Abone Ol

Dâva ve Müslüman

Dâva ve Müslüman
Dâva bir idealin, mefkûrenin veya ulvî bir mananın etrafında yaşanan bireysel ve toplumsal bilinç bütünüdür. Dâva öncelikle Hakk’a hizmettir. Bu çerçevede kulun kendi içerisindeki sırları çözümleyip istikametini netleştirmesidir. Ben neyim? Nereden gelip nereye gidiyorum? İçimdeki öz nedir? Var olan hal niye tahvil olmalıdır? Daha önce defalarca düzeltilmiş olanı tekrar düzeltmek niyedir? Neyin eğri, neyin doğru olduğunu nasıl bilebilirim? Hizmet etmek nedir? Niçin Hakk’a hizmet etmek gereklidir? Hakk’a nasıl hizmet edilir?  Hakk’a hizmet ederek varacağımız yer neresi olacaktır? Başlangıç neresi ve varış nereyedir? Dâva, bu vb. insanın kadim ve derunî sorularını cevaplayıp belli bir yere oturtmaktır.

Bu soruların bir kısmı, seleflerimizin sözlü ve yazılı aktarımlarında cevaplarını bulabilir. Ancak bir kısmını bizatihi kendimiz bulmamız ve ilgili yere sabitlememiz gerekecektir. Zira “dâva sahibi olmak” sadece bilmek değil aynı zamanda bilinç, dert ve çile sahibi olmaktır. Damardaki hızlı kanın atışını hissetmek gibi gönül ve fikir dünyasında onunla beraber yaşamaktır. “Dâva”nın oluşturduğu motivasyonla yaşamak; onunla oturup, onunla kalkmaktır. Yatağa uzanınca dâvanın âtisiyle birlikte güncelini düşünmektir. Defalarca hesap yapmak ve kurgulamaktır. Önümüzdeki işi nasıl yaparız da daha güzel olurun derdini, tasasını taşımaktır. Koca dünyanın yükünü tek başına taşıma hissiyatı, “dünyayı kurtarma” metaforunun sahibi olabilmektir.

Dâva evvel emirde bilinç, sonrasında samimiyet, ahirinde ise istikamettir. Dâvaya sahip olmak yukarıda sorduğumuz soruların cevaplarını arayıp bulduktan sonra elde edilecektir. Samimiyeti yakalamak ise önüne çıkan küçük-büyük meselelerde gönlünü kontrol altına alabilmekle olacaktır. Samimiyet dâvayı kendi egosuna kurban etmemekle, şöhretine vesile bilmemekle gerçekleşecektir. Yaptığı ameli ve eylemi sadece Hakk rızası için yapabilmektir. İşte buradaki köprü gerçekten “kıldan ince, kılıçtan keskindir”. Efendimizin (s.a.s.) buyruğudur: “Her kim, Allâh’ın sözünün (İslâm dininin) yükselmesi için savaşırsa işte o, Allâh yolundadır.” Bu hadis-i şerifi kahramanlık taslamak, kabilecilik yapmak ve gösteriş yapmak maksadıyla savaşanlardan hangisinin Allâh yolunda olduğu sorulunca, buyurmuştu (Buhârî, Tevhîd 28; Müslim, İmâre​ 150). İstikamete gelince en zoru da budur. “Davet yolunda dökülenlerden” olmamak istikamete bağlıdır. Hayatın bin bir çile ve imtihanına rağmen hak bildiği yolda yürümektir. Zira çile ve imtihan olmadan nimet olmayacaktır. Bir dâvaya sahip olmak istikameti yakalayıp bir ömür bu uğurda yaşamakla mümkündür.

