Adâletin Muhtelif Anlamları
Adâletin diğer anlamları ise şunlardır:
- Doğruluk, eşitlik, denklik, aşırılıktan uzak ve dengeli olma, her şeye hakkını verme;
- Bir işi yerli yerine koyma, hak sahibine hakkını verme, hak ve hukuka uygunluk. Her şeyin olması gerektiği yerde bulunması, insaf;
- “Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Ahlaksızlığı, çirkin şeyleri ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir;[8]
- Dinen zararlı olan şeylerden kaçınmak suretiyle hak olan yolda dosdoğru bir biçimde devam etme;
- Kanunları eşitlik ilkesine göre uygulama, herkesin kanun karşısında eşit tutulmasını sağlama;
- Dengeli bir kişilik ve ahlâka sahip olma, aşırılıktan uzaklaşıp her şeye hakkını verme;
- Allâh’ın yaratmış olduğu evrende onun istekleri doğrultusunda hareket etme;
- Haklıya hakkını verip suçluyu da işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırma.[10]
Adâlet ve Siyaset
Yukarıda geçen tanımlar çerçevesinde siyasîler için adâleti şöyle anlamlandırabiliriz. Yöneticiler tevhidi düşünür, farzlara riayet eder, haramlardan kaçınır, mekruhlarda ısrar etmez, kararlarını Kur’ân ve sünnet çerçevesinde verir, dâvâlarda hakk ile bâtılı birbirinden ayırır, nefis ve hevasına uymaz, işlerini istişare ile hâlleder, dağıtımda hukuka riayet eder ve tiranlaşmazsa adâlet vasfıyla donanmış olur. Bu üstün niteliklerle donanmak için ân içerisinde vahiy bilinciyle hareket etmek şarttır. Hatta kelâm ilminde adâletin şöyle bir tanımı vardır: Allah’ın yarattığı evrende O’nun iradesine göre hareket etmektir. Buna göre, âdil insan ilahî iradeye uygun hareket edendir. Bu tanımlamalar hem tarihî hem de kendimizi sorgulamayı gerektirir. Şayet hamasî davranmayacak olur ve bu tanım çerçevesinde âdil siyaset değerlendirmesi yaparsak, birçok uygulamanın tevhidden dayanak almadığı için adâletli olmadığını söyleyebiliriz. Nice âdil diye tanıtılan zevatın da zalim olduğunu görürüz. Ama şurasını unutmayalım ki Allâh Teâlâ’nın el-Adl isminden gerekli payı alıp içselleştiren bir kimsenin adâletten ayrılması mümkün değildir. Sorun yine marifetullah sorunudur. Allah’ı hakkıyla bilen bir yöneticinin marifetiyle adâletli idaresi arasında doğru bir orantı vardır.
Yüce Allâh, insanlara her işte adâletli olmalarını emretmiştir. Bu meyanda şu âyet çok önemlidir: “إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا” “Allâh size, emanetleri (kamu görevlerini, devlet işlerini, sorumluluk gerektiren meseleleri mutlaka) ehline, (kabiliyetli, liyakatli, bilgili, dürüst ve güvenilir kimselere) vermenizi, insanlar arasında hakem-hâkim, idareci olduğunuz zaman, adâletle icraat yapmanızı; hüküm vermenizi emrediyor. Allâh size ne güzel öğütler veriyor, (sorumluluklarınız konusunda sizi uyarıyor.) Allâh her şeyi işitir, her şeyi bilir.”[11] Âyet özellikle hâkimleri ve idarecileri muhatap almakta ve onlara gerekli uyarıyı yapmaktadır.[12] Ayetin baş kısmı ile sonu arasında mükemmel bir uyum vardır ve rabbimiz bizlere şu uyarıyı yapmıştır: Eğer emanetleri ehline vermezseniz adâleti icra edemezsiniz. Adâleti yerine getirmenin şartı işi ehline vermekle mukayyettir. Zira devlet kurumlar vasıtasıyla yönetilir. Kurumları zalimlere teslim ederseniz adâleti hâkim kılma yerine zulmü egemen kılarsınız. Mesaj çok açıktır. Bu âyete muhatap olan Müslümanların siyasette başarısız olmaları mümkün değildir.
Adâleti temin etmeyi sabote etmek ve hak sahiplerini mağdur etmek amacıyla hâkimlere rüşvet vermek ve zulme zemin hazırlamak şu ayette olduğu üzere şiddetle yasaklanmıştır: “وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ” “Birbirinizin mallarını aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Bile bile günaha girerek insanların mallarının bir kısmını yemek için hâkimlere, (idarecilere, hükümetlere, iktidardakilere) mallarınızı rüşvet olarak vermeyin. Bu tür malları alarak başkalarına zulmettiğinizi bile bile bunları yapmayın.”[13] Zira hâkimin verdiği hüküm haramı helal hâle getirmez. Sadece rüşvet değil söz sanatı maharetli bir şekilde kullanılarak adâlette sapma olursa, Resulullah bu konuda da ümmetini ve adâlet sapmasına neden olan sorumluları şu hadisiyle uyarmıştır: “Sizler huzurumda davalarınızı tartışıyorsunuz. Bazılarınız kanıtlarını diğerlerine nazaran daha fasih bir dille ifade ediyorlar. Ben işittiklerime göre kararımı veririm. Her kime kardeşinin hakkını işittiğime göre verecek olursam sakın onu almasın. O kişiye vermiş olduğum şey ateşten bir parçadır.”[14]
Fakat yukarıda geçen ayetleri ve peygamber efendimizin uyarılarını hiçe sayarsanız o zaman da siyasette başarılı olmanız mümkün değildir. Zira rabbimiz bize her işte adâleti emretmiştir. Bu emirlerden birini her Cuma günü hutbenin sonunda dinliyoruz. Âyet şöyledir: “إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ” “Gerçek şu ki Allah adâleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız.”[15] Âyetteki adâlet kavramını ibni Abbas (r.) tevhid şeklinde yorumlamıştır. İhsanı da farzları yerine getirmek biçiminde tevil etmiştir.[16] Bu âyete de bütünlük çerçevesinde bakarsak; ihsan, fakir akrabaları madden gözetmek ve zina dâhil haramlardan kaçınmak gerçek adâletin gereğidir.
Kur’an-ı Kerim’in özeti mahiyetinde olan bu âyet yüz yıllardır Cuma günleri minberlerden okunmak suretiyle Müslümanlar adâlet/tevhid, ibadet ve ahlâkî bilinç üzerine yetiştirilmektedirler. Abdullah b. Mesud(r.), “Bu ayet Kur’an’daki bütün hayırları ve şerleri içerisinde toplamıştır. Eğer Kur’an’da başka ayet olmasaydı bile bu ayet rahmet ve hidayet olarak her şeyi açıklığa kavuşturmaya yeterdi” buyurmuştur.”[17]