Abone Ol

Sanal Ortam Pespektifinden Aileyi Yeniden Düşünmek

Sanal Ortam Pespektifinden Aileyi Yeniden Düşünmek
Atakan Pehlivan

Teknolojinin hızla gelişmesi ve kullanılması birçok insanın yaşamında köklü anlamda değişiklik meydana getirmiştir. Hayatın her alanında bilişime ait izlere rastlamak mümkündür. Hayat standartlarını arttırmaya yönelik ve yeni bir dönemin başlangıcı sayılabilecek yenilikler, bireyleri, grupları, aileleri küresel bir biçimde etkilemektedir. Teknolojiyi kontrolsüz bir biçimde toplumun her noktasına yaymanın olumsuz sonuçları ile karşılaşılmıştır. Bu sanal yenilikler birçok işin hızını arttırması yanı sıra geleneksel olan kültürü, ilişkileri, örf ve adetlerin biçimini yeniden tartışmaya açmıştır. Toplumun en küçük yapıtaşını oluşturan aile sistemi teknolojinin gelişmesi ile mevcut yapı taşlarını parçalamaya zorlamış ve teknoloji, aile içi sanal kültürler oluşturarak sosyalleşme, aile içi iletişim, model olma gibi sistemleri deforme etmiştir.

Sosyalleşmenin ne olduğuna baktığımızda karşımıza, “İnsanı sosyal sistemin üyesi haline getiren süreç”[1] tanımı çıkar. Sosyalleşme, bireyi kişiye dönüştüren bir süreci ifade etmektedir. Bireyin, içinde yaşadığı toplumun değer ve normlarını öğrenerek içselleştirme sürecidir. Toplumun diğer üyelerinin kabulü bu kişiye dönüşümün kimlik bulması ile kendi biçimini oluşturur. Okul öncesi dönemde başlamak üzere ailenin ve birçok faktörün olumsuz etkisi, bireyin kişilik gelişimini kalıcı olarak olumsuz biçimde etkilemektedir. Sosyal ve duygusal gelişim çocuğun sağlıklı bir kişilik yapısı geliştirmesi ve çevresi ile olumlu ilişkiler kurabilmesi açısından önemli rol oynamaktadır.[2] Psiko-sosyal ve duygusal gelişim doğrudan aile ile ilişkilidir. Sağlıklı bir kişiliğin varlığı, sorun çözme becerisi, iş birliği ve dayanışma, hayatı anlamlandırma, iletişim, denge ve uyum düzeylerinin gelişmişliği ile karşımıza çıkar. Zincirleme bir etki ile teknolojinin sosyalleşmeyi doğrudan ya da dolaylı olarak hedef alması sonucunda yukarıda saymış olduğumuz kişilik gelişimlerinin yerini hayat tatmini düşük, iletişim becerileri zayıf, sorun çözebilme becerileri gelişmeyen, hayatında ve sosyal ilişkilerinde denge ve uyumu sağlayamayan bireyler almaktadır. Aile ortamı içinde kendine değer verildiğini hisseden, ihtiyaçları karşılanan, attığı olumlu adımlarda desteklenen ve yanlış davranışları konuşularak düşünmesi sağlanan çocuklar, toplumsal hayata daha kolay uyum sağlayacaktır.[3] Bu tür davranışsal öğrenmeler biyolojik anlamda beynin ilgili alanlarının gelişmesini sağalar ve fizikî olarak yaşına uygun davranışlar sergilemesi ile de karşımıza çıkar.

Sosyal Öğrenme Teorisine göre; İnsan davranışları sadece pekiştirme yoluyla değil, davranışsal ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi ile de açıklanabilir. Buna göre Bandura, gözlem yoluyla öğrenme üzerinde durmuş ve gözlem yoluyla öğrenmeyi; dikkat etme, bellekte saklama, davranışı meydana getirme, güdülenme süreçlerini kapsama şeklinde açıklanmıştır. Başkalarını gözlemleyerek model alma, çocuklar için özellikle anne baba tutumları açısından geçerli bir yaklaşım biçimi olarak değerlendirilmiştir.[4] Anne ve babadan sosyalleşme bağlamında öğrenim bu teoride karşımıza çıkan karşılıklı etkileşim ile oluşmaktadır. Sosyalleşmenin biçiminin değişmesi ya da sosyalleşme aracı olarak teknoloji, görgül biçimde işlenmesi gereken bilgiyi ortadan kaldırmaktadır. Anne babanın, hem çocuğunun ilgi ve gereksinimlerine duyarlı davranarak, hem de çocukları denetleyerek bir denge yakalaması gerekmektedir.[5] McDonald’ın (1988) da yaptığı çalışmada, üç-beş yaş arasında akranları tarafından pek ilgi görmeyen çocukların diğer çocuklar ile karşılaştıklarında babalarına daha az sevgi gösterisinde bulundukları belirtilmiştir.

Teknolojinin sosyalleşme bağlamında hayatımızdaki etkisine bakacak olursak; TÜİK Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması 2015 verilerine göre, internet kullanım oranı geçen yıla göre %2 artış göstererek %55,9 olarak bildirilmiştir. Hanelerin %96’sında cep telefonu veya akıllı telefon bulunurken %25’inde masaüstü bilgisayar, %43’ünde taşınabilir bilgisayar ve %20’sinde internete bağlanabilen TV bulunmaktadır. Yine TÜİK verilerine göre; 6-10 yaş grubu çocukların internet kullanımına başlama yaşının 6’ya, cep telefonu kullanma yaşının 7’ye kadar düştüğü, 6-15 yaş grubunun %24’ünün kendi kullanımına ait bilgisayara, %13’ünün cep telefonuna sahip olduğu; %50’sinin haftada 3-10 saat internet kullandığı bildirilmektedir. Cep telefonu kullanan 6-10 yaş grubu çocukların %80’i 11-15 yaş grubu çocukların ise %62’si cep telefonu üzerinden oyun oynamaktadır. İnternet oyunları yaygınlaştıkça özellikle ergen ve genç erişkinlerde oyunla aşırı meşguliyet, oyun başında geçen sürenin giderek artması, görev ve sorumlulukları ihmal etme, oyundan ayrılmayı tolere edememe, gerçek hayattan uzaklaşma ve sosyal izolasyon söz konusu olmaktadır.[6] Bağımlılık düzeyleri farklılık gösterse de kişilik gelişimi inşasında sanal ortamda sosyalleşme ile oto denetim yitimi, tolerans gelişimi, engellenmeye ajitasyon, öfke ile tepki verme, sorumluluk ihmali, uyku ve yemek yemeyi erteleme, utanma göz teması kurmakta zorluk, benlik saygısında düşüş, ileriye dönük kaygı, gerçek hayattan zevk alamama gibi yoksunluk belirtileri karşımıza çıkar.

Simülasyon oyunları ise oyuncuya neredeyse birebir gerçek hayatla örtüşen ancak her şeyin kendi kontrolünde olduğu ve sadece dahil olacağı değil, “yaratabileceği” ikinci bir dünya, bir paralel evren vaat eder.[7] Kimlik gelişiminin temel görev olduğu ve akran ilişkilerinin ve bir gruba dahil olmanın ön plana geçtiği ergenlik döneminde içe dönük, sosyal becerileri kısıtlı bireylerde, istedikleri gibi şekillendirecekleri ve kendilerini iyi hissedecekleri sanal bir kişilik yaratma ve bu kişilik üzerinden sanal ortamda sosyalleşme imkanı verilmektedir. Kişi dışarıdan çok pasif görünse de yarattığı sanal dünyada oldukça aktif olabilmekte ve o ortamda kısıtlanıp yerine tatmin edici başka şeyler konulmadığı zaman engellenmeye ciddi ve beklenmeyen tepkiler verebilmektedir.[8] Kişi, gerçek dünyada ailesinin kendisine sağlayamadığı ekonomik koşullar ve buna ulaşma isteği nedeniyle sanal ortamda gerçek hayata oranla çok daha hızlı kazanılan sanal para aracılığıyla istediği eşyayı satın almaktadır. Karakter ve tiplemeler sosyal ve kültürel normların dışında biçimlendirilmiş olarak karşımıza çıkar. Gerçek yaşamda kendini çaresiz ve güçsüz hisseden kimseler, sanal ortamda daha cesur ve daha güçlü hissetmekteler; bu ortamlar onlar için bir yaşam tarzına dönüşmekte, bastırılmış duygular sanal ortamda rahat bir şekilde ortaya çıkmakta, mahremiyet sınırlarının ihlal edilmekte, gerçek yaşam ile sanal yaşam yer değiştirmektedir.[9]