İnsan bir “dâva” ile insanlığının zirvesini yaşar. Bu evrensel bir husus olsa gerektir. Müslümanın “dâva”sı da hakeza insanlığının ve kulluğunun gereğidir. İslâm dininin sahip olduğu emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker, tebliğ, davet, cihat, vb. kavramların ortaya koyduğu somut gerçeklik dâvanın ta kendisidir. Dâva, bu kavramların ete kemiğe bürünmesidir. Dâva sahibi olmak, mücadeleye dâvam edebilmektir. Her durumun zorluğu vardır. Varın varlığı da yokun yokluğu da imtihan sebebidir. Kemmiyetteki azlık dâva adamı için bir şey ifade etmez. İnsanlar, teşkilata fevç fevç gelirken konumlanma gayretinin çok ötesinde bir “Sümeyye”, bir “Ammâr” veya “Bilal” olabilmektir. Kimsenin olmadığı yer ve zamanda var olmaya çalışmaktır. Ve esas olan keyfiyeti rızaya uygun tutabilmektir.

Dâvaya tutunabilmek, ortam ve dostların tercihiyle alakalıdır. İnsanın imtihanın bulunduğu ortamla ilgisini Efendimiz (s.a.s.) 99 adamın hikâyesini anlattığında göstermiştir (Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tövbe 46). Salih insanlarla hemhal olmak, ortamını aramak bu minvalde meselenin nirengi noktasıdır. Bundan dolayı dâvanın mecrası, sistemli bir dünya görüşüne sahip bir çevre, bir insan topluluğu yani bir cemaattir. Bu minvalde, dâvayı bireysel olarak yüklenme motivasyonu, beraberinde bir nakısayı da getirecektir. Bireysellik, yıkıcı bir şekilde gelen sele karşı tek başına durabilme saflığını taşırken; bir yandan da herhangi bir tehlike anında kendini garantiye alma çabasıdır. Bir yapı altında olunca sözün ve eylemin tesiri sınırlı kalacaktır, şeklindeki bireysel dâva adamı tavrı hem reel gerçekliğin ötesinde hem de bedel ödemenin uzağında olduğundan dünyevîlik riski taşımaktadır.

Bir yapı içerisinde bulunurken de “dâva” açısından bazı riskleri vardır. Dâvaya ana toplum içerisinde bir sığınak pozisyonunda görüp, dünyevî işlerini hal etmenin aracı olarak görmek ya da salt bir toplumsal çevre edinme gayreti içerisinde yapı içerisinde bulunmak bunlardandır. Müslüman dâva adamı, sahip olduğu “dâva”yı Hakk’a hizmetin mecrası olarak görebilendir. Dâvanın herhangi bir şeyin aracı olarak görülmesi bilinç, samimiyet ve istikametin katli manasına gelecektir.

Toplumsal bir varlık olan insan, doğası dinî ya da gayrı dinî grupların üyesi olur. Bu oldukça doğal ve fıtrîdir. Ancak buradaki makûliyet, merhum M. Zahit Kotku’nın söylediği “cemaatler cemiyete adam yetiştirir, cemaate değil.” tümcenin fehvasındadır. Cemaat, ana toplumdan kendini ayrı gören, rant peşinde bir kabile motivasyonu taşımaz. Sahip olunan “dâva” bireyden topluma hatta tüm beşeriyetin saadetine odaklıdır. “Bizi”, “vatandaş”tan ayıran bir mantalite, faydacı ve ruhsuz bir tavırdır. Dâva ve onun etrafındaki ulvî meseleler, dünyevî menfaatlerin aracı olarak kabul edilemez. Böyle bir eğilim, selefler tarafından ilmek ilmek örülen “dâva” buharlaşmasına, bizden öncekilerin bize aktardıklarına ihanet manasına gelecektir. Daha kötüsü “Yeryüzü, bu topraklar bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık” şeklindeki Kızılderili atasözündeki ihanetle karşı karşıya kalmaktır.

Son olarak “dâva” mensubiyeti aynı zamanda “biz” bilincini doğurur. Buradaki “biz” bir insan yığını değil, bir zincirdeki gibi her bir halkanın gördüğü işlevin farkında olan bir topluluktur. Bu algı “biz” olgusunun önemini ortaya koyduğu kadar “birey”in de önemine işaret etmektedir. Zira halka koptuğunda zincir kopmuş olacaktır.

YAZAR HAKKINDA
Abdurrahman İhsanoğlu
Abdurrahman İhsanoğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN