Abone Ol

Sağlıklı Aile Yapısının İlkelerinden Dinî Ve Ahlakî Denklik

Sağlıklı Aile Yapısının İlkelerinden Dinî Ve Ahlakî Denklik
Aile konusunu iyi anlamak için Kur’an-ı Kerim’in erkeğe, kadına, çocuklara nasıl baktığını iyi bilmek ve anlamak gerekir. Kur’an’daki bu bakış sünnette nasıl karşılık bulmuş ve Peygamberimiz nasıl bir aile yapısı inşa etmiştir? Eğer birey ve toplum dinin iki temel kaynağına göre köklü bir eğitimden geçecek olursa ailenin geleceği sağlam temeller üzerine kurulmuş olur. Vahiy, kadın ve erkeği hayatın devamında zorunlu varlıklar olarak görmüştür: “Ey insanlar! Biz, sizleri bir erkekle bir kadından yarattık. Tanışmanız için sizleri oymaklara ve (daha büyük) kabilelere ayırdık. Allah katında ise sizin en değerliniz en takvalı olanınızdır. Allah, yaptıklarınızı bilir ve her şeyden haberdardır.”[1] ayeti, evliliğin vücut bulmasında her iki türün de olmazsa olmazlığına işaret etmektedir. Herhangi bir cinsin diğerine üstünlüğünü ifade eden bir karine ayette yoktur. Türlerin yaratılması ve yaratılıştaki farklılıklar insan özgürlüğüne girmediği için cinsiyetle öğünmek İslâm’da yasaklanmıştır. Türlerle övünmeyi İslâm cahiliye âdeti saymıştır. Erkeği de kadını da Allah Teâlâ mutlak iradesine göre takdir etmiştir.

Kur’an, yaratılan ilk çiftin cennete girdirildiğini haber vererek ilk ailenin de cennette kurulduğuna dikkat çekmiştir.  “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin…”[2] ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. Bunun anlamı; cennette nasıl ki sıkıntı yok ve huzur hâkim ise, cennetteki huzuru aile vasıtasıyla dünyaya da taşımaktır. İnsanlar ailede cennete benzer bir huzur ortamı oluşturmalıdırlar. Bu şekildeki ortamı oluşturmanın ilk ve en önemli şartı nikâhtır. Nikâhın olmadığı birliktelik vahiyden onay almadığı için huzurdan ve meşruiyetten uzaktır. Aileye meşruiyet kazandıran nikâh; evlenme ehliyeti olan erkek ve kadının şahitlerin huzurunda ebediyet üzerine kendi hür iradeleriyle yapmış oldukları ahitleşme; sözleşmedir. İcap ve kabulle gerçekleşir.[3] Ebedilik üzerine olmayan “mut’a / geçici nikâh Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır.”[4] Çünkü böyle bir nikâh, kadını sadece cinsel obje durumuna düşüren ve kadının onurunu ayaklar altına alan bir uygulamadır. Tarihte mut’a nikâhı görülse de İslâm bu uygulamayı kademe kademe yürürlükten kaldırmıştır. Bu şekilde dinimiz, kadının onurunun ayaklar altına alınmasını engellemiştir.

Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz, evliliği teşvik etmiştir. Bu teşvikten gençler gerekli payı aldıkları gibi, toplumdaki önderlik makamında bulunanlar da gerekli payı almalıdır. Evliliğe teşvikle alakalı şu ayetin iyi anlaşılması zarurettir: “(Ey İslâm toplumunun yöneticileri, aile reisleri, mahalle büyükleri) içinizden evli olmayan(evlilik çağında dul veya bekâr bütün Müslüman)ları ve (evlilik hayatının sorumluluklarını yerine getirebilecek fikri ve ahlaki) olgunluğa ulaşmış köle ve cariyelerinizi evlendirin. Eğer onlar fakir (oldukları gerekçesiyle yuva kurmaktan çekiniyor) iseler, (korkmasınlar, çünkü) Allah lütuf ve bereketi sayesinde, onları hiç kimseye muhtaç etmeyecektir. (Unutmayın ki) Allah, (kudret ve merhametiyle) sınırsızdır. Her şeyi bilmektedir.”[5] Resulullah (sav), evliliği teşvik bağlamında; “(Çiftler arasında) nikâh; evlilik gibi muhabbet doğuran bir şey görmedim.”[6] Buyurmuş ve nikâhın imanı ikmal ettiğine dikkat çekmiştir: “Kim ki Allah için verir, Allah için men eder, Allah için sever ve Allah için buğuz eder ve Allah (rızası ve namusunu korumak) için evlenirse imanını kemale erdirmiş olur.”[7] Evlenmemek suretiyle neslin devamına engel olacak kurumlar oluşturmayı Peygamber Efendimiz şu ifadeleri ile yermiştir: “Evlenmeye gücü yettiği hâlde evlenmeyen biz(im ümmetimiz)den değildir.”[8] Bilinmelidir ki evlilik, insanı cinsel haramlara düşmekten korur. Kur’an , “Sadece eşleri ile yetinen” iffetli Müslümanları övdüğü gibi,[9] Hz. Peygamber de; “Cinselliğinizi haramdan koruyunuz. Kim cinselliğini haramdan korursa onun için cennet vardır.”[10] Resulullah (sav), bir defasında bizzat gençleri muhatap alarak şu uyarıyı yapmıştır: “Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan korur, cinselliği haramdan muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun. Oruç insanın şehvetini kırar.”[11] Hz. Muhammed (sav), “İki çenesi arasındakini (dilini) ve cinselliğini haramdan koruma garantisi verenlere, (Allah’ın izni ile) cennetlik olmalarının garantisini” vermiştir.[12] Resulullah (sav), “Zina edenin mü’min olarak zina edemeyeceğini”[13] bildirmiş ve şu önemli ikazı yapmıştır: “Sizleri zinaya karşı uyarırım. Zina yapan kimsede dört özellik vardır: Yüzünün güzelliği ve nuru gider, rızkı kesilir, Allah Teâlâ’yı gazaplandırır ve cehennemde ebedi kalmasına sebep olur.”[14]

Evlenmeye gücü yetenlerin evlenmemesi yeryüzünde fesat çıkmasına sebeptir. Her hangi meşru bir neden olmadan; sudan bahanelerle erkek veya hanımların evliliklerini engellemeyi Peygamberimiz hoş karşılamamıştır. “Sizden birinize emanetinden ve ahlakından razı olacağınız biri geldiğinde onu evlendiriniz. Şayet, evlendirmezseniz dünyada büyük bir fesat ortaya çıkar.”[15]

Evlilik kurumu oluşturulduktan sonra geçerli nedenler olmadan aileyi dağıtmak bireysel, ailevi ve toplumsal açıdan telafisi zor sorunları ortaya çıkarır. Bu durum çocuklar için daha da zordur. Toplumu ve bireyi sarsan olumsuzlukları yaşamamak için evlilik öncesi tedbirler almak her iki taraf için önemlidir. Eğer bu tedbirler alınır ve evlilik kurumu karşılıklı saygı, sevgi ve bilinç üzerine oturtulacak olursa aile sağlam temeller üzerine bina edilmiş olur ve bahsetmiş olduğumuz tehlikeler ortaya çıkmaz. Fıkıh âlimlerimiz, ailenin temelinin sağlam ve evliliğin devamlı olabilmesi için kefaet / denklik üzerinde çok durmuşlardır. Biz burada sadece dini ve ahlaki denkliğin önemini ele alacağız.

 Evlenecek şahıslar arasında dini denklik esastır. Bu esasın sınırlarını Yüce Allah Kur’an’da beyan etmiştir: “(Allah’ın varlığına inanmakla birlikte, başka tanrılara, ideolojilere ve otoritelere boyun eğerek bunları Allah’a eş ve ortak koşan) müşrik kadınlarla, (onlar Allah’ın birliğine, yaratmak ve emretmekteki eşsizliğine ve ahiret gününe) iman etmedikleri sürece asla evlenmeyin. Çünkü özgürlüğünden yoksun olsa bile inançlı bir kadın, özgür ama müşrik bir kadından, —o müşrik kadın hoşunuza gitse bile— çok daha hayırlıdır. (Toplumsal statüsü ne kadar aşağı olursa olsun, inançlı bir kadın; güzelliği, asaleti ve toplumdaki üstün konumuyla sizi büyüleyen müşrik bir kadından çok daha hayırlıdır. Dolayısıyla, Allah’a ortak koşan kimselerle hiçbir şekilde evlenmemelisiniz.) Ve müşrik erkeklere, onlar iman etmedikleri sürece kız vermeyin. (Müslüman kadınları onlarla evlendirmeyin. Zira özgür, güçlü, zengin ve yakışıklı ama) bir müşrik, (maddî üstünlük ve meziyetleriyle) gözünüze cazip görünse de, (Allah’a ve ahiret gününe) iman etmiş bir köle, ondan çok daha hayırlıdır. Çünkü o müşrikler sizi cehennem ateşine çağırırlarken, (o fakir ve zayıf Müslümanların inanıp boyun eğdiği) Allah, sizleri izniyle cennete ve (sonsuz merhameti sayesinde) bağışlamaya çağırıyor. İşte Allah, ayetlerini insanlara açıkça bildiriyor ki, düşünüp öğüt alabilsinler.”[16] Ayetten öğrendiğimiz, hiçbir Müslümanın evlilikte bir müşriki tercih edemeyeceğidir. Kadın olsun erkek olsun müşrikle evlenmek haramdır. Bu ayette bazı incelikler vardır ki onlardan birisi; evlenme yasağı olan şahıslarla ilgili müşrik kavramının seçilmesidir. Müşrik kavramının içerisine; Allah Teâlâ’ya Üzeyir’i oğul olarak isnat eden Yahudiler de,[17] İsa Peygamber’i Allah’ın oğlu kabul eden Hıristiyanlar da girmektedirler.[18] Dolayısıyla her iki dini grupta İslâm nazarında müşriktir. Kur’an, her ne kadar Ehli Kitap kadınlarla, Müslüman erkeklerin evlenmesine ruhsat verse de bu bir tavsiye veya emir değildir. Tercihte serbest bırakmaktır. Üstelik Yahudilik ve Hıristiyanlığın tarih içerisindeki evrilmelerine bağlı olarak eski karakterlerini bile tamamen kaybettiklerini öğreniyoruz. Onların bu değişimlerini Hz. Ali (r.), “zındıklaşmak” kavramıyla açıklamıştır.[19] Kur’an, Ehli Kitab’ın sapıtma sürecini Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Tevbe ve Meryem Surelerinde detaylı olarak izah etmiştir. Bunları ayrı bir çalışmada ele alacağımız için ayrıntılara girmeyeceğiz.

Hz. Peygamber (sav), Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali atadığında evvela onları Allah’ın birliğine imana davet etmesini emretmiştir.[20] Çünkü Ehli kitap İslâm nazarında müşriktir.[21] Müşrik olmaları hasebiyle Hz. Peygamber (sav), “Ehli Kitab’a bir şey sormayınız. Çünkü onlar sapıttıkları için sizlere doğru yolu gösteremezler. Eğer onlara soru soracak olursanız, neticede ya bir batılı tasdik edersiniz veya bir hakkı yalanlarsınız. Şayet Musa (a.) bile aranızda olsaydı bana tabi olması gerekirdi.”[22] Nitekim Selman el-Farisi (r.), Hıristiyanlarla ilgili bir soru sorduğunda Peygamber Efendimiz, “Kendilerinde de dinlerinde de hayır yoktur.”[23] buyurmuştur. İslâm’ın bütün emirlerine teslim olmakla Müslüman olunacağına vurgu yapan Resulullah (sav), Vali Amr b. Hazm’a yazdığı mektupta “Yahudi veya Hıristiyan birisi içinden gelerek samimi bir şekilde İslâm’ı kabul eder ve İslâm’a hakkıyla boyun eğerse onların Müslümanlardan kabul edileceğini” belirtmiştir.[24] İslâm’ın dışındaki hiçbir din Allah Teâlâ katında makbul değildir. Sahih din; Allah’ın emrettiği, faillerinden razı olup amellerine sevap verdiği dindir.[25] Hıristiyanların ve Yahudilerin durumunu bizlere açıkça haber veren şu rivayetle yetinelim: “Adamın birisi Hz. Peygamber’e geliyor ve diyor ki: ‘Ey Allah’ın Elçisi! Hıristiyan birisi, İncil’e sarılıyor; Yahudi birisi de Tevrat’a sarılıyor, Allah’a da (kendi) peygamberlerine de iman ediyorlar. Fakat sana iman edip tabi olmuyorlar. Bunlar hakkında ne dersin? Resulullah bu soruya şu cevabı vermiştir: ‘Yahudi olsun, Hıristiyan olsun kim benim peygamberliğimi işitir de bana tabi olmazsa o mutlaka cehenneme girecektir.”[26] Çünkü Allah’a inanıp da elçisini inkâr etmek olmaz. Aynı konuda bir başka rivayet ise şöyledir: “Bu (davet) ümmetinden ister Yahudi olsun, ister Hıristiyan olsun her kim ki benim peygamberliğimi işitir de benim kendisiyle gönderildiğim şeylere iman etmeyecek olursa, mutlaka cehenneme girecektir.”[27] Yahudi ve Hıristiyanlar kitaplarını tahrif ederek[28] elleriyle sözde kitaplar yazmışlar, sonra da bunlar Allah katındandır diyerek dinlerini dünyalık uğruna satmışlardır.[29]

Tevhitten sapan bu gruplarla evlilik çerçevesinde Hz. Ömer (r.), valisine yazdığı mektupta; “Müslüman bir kimse Ehli Kitap bir kadınla isterse evlenebilir. Ama Müslüman bir kadın onlardan birisi ile evlenemez.”[30] Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, kendisine Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla nikâhlanmak sorulduğunda babasından daha farklı düşünerek şu görüşü bildirmiştir: “Allah Teâlâ müşriklerle evlenmeyi haram kılmıştır. Allah’ın kullarından bir kadının ‘rabbim İsa’ demesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum.”[31] Fatiha’da gazaba uğrayanlarla Yahudilerin, dalalete ehliyle ise Hıristiyanların kast edildiği malumdur.[32] Hâl böyle iken, batıl bir dine iman eden, sonraki süreçlerde ise bu dinle bile bağlantıyı keserek tamamen pozitivist bir dünya görüşüne teslim olan kimselerle Müslümanlığı kabul etmedikçe elbette evlenmemek gerekir. Şirk denilen, Allah’a yaratmak ve emretmekte ortak koşma olayı en büyük itikadî günahtır. Evlilik dâhil hayatın her alanında şirkten ve müşriklerden uzak durulması şarttır.

Şirkle ilgili bu yazılanlardan anlaşılan; Müslüman olduğunu söyleyen kimse Allah’ı hayatının bütün alanlarında müdâhil varlık olarak kabul edip hayatına O’nun emirleri ve yasakları doğrultusunda anlam vermelidir. Hayatının genişlik alanlarını parçalar ve emir alanında Allah Teâlâ’yı reddedecek olursa bu kimse Kur’an nazarında müşriktir. Çoğu çalışmamızda vurguladığımız gibi, hayatın kendileriyle parçalandığı ideolojiler, dine karşı şirk dinleridir. Hayatı din karşıtı olarak düzenleme iddiasındadırlar. Bu iddia ve fonksiyonlarına bağlı olarak onlara uydurma dinler diyebiliriz. İdeolojilerin bu özelliğinden dolayı, onları kabul eden kimseler müşrik olurlar. Bu neticeye göre İslâm nazarında, ideolojilere bağlananlarla evlenmek haramdır. İnsanlar yuva kurarken veya kurulmasına vesile olurlarken evlilik akdi yapacakları kimselerin önce inançlarını araştırmalıdırlar. Çünkü Müslüman olmayanlarla yapılan nikâh, daha önce de belirttiğimiz gibi meşru değildir. Şunu esefle belirtelim ki Müslümanlar bu konulara gereken hassasiyeti göstermemektedirler. Nikâhta iman ve İslâm’ı belirleyici kabul etmek yerine, mal ve makamı belirleyici kabul etmektedirler. İdeoloji mensuplarının parçalı din algısı ve bazı ritüelleri aylık veya yıllık yapmaları zihinsel tezkiyesini vahye göre gerçekleştiremeyen insanları aldatmaktadır. Kimse, politeist bir inanca bağlı olduğunun farkında bile değildir. Farkında olanlar da pragmatik bir anlayışla bu inanç biçimlerini ikrar etmemektedirler.

Evlenecek kişiler ahlaken birbirlerine denk olmalıdır. Ahlaki denklik evliliğin devamını sağlayan en önemli ilkedir. Ahlakın olmadığı ne birey, ne aile, ne de toplumun ayakta durması ve huzurlu olması mümkün değildir. Hz. Peygamber (sav), yuvanın kurulmasındaki seçenekleri saymış ve bizleri doğru tercih noktasında yönlendirmiştir. Şu tavsiyesi çok önemlidir: “Bir kadın ile ancak dört özelliği sebebiyle evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Siz dini(ni mükemmel) yaşayanı tercih edin ki mutlu olasınız.”[33] Ahlakın önemini daha da öne çıkaracak biçimde Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: “Kadınlarla sadece güzellikleri için evlenmeyiniz. Güzellikleri tamamen yok olup gözden düşebilir. Onlarla, kendilerini azdırıp şımartacak malları nedeniyle de evlenmeyiniz. Fakat dinleri / ahlaki güzellikleri sebebi ile evleniniz.”[34]

Evlilik kurumunu iman ve ahlak temelleri üzerine oturtan Hz. Peygamber (sav), kadınlara karşı kaba davranmayı şiddetle yasaklamıştır. Onlara vurmayı, yüzlerine karşı ayıplamayı ve evde bile olsa onlara küsmeyi reddeden[35] Peygamber Efendimiz, “Kadınları önce dövüp gün sonunda da (yüzsüzce) cinsel beraberlik kurmak isteyen erkekleri şiddetle kınamıştır.”[36] Kendisi de hanımlarından hiç birisine el kaldırmayarak ümmetine en büyük sünnetlerinden birini koymuştur.[37] Hanımlara hiçbir zaman el kaldırmamak en önemli yaşayan sünnetlerden biridir. Hatta kadınlara kaba davranıp dayak atmayı zulüm sayan ve bu tip kaba erkeklerle evlenilmeyeceğini belirten Resulullah (sav), Fatıma bt. Kays örneği üzerinden bizleri de uyarmıştır. Fatıma bt. Kays, Peygamberimiz’e gelerek kendisiyle evlenmek isteyen taliplerinden bahsedip O’nun görüşünü almak istemiştir. Hz. Peygamber, dünürlerinin kimler olduğunu sorunca, Ebu Cehm, Muaviye b. Ebi süfyan ve Üsame b. Zeyd ‘in adlarını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), “Ebu Cehm’in elinden sopası düşmez; seni döver. Muaviye ise parası pulu olmayan, evi geçindirmekte zorlanacak birisidir. Sen Üsame ile evlen.”[38] buyurmuştur. Hz. Üsame ile evlilik yapan Fatıma bt. Kays, böyle bir evlilikten çok memnun kalmıştır. [39] Böylece Resulullah, hem irşat görevini yapmış hem de evlilikteki ölçüsünü bizlere bildirmiştir.

“Müslümanların iman bakımından kâmil olanlarının ve ahlaken en güzel olanlarının aile fertlerine en nezaketli davrananlar.”[40] olduğuna atıfta bulunan Peygamber Efendimiz, “Kişinin hanımının ağzına verdiği lokma sebebiyle bile sadaka sevabı alacağını”[41] söylemiştir. Söylediklerini önce kendisi uygulayan Hz. Peygamber (sav), kibarlık ve narinlikte kadınları eyeği kemiğine teşbih etmiş ve şu uyarıyı yapmıştır: “Kadınlar eyeğ kemiği gibidirler. (Yaratılışına baskı yaparak) doğrultmak isterseniz onları kırarsınız. Fıtratına müdahale etmezseniz onlardan istifade edersiniz.”[42] Bu hadislerin bazı tariklerinde teşbih edatı kaldırılmıştır. Belagat sanatının inceliklerini ifade eden bu farklı söylemleri bilmeyen dilsiz ve usulsüz Müslüman feministler (!), farklı rivayetlerden yola çıkarak bir sürü lüzumsuz beyanda bulunmuşlardır. İslâm düşmanlarına fırsatlar vererek yeni polemik alanları oluşturmuşlardır. Onlara sadece metodoloji ve belagat okumalarını; indirgemeci, kompleksli bir dille konuşmamalarını tavsiye ederiz.

Hanımlarını ve tüm kadınları Resulullah (sav), narinlikleri ve hassaslıkları nedeniyle kristallere benzetmiştir. Dünyada böyle bir benzetmeyi yapan ikinci bir kimse yoktur. Kristalin ne olduğunu ve onu korumanın inceliğini bilen insanlar Peygamberimiz’i daha iyi anlayabilirler. Anlayışlarını eşlerine sevgi ve saygı olarak yansıtabilirler. Bera b. Malik ve Enceşe gibi bazı sahabiler, şiir okumada ve recez söylemede maharet kazanmış kimselerdir. Develer, onların uyumlu şiirleri ile ritim tutarlar ve zaman zaman üzerlerinde kadınlar olduğu hâlde koşarlardı. Onların bu durumunu gören Hz. Muhammed (sav), şiir okuyan bu sürücülere şöyle diyerek hanımları taltif etmiş ve tüm insanlığa onların ne olduklarını tarif etmiştir: “Ey Enceşe yavaş olunuz! Kristalleri incitirsiniz.”[43]

Eşlerini incitmeme hususunda da bizlere örnek olan Peygamberimiz, sevgisinin bir tezahürü olarak onların eğitimleriyle de yakından ilgilenmiştir. Doğal hastalık durumlarında bile onların morallerini yüksek tutmuş, onları yanından ayırmamıştır.[44] Bu durumda Kur’an okuyamayan annelerimize Hz. Peygamber Kur’an okumuştur. O’nun bu uygulamasını eşleri Hz. Ayşe ve Hz. Meymune şöyle anlatmışlardır: “Biz hayızlı olduğumuzda Resulullah, başını göğsümüze kor ve bize Kur’an okurdu.”[45] Hastalık hallerinde eşlerini rahatlatan Hz. Muhammed (sav), bu uygulamasıyla doğal hastalık durumlarında eşlerinin odalarını ayıran Yahudilerin yaptığı kaba uygulamaların ne kadar yersiz ve yaratılışa aykırı olduğunu insanlığa göstermiştir.

Kadınlara karşı erkeklerin, erkeklere karşı da hanımların nezaketli davranması ahlaki bir davranıştır. Kibarlık her zaman güzel olmakla beraber evlilikte daha da güzeldir. Konuyla ilgili sünnetten onlarca örnek bulmak mümkündür. Fakat evlilikteki ahlaki denkliği sadece kibarlığa da indirgememeliyiz. Daha önemli olan cinsel alandaki ahlaki denkliktir. Kur’an cinsel alandaki ahlaki denkliği şöyle dile getirmiştir: “Zina etmiş erkek, ancak zina etmiş olan veya Allah’a ortak koşan bir kadınla; zina etmiş kadın ise, zina etmiş olan veya Allah’a ortak koşan bir erkekle evlenebilir. Bu (tip bir evlilik), mü’minlere haram kılınmıştır.”[46] Ayetin nüzul ortamında fakir Müslümanların Mekkeli ahlaksız kadınlarla evlenmek istemeleri vardır. Kureyş Kabilesinin zengin müşrikleri cariyelerine para karşılığı fuhuş yaptırıyorlardı. Bu kadınlar kendilerini, evlerine bayraklar asarak halka teşhir ediyorlardı. Mekke döneminde devlet kuramayan Hz. Peygamber, bu çirkin gidişatı önleyememişti. Medine’de İslâm devleti kurulduktan sonra, yoksul Müslümanlar Mekkeli bu kadınlarla evlenmek istediler. Kur’an bu ayetle onlara cevap vermektedir.[47] Zinâkâr kadınlarla ve erkeklerle evlenmek bu ayetle yasaklanmıştır. Yukardaki ayet, daha sonraki muhataplarına da hayatında zina olan kimselere karşı evlilikte temkinli olmalarını emretmektedir. Şu ayette buyurulduğu gibi kötüler / zinâkârlar, iffetli / namuslu kimselerin dengi değildirler: “Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. İşte bu temiz olan, (iftiracıların) söylediklerinden çok uzaktırlar. Kendileri için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.”[48] Ayetten anlaşılan; eş seçiminde iffetli olanı aramanın şart olduğudur. Esefle belirtelim ki toplumumuzda bekâret, iffet ve namus kızlarda aranmaktadır. Bu arayış doğru olmakla beraber eksiktir. Aile reislerinin çocuklarını evlendirirken erkeğin iffeti, namusu ve cinsel ahlakı konularında da derin araştırmalar yapmaları elzemdir. Aksi bir durumda, meydana gelen alışkanlıklar yeniden avdet ederek yuvaların yıkılmasına neden olabilir. İffetli kadınları namussuz erkeklere denk görmeyen Peygamber Efendimiz; “Sopa cezası ile cezalandırılan zinâkâr bir erkek ancak kendisi gibi biri ile evlenebilir (İffetli hanımlar onların denkleri değildir.).”[49] hadisi ile konuyu neticeye kavuşturmuştur. Evlilik hayatını inşa ederken bu ayet ve hadislere göre aileye anlam vermek huzurun ve geleceğin teminatıdır.

 

 

[1]     Hucurat 49 / 13.

[2]     A’raf 7 / 19.

[3] Nikâh’ın tanımı böyle olmasına rağmen ve şartları belirlenmişken yeni tanımlar uydurmak doğru değildir. Nikah bir akittir. Tarafeyn varsa, şahitler hazırsa ve hür irade ile icap kabul tahakkuk ettiyse nikâh tamamdır. Hâl böyleyken nikâhları sona ermeyen bazı kimseler akit üzerine akit yaparak yaptıkları gayri meşru işe; “imam nikâhı” veya “dini nikâh” demektedirler. Bir nikâh akdi sona ermeden kadının başka bir evlilik yapması, erkeğin nikâh akdi bitmeyen bir kadınla sözde nikâh kıyması zinadır. Bunu açıkça beyan ediyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığının bu hakikati sık sık dillendirmesi şarttır. Aksi durumda zinakâr kimseler gayr-i meşru hayatlarına onay verenin din olduğunu iddia ederek ülkemizde din düşmanlığını körükleyeceklerdir. İslâm böyle bir şarlatanlığı asla onaylamaz. Zaten ahlaksız ve edepsiz kimselerin din diye bir dertleri de yoktur. Televizyon programlarındaki bayan sunucular ve huzurlarındaki zinakârlar “imam nikâhı” ifadesini din düşmanlığını masumane(!) artırmak için belki de bilerek kullanıyorlar, diyemiyoruz. Batıya uyum yasaları çerçevesinde zinayı serbest bırakanlar verili siyaseti kurtarırken “dini nikâh veya imam nikâhı” diyerek ahlaksızlığa zemin hazırlamak; bitmemiş evlilik üzerine evlilik yapmak haramdır. Zinadır. Allah için bu dine sahip çıkan hocaların ve kurumların ilgili iletişim kanallarına açıklama yapmaları gerekmez mi? Hem de muhafazakâr(!) kanallarda bu ahlaksızlık yapılmaktadır. (M.S.)

[4]     Buhari, 67, Nikâh, 31, V / 129.

[5]     Nur 24 / 32.

[6]     Abdurrezzak, Musannef, VI / 168; İbni Mace, Nikâh, H. no: 1847, I / 593; Hakim, Müstedrek, II / 175.

[7]     Hakim, age, II / 178.

[8]     Heysemi, Zevaid, IV / 251.

[9]     Mü’minun 23 / 7.

[10]    Heysemi, age., II / 253.

[11]    Darimi, Sünen, II / 177.

[12]    Ahmed, Müsned, V / 333.

[13]    İbni Mace, 3, H. no: 3936, II / 1299.

[14]    Taberani Evsat’ta İbni Abbas’tan nakletmiştir. Acluni, Keşf’ü’l-Hafa, H. no: 858, I / 273.

[15]    Abdürrezzak, Musannef, VI / 153; Tirmizi, 3, Nikâh, H. no: 1084, III / 153.

[16]    Bakara 2 / 221.

[17]    Bk. Tevbe 9 / 30.

[18]    Bk. Tevbe 9 / 31.

[19]    Abdürrezzak, Musannef, H. no: 9970, VII / 48.

[20]    Buhari, 97, Tevhid, 1, VIII / 164; Müslim, 1, İman, 7, H. no: 29, I / 50.

[21]    Hazin, Ali b. Muhammed, Lübabü’t-te’vil fi meani’t-tenzil, Trsz, I / 309.

[22]    Ahmed, Müsned, III / 338.

[23]    Hakim, Müstedrek, H. no: 6543, III / 697.

[24]    İbni Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Siretü’n-nebeviyye, IV / 239.

[25]    Hazin, age., I / 282.

[26]    İbni Hamza, Esbabu vürudi’l-hadis, I / 313.

[27]    Müslim, 1, İman, 70, H. no: 240, I / 134.

[28]    Bak: Bakara 2 / 75.

[29]    Abdurrezzak, age, H. no: 10159, VI / 110; Hakim, Müstedrek, H. no: 3041, II / 289.

[30]    Abdurrezzak, age., IX / 106.

[31]    Buhari, 68, Talak, 18, VI / 172.

[32]    Heysemi, Zevaid, VI / 208.

[33]    Ebu Davud, Nikâh, II / 540.

[34]    İbni Mace, Nikâh, H. no: 1859, I / 597.

[35]    Ebu Davud, 6, Nikâh, 42, H. no: 2142, II / 606.

[36]    Buhari, 67, Nikâh, 93, VI / 153; İbni Mace, Nikâh, 51, H. no: 1983, I / 638.

[37]    İbni Mace, Nikâh, 51, H. no: 1984, I / 639.

[38]    Ebu Davud, 7, Talak, 39, H. no. 2284, II / 713.

[39]    Beyhaki, 121, Nikâh, H. no: 13781, VII / 220.

[40]    Ahmed, Müsned, VI / 47.

[41]    Buhari, II, İman, 41, I / 20; Ahmed, Müsned, IV / 126.

[42]    Abdurrezzak, Musannef, H. no: 10391, VI / 173; Ahmed, Müsned, VI / 204.

[43]    Darimi, İsti’zan, Beyrut 1997, H. no: 2702, II / 382; Hakim, Müstedrek, III / 330.

[44]    Beyhaki, Büyu’, H. no: 11052, VI / 23.

[45]    Ahmed, Müsned, VI / 259; el-Humeydi, Abdullah b. Zübeyir, Beyrut, trsz., I / 149.

[46]    Nur 24 / 3.

[47]    Mukatil b. Süleyman, Tefsir, II / 408; Zemahşeri, Keşşaf, III / 207.

[48]    Nur 24 / 26.

[49]    Ebu Davud, 6, Nikâh, 5, H. no: 2052, II / 543.

YAZAR HAKKINDA
Mehmet Sürmeli
Mehmet Sürmeli
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN