onlar kim, bize haber ver! “Onlar aralarında ne kan bağı, ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah’ın ruhu (Kur’ân) adına birbirlerini Allah için sevenlerdir. Allah’a yemin ederim, onların yüzleri/yönleri nuradır. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken,  onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler.” Ve şu ayeti okudu: “Haberiniz olsun Allah’ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler.” (Yunus 10/62). (Ebu Davûd, “Rehin”, 42).

Sonuç olarak dâva, inanmış, samimi ve kardeşâne insanlar topluluğu, standartları belirlenmiş davranış tarzı, makul stratejiyi ve bütünlüklü bir dünya görüşünü gerektirir. Ayrıca teşkilat içeresinde olmak ve dâvanın kültürel kaynaklarından beslenmek kaçınılmazdır. Bunlar varsa, zayıfken güçlü olmak; azken çok olmak elbet mümkün olacaktır.

YAZAR HAKKINDA
Abdurrahman İhsanoğlu
Abdurrahman İhsanoğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN