Abone Ol

Ehl-i Sünnet ve İslâm

Ehl-i Sünnet ve İslâm
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, itikadî alanda sahip olduğu bütüncül bakış açısıyla orta yolu yakalayan, sosyal-siyasî istikrara önem vermesiyle toplumun düzenini bozacak isyan ve ihtilal gibi hareketlerden ümmet yararına kaçınan, İslâm tarihinin her devrinde Müslümanların kahir ekseriyetini oluşturan ana toplum, ana bünye, sevâd-ı a‘zam olan İslâm ekolüdür. Ayrıca Ehl-i Sünnet, tek boyutlu olmayıp siyasî, itikâdî, fikhî ve tasavvufî boyutlarıyla etraflı bir yapıdır.

Ehl-i Sünnet kavramının arkasında Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “iftirak hadisi” diye bilinen hadiste geçen “benim ve ashâbımın üzerinde bulundukları yol üzere olanlar” ifadesi, (Tirmizî, “İman”, 18) bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet’e mensup kimse anlamına gelen “Sünnî” kavramı ise Ehl-i Sünnet tabirinden önce kullanılmış ve bununla “sünnete mensup olanlar” kastedilmiştir. Sünnî terimini ilk olarak tâbiînden Said b. Cübeyr’in (ö. 95/713) bazı sahabilerin henüz hayatta olduğu sıralarda kullandığı bilinmektedir. Ehl-i Sünnet terkibini de ilk kullanan İbn Sirîn’dir (ö. 110/729).

Ehl-i Sünnet tamlaması, “ehlü’s-sünne ve’l-cemâa” ifadesinin kısaltılmış şeklidir. Sünnetten maksat, dini tebliğ ve beyan etmekle görevli bulunan Hz. Peygamber (s.a.s)’in İslâm’ın temel konularını anlama, benimseme ve aktarma tarzıdır. Cemaat kavramı, her devirdeki Müslümanların büyük ekseriyeti (sevâd-ı a‘zam) vahyin ilk muhatapları olup inanç, ibadet, hukuk ve ahlâk veçheleriyle İslâm’ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashâb cemaati olarak yorumlanmıştır. Bu bağlamda Ehl-i Sünnet Müslümanların on beş asırlık ortak ilmî, dinî ve siyasî aklıdır.

Ulemânın üzerinde ittifak ettiği, genel esaslar/ilkeler çerçevesinde belirlenen bir Ehl-i Sünnet aklı vardır. Bununla birlikte farklı zaman ve mekânlarda değişik Ehl-i Sünnet algıları var olmuştur, olacaktır da. Örneğin İslâm düşüncesinin merkezi olan Irak’daki Ehl-i Sünnet ile daha kenarda kalan Mâverâünnehir bölgesindeki Ehli Sünnet arasında bazı farklar bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet’in kendi içindeki tartışmaları ise Teftâzânî’nin Şerhu’l-Akâid’inde görmemiz mümkündür. Ehl-i Sünnet iç tasnifine gelince bunlar, Selefiyye ve Halefiyye diye sıralanabilir. Selefin/Müslümanların ilk üç nesli takipçileri olduklarını iddia eden âlimler, Selefiyyedir. Halefiyye ise Kelam metodunu kullanan Mâtürîdî ve Eş‘arîlerdir. Günümüzde yaygınlaşan muasır Selefiyye ise ancak Ehl-i Sünnet’in kötü bir fotokopisidir. İki Selefiyye’nin sadece isim benzerliği bulunmaktadır.

Sünnî algının tarihten günümüze yaygın kabul görmesinin nedeni, bütüncül ve dengeli bir bakış açısı yakalanmasıyla alakalıdır. Bununla birlikte devlet erkinin tercihinin, genelde Sünnîlikten yana olması da bu hususta etkili olmuştur. Sünnî algı, bütüncül bakış açısını geliştirdiği Usûl-i fıkıh sistematiği ile elde etmiştir. Usûl, dinî metinlerin İslâm’ın ruhuna uygun bir şekilde anlaşılmasına sebep olmuş, parçacı yaklaşımlara düşme riskini engellemiştir. Meşhur söylem ile Mutelize, Cebriye, Şia ve diğer mezhepler Kur’an ve Sünnet’ten kanaatlerine göre delil getirebilmektedir. Ancak Ehl-i Sünnet’in düşünce geleneğindeki sağlamlık ile parçacı bakış açısından uzak oluş hiçbirinde yoktur. Usûl-i fıkıh sistematiği, sahih dinî algının ve dindarlığın anahtarı olmuştur. Bu esaslara bağlılığın zayıflaması veya umursanmaması, Vehhabilik, Bahailik ve Kadiyanilik gibi yapıların vücuda gelmesi ile sonuçlanmıştır. Ayrıca modern dönemde Ehl-i Sünnet havzasında ortaya çıkan Ilımlı İslâm, İslâm Modernizmi ve Selefî İslâm gibi anlayışlar bütüncüllükten uzak olmakla maluldür.

Ehl-i Sünnet, tarihsel süreç içerisinde tekâmülünü sağlarken düşünceyi oluşturmanın standartlarını belirlemiştir. Örneğin yapılacak her bir yorumun nassın zahirine aykırı olmaması; bâtındaki mananın korunması için zâhirin muhafaza edilmesi gerekliliği bunlardandır. Ayrıca Ehl-i Sünnet, düşüncede istikameti sağlamak için mantık ilmine ayrı bir önem vermiştir.  

Ehl-i Sünnet, tarih boyunca diğer mezheplerden olan muhaliflerinin görüşlerini dikkate almış, onları incelemiş ve gerektiğinde ise onlardan istifade etmiştir. Buradaki istifade, Ehl-i Sünnet’in muhaliflerinin kayda değer olan fikrîlerini alıp kendi nazariyesi içerisinde yoğurup kendi malı haline getirmesi şeklindedir. Bununla birlikte muhaliflerini Ehl-i Bidat olarak tanımlamaya da devam etmiştir. Mesela tefsir geleneğimizde bulunan Sünnî-Hanefî bakış açısına sahip Nesefî Tefsiri ile Sünnî-Şafiî perspektifli Beyzâvî Tefsiri Mu’tezile’ye göre yazılmış olan Keşşâf Tefsiri’nin bidat görüşlerinin ayıklanmış şekilleridir. Bu şekilde yaşanan tarihsel süreç, Ehl-i Sünnet’in nazariyesinin her daim dinamik kalmasına sebep olmuştur. Bu durum bütüncül bakış açısına da katkı sağlamıştır.

Ehl-i Sünnet’in bir özelliği de sosyal ve siyasî düzene önem verme bağlamında “sosyal sorumluluk” sahibi olmasıdır. Bu karakteri iki hususta net olarak görmemiz mümkündür. Bunlardan birincisi Ehl-i Sünnet, iç problemleri çözmek veya dâhilde hak talebi için “hurûc bi’s-seyf” şeklinde kavramsallaşan silahlı mücadeleye karşı çıkmıştır. İkinci olarak ise Ehl-i Sünnet ılımlı, kapsayıcı bir dil kullanıp, Ehl-i kıbleyi tekfir etmemiştir. “Ehl-i kıble tekfir edilmez” ilkesiyle İslam toplumunda birlik ve beraberliği sağlamaya çalışmıştır. Tekfir, Ehl-i Sünnet anlayışında kolay kolay ağza alınmayan, alınsa bile şahsa değil fikre nispet edilen bir husustur. Bu anlayış çerçevesinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (ö. 150/767), kendisini tekfir edeni bile tekfir etmemiştir. “O, beni değil benim kabul ettiğim İslâm anlayışını küfre nispet ediyor” demiştir.

Ehl-i Sünnet Müslümanların iç ihtilafına dair şunu söylüyor gibidir: “Bizim din anlayışımız dinin doğasına en uygun, sahih anlayıştır. Ancak bizim düşüncelerimizin bütünü Allah’ın dini değil, Allah’ın dininden anladığımızdır.” Ayrıca Sünnî düşünce dünyasında oluşturulan “Ehl-i Sünnet”, “Ehl-i Bidat” ve “Ehl-i kıble” gibi kavramlar, Ehl-i Sünnet’in zihniyetini ifade etmekte olup İslâm ile kendisi arasında aynîlik kurmadığını da ortaya koymaktadır. Farklı bir ifade ile sevâd-ı a‘zam olan Ehl-i Sünnet, diğer mezhepler gibi bir mezhep olmamakla birlikte beşer ürünü olup İslâm’ın ta kendisi değildir.

YAZAR HAKKINDA
Abdurrahman İhsanoğlu
Abdurrahman İhsanoğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN