Abone Ol

Kur’an-ı Kerim’e Tarihsel Bakışın Sakıncaları

Kur’an-ı Kerim’e Tarihsel Bakışın Sakıncaları
Hz. Peygamber (s.a.v.) evrensel bir peygamberdir. Tüm insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilmiştir.[1] Hz. Peygamber’in evrenselliğini şu ayet açık bir biçimde beyan etmektedir: “De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben, Allah’ın (kıyamete kadar) tüm insanlığa göndermiş olduğu elçisiyim. O Allah ki göklerin ve yeryüzünün egemenliği yalnızca O’na aittir; O’ndan başka hükmüne boyun eğilecek hiçbir otorite, hiçbir tanrı yoktur; hayat veren de, öldüren de yalnızca O’dur. Şu hâlde, Allah’a ve Elçisine, şu okuma yazması bile olmadığı (hâlde, kalbine nakşedilen Kur’an sayesinde insanlığı kurtuluşa iletecek bütün hidayet bilgilerini göğsünde) toplayan Peygambere —ki bizzat kendisi de Allah’a ve O’nun (bütün ilahi kitapların asıllarındaki) sözlerine yürekten inanmaktadır— iman edin ve onun izinden gidin ki, doğru yolu bulabilesiniz!”[2] Resulullah’ın (s.a.v.) dışındaki tüm peygamberler kendi kavimlerine elçi olarak gönderilmişlerdir. Buna göre, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamber olarak gönderilmesinden sonra tüm peygamberlerin şeriatları yürürlükten kaldırılmıştır. Bu demektir ki İslam nasihtir.[3] Hz. Peygamber’le gönderilen İslam’ın dışındaki hiçbir dinin artık geçerliliği kalmamıştır. Ne Yahudilik, ne Hıristiyanlık ne de diğerleri Allah (c.c.) katında geçerli değildir. Ayetin mesajı gayet açıktır: “Gerçek şu ki, Allah katında (kabul gören ve insanoğlunu dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak yegâne) din, (kişisel çıkarları, arzu ve ihtirasları terk edip Allah’ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış, esenlik ve güvenliğe ulaşmak anlamına gelen ve bütün Peygamberlerin insanlığa getirdikleri mükemmel bir hayat nizamı olan) İslâm’dır. (İşte, Âdem’den bu yana, bütün Peygamberlerin insanlığa tebliğ ettiği tek din, budur. Ama ne var ki:) Kendilerine daha önce Kitap verilenler, onlara ilim (ve hikmet dolu ayetler) geldikten sonra, sırf aralarındaki (çıkar çatışmaları, cehalet, taraf tutmak, kin, ihtiras, azgınlık ve) çekememezlik yüzünden hakikati inatla reddederek din konusunda anlaşmazlığa düştüler. (Böylece her ümmet, bir sonraki Peygamberi inkâr etti. Bununla da kalmayıp, Peygamberlerin getirdiği inanç sistemini terk ederek, onun yerine kendi uydurdukları hurafeleri din hâline getirdiler. Nihâyet Allah, Son Elçiyi göndererek hakikati yeniden ve açıkça ortaya koydu. O hâlde) her kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, şunu iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir!”[4] “Her kim, (kişisel çıkarlarını, arzu ve ihtiraslarını terk edip Allah’ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek barış ve esenliğe ulaşmak anlamına gelen ve bütün Peygamberlerin insanlığa getirdikleri mükemmel bir hayat nizamı olan) İslâm’dan başka bir din (dünya görüşü; hayatı anlamlandırma tarzı) ararsa, (şunu iyi bilmelidir ki böyle bir din) kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette de kesinlikle zarara uğrayanlardan olacaktır.”[5] Bu ayetler aynı zamanda İslam’ın ve Kur’an’ın evrenselliğini belirler.

İslam, insanın fıtratına en uygun olan dindir. Selim akılla ve fıtratla bir çatışmaya girmez. Bu tespit, aslı bozulmamış, ilahi olma vasfını koruyan her din için geçerlidir. İslam’ın dışındaki dinler, Kur’an’ın beyan ettiği üzere tahrif olmuştur.[6] Haliyle bizim bu önermemiz diğer dinleri dışta tutmaktadır. Hahamlar ve papazlar kendi kafalarından bir takım kurallar koymak suretiyle başka bir din icat etmişler, sonra da onun bile kurallarını ihlal etmişlerdir.[7] Muharref olduğu Kur’an tarafından açıkça beyan edilen dinler için semavi, ilahi veya İbrahimi ifadelerini kullanmak, batıl dinlere hak din muamelesi yapmaktır. Hz. İsa’ya gelen ilahi dinin sadece İsrail oğullarına gönderildiğini düşünecek olursak, sonraki süreçte bu dinin muharref biçiminin evrensel konuma çıkarılması anlaşılır gibi değildir. Hatta muharref biçimine; “İsa’nın yaşadığı vahiy tecrübesidir” demek ise tam bir misyonerlik çalışmasıdır.

 Temelinde insanın müdahalesi olan ve ilahi olanı tebdil ve tahrif etmekle ortaya çıkan bu dinler fıtratla çatışmaya girmiştir. Hz. İsa’ya gelen İslam’ın tahrif edilmesiyle ortaya çıkan ve Pavlos’un öğretisi olan Hıristiyanlık; kaynakça, temel kavramlar, ritüeller, hayata bakış ve anlam verme hususlarında bünyesinde bulundurduğu çelişkilerden dolayı, “anlama ve yorumlama” konularında Hıristiyan ilahiyatçılar yeni doktrinler geliştirmişlerdir. Tarihsellik ve hermenötik de Hristiyanlığı anlama hususunda ortaya konan felsefi çalışmalardan ikisidir. Tarihsellik hakkında farklı farklı görüşler vardır. Hıristiyan kaynaklarını modern insana daha anlaşılır ve rasyonel bir zarf içerisinde sunmayı amaçlar. İçerisinde misyonerlik faaliyeti de vardır. Kiliseye hizmet etmektedir ve misyonerler tarafından desteklenmektedir. Esefle belirtelim ki Hıristiyanların kendi dinleriyle ilgili ortaya koydukları bu anlayış ülkemiz ilahiyatçıları tarafından bir dönem yaygın olan moda anlayışla ve hararetle savunulmuştur. Verili dünya sistemine dinin alternatif üretmemesi amaçlanmaktadır. “Batı insanlık ailesi içerisinde yer alabilmek için” İslâm’ın evrensel mesajlarından vazgeçmesi ve Batılı kurumlarla hesaplaşmaya girmemesi, tarihselcilik içerisinde Müslümanlara dayatılmıştır. İlahiyatçı akademisyenler tarafından destek görmektedir. Müslüman toplumlarda ithal edilen tarihselliğin temelinde İslam’ı tarihe hapsetme ve günümüz olaylarına “İslam’ın bir şey söylemediğine inanma/inandırma” vardır. Türkiyeli ilahiyatçı tarihselciler çok daha ileri giderek lisans ve lisansüstü çalışmalarda; “Kur’an bize hiçbir şey söylemiyor” iddiasında bulunmuşlardır. Doktora derslerinde takip ettiğimiz Tevbe suresinin hitamında ilgili akademisyenin; “İşte gördüğünüz gibi Kur’an bize bir şey söylemiyor” diyerek ayetleri 610-632 yılları arasına mumyalaması imandan ve ilimden yoksun bir yaklaşımdır. Hayatın anlamlandırılmasını vahiy dışı sistemlere bırakan bu yaklaşım, Müslümanların iç dinamiklerini; imanlarını, ibadetlerini, İslâm’ı bir hayat tarzı olarak görmelerini, moderniteye karşılık alternatif bir medeniyet inşa edebilmelerini ve ilmi kurumlarını çökerttiği gibi, dünya finans sistemi merkezli liberal siyaset anlayışına da sınırsız bir iktidar ve meşruiyet alanı tanımıştır.

Unutmayalım ki surelerin ve ayetlerin iniş sebeplerini bilmek Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamaya vesile olur. Hâl böyleyken, esbabı nüzulü mutlaklaştırmak suretiyle tefsiri sadece bundan ibaret bilmek ayetleri tarihe hapsetmeye neden olabilir. Tarihte bu hataya düşen müfessirler de olmuştur. Mesela; faizin, içkinin, hırsızlığın, fuhşun, tesettürün, kâfir velayetinden kaçınmanın, toplumda fitne çıkarmanın vb. hükümlerini ve neticelerini sadece bu ayetlerin iniş sebebine odaklayıp mutlaklaştırmak kötü niyetle olmasa da bir tür tarihsel anlamaya götürebilir. Bu bağlamda tefsiri sadece “Esbab-ı nüzul ilmini bilmek” diye ifade eden anlayışı tutmadığımızı belirtmek isteriz. Esbab-ı nüzul, vahyi doğru anlamaya yardım eden unsurlardan sadece birisidir. Tarihselciliği reddiye konusuyla ilgili rivayet kitaplarında Huzeyfe b. Yeman’dan şöyle bir olay nakledilir. Hz. Huzeyfe’nin rivayetini çok önemsiyoruz. Kibar-ı sahabeden olduğu için Hz. Peygamberin bakışını yansıtması muhtemeldir. Zaten bu nedenle olay hadis kitaplarında yer almıştır. Şöyle ki; “Huzeyfe (r.)’ın yanında Maide suresinin 44. ayetiyle ilgili bir görüş beyan edilmiş ve ayetin sonundaki ‘Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmezse onlar kâfirdirler’ buyruğuna gelince orada bulunanlardan birisi “Bu ayet Yahudiler hakkında indirildi”, demiştir. Bunun üzerine Hz. Huzeyfe (r.), “Bu İsrail oğulları sizin ne güzel kardeşleriniz. Kur’an’dan güzel bir şey/müjde nazil olursa size; herhangi bir uyarı/tehdit nazil olursa onlara. Bu ayet bizler hakkında inmiştir.  Hayır! Allah’a yemin ederim ki siz ayak bağlarınıza kadar” [8] Yahudileri körü körüne taklit edeceksiniz “[9] buyurmuştur.

Hz. Huzeyfe, demek istiyor ki aynı durumlar sizin aranızda da meydana geldiğinde ayetteki hükümler sizin için de geçerlidir. Ayetin ifade ettiği hüküm, illetler aynı olduktan sonra neticenin herkesi bağlayacağıdır. Kısacası Huzeyfe (r.), ayetin ifade ettiği hükmü işletmek istemeyip tek bir olayla ayeti dondurmak arzusundaki kişinin kötü niyetini sezip yukarıdaki açıklamayı yapmıştır. Böylece ayetleri tarihe hapsetmenin ve evrensel hükümler çıkarmamanın, içtihada kaynak yapmamanın doğuracağı yanlış sonuçları, bir sahabi olarak ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Aynı ayetle ilgili İbni Abbas’tan da şu nakil yapılmıştır: Maide suresinin 44, 45 ve 47. Ayetleri kendisine okunup ayet sonlarındaki; “… Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmeyenler; kâfirler, zalimler ve fasıklardır” ifadeleri hakkında birisinin, “onlar Ehli Kitap içindir” demesi üzerine İbni Abbas, ayetin tarihselleştirilmesine karşı çıkmış ve O da Hz. Huzeyfe gibi şu cevabı vermiştir: “Bu Ehli Kitap ne hoş insanlarmış! Kur’an’da müjdeli bir şey olunca size, acı ve azap içerikli bir şey olunca onlara öyle mi? Unutmayın! Kim ki Allah’ın bir hükmünü inkâr edecek olursa küfre girer.” Kur’an’ın en büyük müfessirlerinden İbni Mesud da; “Bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar dâhil herkes hakkında umumidir” demiştir.[10]

Hz. Peygamber’in eğitim ve öğretiminden geçen sahabenin, ayetlerin tarihselleştirilmemesi bağlamında bakış açılarını yansıtan önemli örneklerden biri de Abdullah b. Abbas’ın Maide suresi 63. ayete bakıştır. Önce ayeti hatırlayalım: “Peki, (başlarındaki) din âlimlerinin ve hahamların, onları günahkârca söz söylemekten ve haram yemekten alıkoymaları gerekmez miydi? (Fakat onlar görevlerini yerine getirmediler, kötülük karşısında susarak onu desteklemiş oldular. Gerek önderlerinin, gerek kendilerinin) yaptıkları şey ne kötüdür! ”[11] Bu ayete sure bütünlüğü içerisinde bakacak olursak Yahudi ve Hristiyanların din bilginlerine görev alanlarıyla ilgili hatırlatmalar yapıldığını görürüz. Ayetteki kelimeleri de buna delalet etmektedir. Tercüman’u-l Kur’an Abdullah b. Abbas, bu iki kelimeye; “fukaha ve ulema” anlamları vermiştir. Böylece ayeti tarihselleştirmemiştir. Ayrıca bu ayetin mesajından hareketle şu tarihi açıklamayı yapmıştır: “Kur’an’da, ulema için bu ayetten daha dehşetli, kınayıcı ve uyarıcı olma bakımından başka bir ayet yoktur.[12] İbni Abbas bu yorumuyla ayetteki uyarının bütün zaman ve mekânlar için geçerli olduğunu işaret etmiştir.

Tarihselciliğe reddiye bağlamında şu olay da oldukça ilgi çekicidir: Zeyd b. Vehb, Rebeze’ye vardım ve Ebu Zer’e (r.), Tevbe suresinin 34. Ayetinin Müslümanlar hakkında inmediğini söyledim. Ayet şöyledir: “Ey iman edenler! Doğrusu, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yemeyi ve (bu din sömürüsünün devam edebilmesi için, gerçek dini araştırıp öğrenmek isteyen insanları) Allah’ın yolundan alıkoymayı alışkanlık edinmişlerdir. (O hâlde, gerek bu gibi din adamları, gerek başkaları olsun) altını ve gümüşü biriktirip yığan ve onlardan gerektiği kadarını Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara can yakıcı bir azabı müjdele!”[13] Ayetteki ana mesajın sermaye biriktirip sonra da fakirlerin haklarını vermeyenlere ve sermayelerini Allah yolundan insanları engellemek için kullananlara tehdit olduğunu bilen Hz. Ebu Zer(r.); “Bu ayet hem bizim hem de Yahudiler hakkında indirildi” diyerek sebep hususi olsa da hükmün umumiliğine dikkat çekmiştir.[14] Hz. Ebu Zer’e aynı itirazı Şam’da Muaviye b. Ebî Süfyan da yapmış, Ebû Zer ona da aynı cevabı vermiştir.[15] Her iki rivayette iki büyük sahabiden rivayet edilmiştir. Kaynaklar ilk dönem müfessirlerinin eserleridirler. Mücahid’in (ö.h: 104) İbni Abbas’ın talebesi olduğunu düşünecek olursak, kaynak Hz. Peygamber’e en yakın dönemde tedvin edilmiştir. İdeal tefsir kaynağıdır.

Tarihselliğe reddiye bağlamında Abdullah b. Abbas’tan gelen şu rivayette oldukça önemlidir: Hırsıza verilecek cezayı muhtevi Maide suresinin 38. Ayetiyle ilgili; hüküm umumi mi? Yoksa hususi mi? diye sorduklarında, İbni Abbas; “Umumidir” cevabını vermiştir.[16] Bu bakış ahkâmın evrenselliği ile ilgili oldukça önemlidir. Kanaatimize göre sahabe bu bakışı vahyin bizzat kendi gönderiliş amacından ve Resulullah’ın bakışından çıkarmıştır. 

Yukarıdan beri tüm rivayetleri göz önünde bulundurursak şu hakikati bilmemiz gerekir. Kur’an-ı Kerim; Hz. Peygamberin hayat tarzı ve ‘ahlakıdır.’[17] Resulullah dünyaya Kur’an ile anlam vermiş ve hayatını onunla anlamlandırmıştır. O’ndan nasıl yaşanacağını öğrenen sahabenin davranışlarıdır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber’den onar ayet alıp yaşamak suretiyle vahyi hayatlarında ameli hale getirmişlerdir.[18] Peygamber’den (s.a.v.), ayetlerden nasıl yararlanacaklarını ve ayetlere nasıl yaklaşacaklarını talim etmişlerdir. Bütün bunlardan sonra söylenecek olan şey, Kur’an hakkındaki bilgilerimizi Kur’an’ın kendisine nazil olduğu Hz. Peygamberden ve sahabilerden ve istikamet üzere hareket eden nebevi ulemadan almak gerekir. Usul bilmeyenlerden, kaynakları tanımayanlardan, dile hâkim olmayanlardan, dini ilimlerde derinleşmeyenlerden, istikametten sapanlardan, bilgiyi zalimlerin egemenlikleri için kullananlardan, ayetleri peygamber tefsirini kabul etmeden yorumlayanlardan, Kur’an’ı tarihe mumyalamak isteyenlerden ve bidat ehlinden Kur’an ilimlerini öğrenmek kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir…

 
[1] Bak: A’raf: 7/158; Enbiya 21/107; Sebe 34/28.

[2] A’raf 7/158

[3] Bak: Tevbe 9/33; Fetih 48/28.

[4] Âl-i İmran 3/19.

[5] Âl-i İmran 3/85.

[6] Bak: Bakara 2/75; Maide 5/13,41.

[7] Bak: Hadid 57/27.

[8] Taberi, Camiu’l-Beyan, c.IV, s.593.

[9] Hakim, Müstedrek, h.no: 3218, c.II, s. 342.

[10] Zemahşeri, Keşşaf, c. I, s. 625.

[11] Maide 5/63

[12] Şevkani, Feth’u-l kadir, s. 475.

[13] Tevbe 9/34

[14] Mücahid, Ebu’l Haccac, Tefsir,  Beyrut, 2005, s. 110

[15] Hazin, Lübab’ü-t te’vil, c. II, s. 261.

[16] İbni Kesir, Tefsir’u-l Kur’an’i-l Azîm, c. II, s. 52.

[17] Müslim, Sahih, 6, Salatu’l-Misafir, 18, h.no:746, c.I, s.512.

[18] Tahavi, Müşkilu’l-Âsâr, h.no: 1661, c.I, s.1661.

YAZAR HAKKINDA
Mehmet Sürmeli
Mehmet Sürmeli
YORUMLAR
@halpaydin
19-04-2021 - 11:22
Harika ve son derece elzem konuda bir yazı olmuş. Yazan ve yayinlayanlari tebrik ediyorum.
YORUM YAPIN