Ailenin güvenlik endişesi ile çocuklarının yaşından büyük insanlarla arkadaşlık etmesi ya da yaşına uygun olmayan mekanlara girmeyi engellemesi tabii karşılanabilir. Ancak sanal ortamın böyle bir denetim mekanizması yoktur. Yaş ve mekân sınırlaması olmaksızın çocuklar sanal ortamlarda kendilerine ait ikinci bir dünya kurmaktadır. İstedikleri gibi yaşayabilmekte, gezebilmekte, sanal para ile harcama yapabilmekte ve arkadaş edinmektedir. Tüm bu etkileşim, kendi içerisinde gerçek hayattan uzaklaşma ve sanal dünyaya dahil olma yanılsamasıyla sonuçlanır. Olumsuz sonuçların yanı sıra etkileşimi başka bir boyuttan ele alan Karakuş, “Sayısal cihazları kullanarak sayısallaşan ve sanallaşan gençler benzersizdirler ve kendi dünyalarını yaratma dürtüsüne ve olanağına sahiptirler. Bu yüzden önceki nesillerin sahip olamadıkları günlük deneyimlere sahip olmaya başlamışlardır. Sayısallaşan teknoloji yeni özgür iletişim araçları sunarken gençlerde kendi deneyimlerini paylaşım şansı bularak, birbirlerini etkilemekte ve hatta birbirlerinin davranışlarını değiştirmektedir.” Sanal dışı ortama yansımalarını göz önüne aldığımızda özellikle şiddet içerikli oyun ve filmleri izleyen çocuklar, olayların sebep ve neticelerini sorgulamamakta, hayatı bir oyun gibi algılamakta, bu durum çocukların sosyal-ailevî ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir.[10] Sanal ortamda sosyalleşmeye maruz kalan çocukların yaşamak için yok et düşüncesinin aşılanması da sosyal ilişkilerine yıkıcı etkide bulunabilmekte ya da terör ile ilişkilendirilebilecek toplumsal hareketlerden haz duyabilecek konuma getirmektedir. Oyunlarla yönlendirilmiş kişilerin, gerçek silahla eyleme gönderildiklerinde öldürmekten müthiş zevk aldıkları gözlemlenmiştir. Çünkü oynadıkları oyunlarda yaralama ya da yaralanma yoktur. Sadece ve sadece öldürme vardır, yok etme vardır. Ebeveynlerin kontrolsüzlüklerini gösteren bir araştırma, İstanbul-Şişli’de yapılmıştır: Ailelerle yapılan araştırmada katılımcıların çoğunun, çocukları internette iken onlarla ilgilenmedikleri ve bu esnada kendi işleriyle ilgilendikleri ortaya çıkmıştır.[11] Birçok aile sorunun sonuçlarını net bir biçimde görememektedir. Sanal ortamın unsurlarını bilmemekten kaynaklanan bu uzaklık nedeniyle ailelerle çocuklar birbirlerine yabancılaşmakta, gelecek kuşağın anne babaları olacak adaylar aile kurumunun önemini kavrayamamaktadır.

 

Sonuç

            Tüm bu süreçler çerçevesinde günümüz insanının sanal yaşam ile gerçek yaşam ayrımını sosyal hayatına dengeli bir biçimde uygulayamadığı görülmektedir. Özellikle genç bireylerin kimlik edinimi noktasında bu kazanımlarını sağlıklı olarak oluşturamadıkları anlaşılmaktadır. Kültürlerin, örflerin, hatta aile içi kural ve sistemlerinin aktarım aracının görgül olması gerekirken, bunun sanal ortama taşınması; birey, grup ve toplum alanlarında iletişim güçlüğüne neden olmaktadır. Gelişen teknoloji etkileşim hızını kat ve kat arttırmıştır. Ancak insanın doğası gereğince içselleştirme ve bilgiyi yeniden üretme becerileri bu etkileşim hızına bağlı olarak azalmıştır. Boşanma oranlarının artması, bireysel başarının düşmesi, iletişimsizlik ve özellikle çocuk yetiştirme tarzlarında yeni bir döneme geçilmesi, gelecekte “tekno-bebek” tartışmalarını gündeme getirecek gibidir. Sanal ortamın çekiciliği gerçek hayatın zor koşullarını yenmiştir; toplumu oluşturan aileyi, insanın doğasına aykırı bir biçimde değişime uğratmıştır. Giderek açısı daralan sanal ve gerçekliğin birbirine eklemlenmesi, insan üzerine tüm kavramların yeniden ele alınmasını gerektirecektir.

 

Kaynakça

Adanır, A. S., Doğru, H., Özatalay, E. “Oyuna Adanmış Bir Yaşam: Bir Olgu Sunumu Üzerinden İnternet Oyun Oynama Bozukluğuna Kısa Bir Bakış”, Türk Aile Hek. Dergisi, 2016;20(2):85-90.

Çalışkan, N. ve Aslanderen, M. “Aile İçi İletişim ve Siber Yaşam: Teorik Bir Çözümleme”, Ahi Evran Üni. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 15 Sayı 2 Ağustos 2014, Sayfa 263-277.

Dirik, M. Taşkesen, E., Ekin, İ., Alp, D. “Bilişim Çağında Sanal Yaşamın Gerçek Yaşama Yansıması”, Batman Üni. Uluslararası Katılımlı Bilim ve Kültür Sempozyumu, 18-20 Nisan, 2012.

Kandır, A. ve Alpan, Y., “Okul Öncesi Dönemde Sosyal- Duygusal Gelişime Anne-baba Davranışlarının Etkisi”. Aile ve Toplum Yıl 10 Cilt 4 sayı 14- Nisan-Mayıs-Haziran 2008.

Karakuş, C. “Sanal Ortamda Davranış Yönlendirme”, İstanbul Kültür Üniversitesi, http://ckk.com.tr/bilimsel/sanal.pdf, 2008.

Kırık, A. M. “Aile ve Çocuk İlişkisinde İnternetin Yeri Nitel Bir Araştırma”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Şubat 2014 Cilt 3 Sayı:1.

Tezel-Şahin, F. ve Cevher F. N. “Türk Toplumunda Aile-Çocuk İlişkilerine Genel Bir Bakış”. ICANAS 38 (38. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi). (10-15 Eylül, 2007). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara.

 

 
[1] Koçtaş, s.329.

[2] Kandır ve Alpa, 2008, s.33.

[3] Şahin ve Cevher, 2007.

[4] Aktaran: Kandır vd., 2000, s.81-83.

[5] A.g.e., s.37.

[6] Adanır vd. 2016, s.2.

[7] Aktaran, Adanır vd.,2016, s.4.

[8] A.g.e., s.6.

[9] Dirik vd.,2012, s.214.

[10] Karakuş, 2008, s.4.

[11] Kırık, 2014, s. 345.

YAZAR HAKKINDA
Atakan Pehlivan
Atakan Pehlivan
YORUMLAR
Muhammet uzum
15-09-2019 - 11:19
Teşekkür ediyorum. Istifade ettigim bir yazı olmuş.
YORUM YAPIN