Abone Ol

Adâlet Kavramı ve Siyasete Yansımaları

Adâlet Kavramı ve Siyasete Yansımaları
Bir şeyi olması gereken layık olduğu yere koymaktır adâlet. Uluhiyet ve rububiyeti Allâh Teâlâ’ya tahsis etmek, ubudiyeti/kulluğu insana has kılmak, Allâh’tan başkasına ibadet etmemek, ona hiçbir varlığı şirk koşmamak adâlettir.[1] İtikatta, amelde ve ahlâkta orta yolu tutmak; tevhid üzerine olmaktır.[2] Mücerret rey yerine Kur’ân ve sünnetin hükmüne göre karar vermektir.[3]Adâlet, başta din alanı olmak üzere her türlü aşırılıktan uzak durmaktır. Bu çerçevede Hz. Peygamber şu uyarıyı yapmıştır: “Sakın dinde aşırılığa düşmeyin. Çünkü sizden önceki ümmetler dinlerinde aşırılığa düştükleri için helak oldular.”[4] Dine eklemeler yapmak veya var olanları dinin özünden çıkarmak, dinde aşırı gitmektir ve adâletten sapmadır. Mesela, geçmiş ümmetlerden Hz. İsa’dan sonra gelenler yemede, içmede, giyinmede ve evlenmede yeni bir hayat tarzı ihdas ettiler. Daha sonra da İsa (a.s.)’ın getirdiği İslâm’ı inkâr ederek Yahudileştiler, Hıristiyanlaştılar ve idarecilerinin dinlerine girdiler.[5] İslâm’ın içerisinde de böyle bir hayat tarzı oluşturmak isteyen kimseleri haber alan Resulullah (s.); “Ben namaz da kılarım, uyurum da, oruç da tutarım, iftar da ederim, et de yerim. Ne oluyor bazı kişilere ki evlenmeyi yasaklıyorlar. Güzel yemek yemeyi ve koku sürmeyi, uyumayı, dünyanın güzelliklerini tatmayı (kendilerine) haram kılıyorlar. Ben size ruhbanlığı emretmiyorum…[6] buyurmuştur. Bu uyarısıyla peygamberimiz dindeki aşırılığın keyfiyetine değinmiş ve yapılan eylemin tevhidden bir sapma olacağına vurgu yapmıştır. Bütün bu klasik tanımlardan yola çıkarak âdil insan olmayı, adâlet sıfatıyla donanmayı şöyle tanımlayabiliriz: Tevhidi düşünen, farzları yerine getiren, dinin buyurduğu şeylere sıkıca yapışan, yasaklarından sakınan, davranışlarında gerçeği araştıran, dinini ve kişiliğini zedeleyici söz ve davranışlardan kaçınan Müslüman şahsiyettir.[7] Müslüman şahsiyet ifadesiyle, küfürde direnen, ilahî emirleri hiçe sayan, vahyi hukuka kaynak kabul etmeyen, haramlarla iştigal eden ve mekruhlarda ısrar eden kimselerin âdil olamayacağını kastettik. Bu anlamda kâfirden adâlet beklenmez. Onların konjonktüre göre hareket etmeleri adâlet telakki edilmemelidir. İnsanın adâlet vasfı, tevhidi bilinci ve davranışlarıyla doğru orantılıdır. Bu bilgileri iyi anlarsak uluslararası güç odaklarından ve kâfirlerden adâlet beklememeyi de kavramış oluruz. Çünkü siyasal hâkimiyetini dünya ölçeğinde kaybeden Müslümanlar son yüz yılda Batılılardan ve onların kurumlarından adâlet beklemek gibi bir yanlışa düştüler. Bu beyhude bekleyişin yerine dünya siyasetinde belirleyici olmayı başarsalar daha iyi olurdu.

Adâletin Muhtelif Anlamları

Adâletin diğer anlamları ise şunlardır:

  1. Doğruluk, eşitlik, denklik, aşırılıktan uzak ve dengeli olma, her şeye hakkını verme;
  2. Bir işi yerli yerine koyma, hak sahibine hakkını verme, hak ve hukuka uygunluk. Her şeyin olması gerektiği yerde bulunması, insaf;
  3. “Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Ahlaksızlığı, çirkin şeyleri ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir;[8]
  4. Dinen zararlı olan şeylerden kaçınmak suretiyle hak olan yolda dosdoğru bir biçimde devam etme;
  5. Kanunları eşitlik ilkesine göre uygulama, herkesin kanun karşısında eşit tutulmasını sağlama;
“Allâh, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle karar vermenizi emreder…”[9]

  1. Dengeli bir kişilik ve ahlâka sahip olma, aşırılıktan uzaklaşıp her şeye hakkını verme;
  2. Allâh’ın yaratmış olduğu evrende onun istekleri doğrultusunda hareket etme;
  3. Haklıya hakkını verip suçluyu da işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırma.[10]
Yüce Allâh’ın esmasından olan el-Adl, Rabbimizin her şeyi bir hikmete binaen yerli yerine koymasını, yaratma ve emir alanını zâtına tahsis etmesini, tasarruf hakkının mutlak anlamda kendinde olmasını, yarattığı varlıkları en kâmil biçimde terbiye etmesini, makro ve mikro âlem için her türlü kuralı hakça koymasını ve hiçbir varlığı başıboş ve amaçsız yaratmamasını ifade eder. Rabbimizin bu isminden her insanın gerekli payı alması gerekir. Alınan bu pay gereğince her varlığın hakkını vermek esastır. İnsan, rabbinin, kitabının, peygamberinin, anne-babasının, eşinin, çocuklarının, bütün insanların, hayvanların ve eşyanın hakkını vahye göre teslim ederse ancak Allah’ın el-Adl, isminden payını almış olur. Her insan için şart olan adâlet siyaset adamları için daha da bir önem arz eder.

 

Adâlet ve Siyaset

Yukarıda geçen tanımlar çerçevesinde siyasîler için adâleti şöyle anlamlandırabiliriz. Yöneticiler tevhidi düşünür, farzlara riayet eder, haramlardan kaçınır, mekruhlarda ısrar etmez, kararlarını Kur’ân ve sünnet çerçevesinde verir, dâvâlarda hakk ile bâtılı birbirinden ayırır, nefis ve hevasına uymaz, işlerini istişare ile hâlleder, dağıtımda hukuka riayet eder ve tiranlaşmazsa adâlet vasfıyla donanmış olur. Bu üstün niteliklerle donanmak için ân içerisinde vahiy bilinciyle hareket etmek şarttır. Hatta kelâm ilminde adâletin şöyle bir tanımı vardır: Allah’ın yarattığı evrende O’nun iradesine göre hareket etmektir. Buna göre, âdil insan ilahî iradeye uygun hareket edendir. Bu tanımlamalar hem tarihî hem de kendimizi sorgulamayı gerektirir. Şayet hamasî davranmayacak olur ve bu tanım çerçevesinde âdil siyaset değerlendirmesi yaparsak, birçok uygulamanın tevhidden dayanak almadığı için adâletli olmadığını söyleyebiliriz. Nice âdil diye tanıtılan zevatın da zalim olduğunu görürüz. Ama şurasını unutmayalım ki Allâh Teâlâ’nın el-Adl isminden gerekli payı alıp içselleştiren bir kimsenin adâletten ayrılması mümkün değildir. Sorun yine marifetullah sorunudur. Allah’ı hakkıyla bilen bir yöneticinin marifetiyle adâletli idaresi arasında doğru bir orantı vardır.

Yüce Allâh, insanlara her işte adâletli olmalarını emretmiştir. Bu meyanda şu âyet çok önemlidir: إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا” “Allâh size, emanetleri (kamu görevlerini, devlet işlerini, sorumluluk gerektiren meseleleri mutlaka) ehline, (kabiliyetli, liyakatli, bilgili, dürüst ve güvenilir kimselere) vermenizi, insanlar arasında hakem-hâkim, idareci olduğunuz zaman, adâletle icraat yapmanızı; hüküm vermenizi emrediyor. Allâh size ne güzel öğütler veriyor, (sorumluluklarınız konusunda sizi uyarıyor.) Allâh her şeyi işitir, her şeyi bilir.[11] Âyet özellikle hâkimleri ve idarecileri muhatap almakta ve onlara gerekli uyarıyı yapmaktadır.[12] Ayetin baş kısmı ile sonu arasında mükemmel bir uyum vardır ve rabbimiz bizlere şu uyarıyı yapmıştır: Eğer emanetleri ehline vermezseniz adâleti icra edemezsiniz. Adâleti yerine getirmenin şartı işi ehline vermekle mukayyettir. Zira devlet kurumlar vasıtasıyla yönetilir. Kurumları zalimlere teslim ederseniz adâleti hâkim kılma yerine zulmü egemen kılarsınız. Mesaj çok açıktır. Bu âyete muhatap olan Müslümanların siyasette başarısız olmaları mümkün değildir.

Adâleti temin etmeyi sabote etmek ve hak sahiplerini mağdur etmek amacıyla hâkimlere rüşvet vermek ve zulme zemin hazırlamak şu ayette olduğu üzere şiddetle yasaklanmıştır: وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ” “Birbirinizin mallarını aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Bile bile günaha girerek insanların mallarının bir kısmını yemek için hâkimlere, (idarecilere, hükümetlere, iktidardakilere) mallarınızı rüşvet olarak vermeyin. Bu tür malları alarak başkalarına zulmettiğinizi bile bile bunları yapmayın.[13] Zira hâkimin verdiği hüküm haramı helal hâle getirmez. Sadece rüşvet değil söz sanatı maharetli bir şekilde kullanılarak adâlette sapma olursa, Resulullah bu konuda da ümmetini ve adâlet sapmasına neden olan sorumluları şu hadisiyle uyarmıştır: “Sizler huzurumda davalarınızı tartışıyorsunuz. Bazılarınız kanıtlarını diğerlerine nazaran daha fasih bir dille ifade ediyorlar. Ben işittiklerime göre kararımı veririm. Her kime kardeşinin hakkını işittiğime göre verecek olursam sakın onu almasın. O kişiye vermiş olduğum şey ateşten bir parçadır.[14]

Fakat yukarıda geçen ayetleri ve peygamber efendimizin uyarılarını hiçe sayarsanız o zaman da siyasette başarılı olmanız mümkün değildir. Zira rabbimiz bize her işte adâleti emretmiştir. Bu emirlerden birini her Cuma günü hutbenin sonunda dinliyoruz. Âyet şöyledir: إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ” “Gerçek şu ki Allah adâleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız.[15] Âyetteki adâlet kavramını ibni Abbas (r.) tevhid şeklinde yorumlamıştır. İhsanı da farzları yerine getirmek biçiminde tevil etmiştir.[16] Bu âyete de bütünlük çerçevesinde bakarsak; ihsan, fakir akrabaları madden gözetmek ve zina dâhil haramlardan kaçınmak gerçek adâletin gereğidir.

Kur’an-ı Kerim’in özeti mahiyetinde olan bu âyet yüz yıllardır Cuma günleri minberlerden okunmak suretiyle Müslümanlar adâlet/tevhid, ibadet ve ahlâkî bilinç üzerine yetiştirilmektedirler. Abdullah b. Mesud(r.), “Bu ayet Kur’an’daki bütün hayırları ve şerleri içerisinde toplamıştır. Eğer Kur’an’da başka ayet olmasaydı bile bu ayet rahmet ve hidayet olarak her şeyi açıklığa kavuşturmaya yeterdi” buyurmuştur.”[17] 

 
[1] Maturidi, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed, Te’vilatu Ehli’s- Sünne, D.K.İ., Beyrut, 2005, c. VI, s. 559.

[2] Ebu’s Suud, Muhammed b. Muhammed, İrşad’u-l Akl’ı-s Selim, , D.K.İ, Beyrut, 2010, c. V, s. 162.

[3] Şevkani, Muhammed b. Ali, Feth’u-l Kadir, Şam, 2009, s. 383.

[4] Nesai, Menasik, 24, Had.no:217, c. V, s. 268;İbni Mace,63, Had no:3029, c. II, s. 1008.

[5] Bagavî, Mealimu’t-Te’vil, Beyrut, trsz, s. 935.

[6] Vahidî, Ebu’l_Hasen Ali b. Ahmed, (tah: Eymen Salih), Kahire, 2003, s. 158; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, c. III, s. 193

[7] Dini Terimler Sözlüğü, M.E.B. Komisyon, 2009, Ankara, s. 5.

[8] Nahl 16/90

[9] Nisa 4/58

[10] Dini Terimler Sözlüğü, M.E.B. Komisyon, 2009, Ankara, s. 4.

[11] Nisa 4/58

[12] Zuhayli, Vehbe, et-Tefsir’ü-l Veciz, Şam, trsz, s. 88.

[13] Bakara  2/188

[14] Şevkani, Feth’u-l Kadir, s. 150. 

[15] Nahl 16/90

[16] Maturidi, Te’vilatu Ehli’s- Sünne, , c. VI, s. 558.

[17]Ebu’s Suud, İrşad’u-l Akl’ı-s Selim, , c. V, s. 162.

YAZAR HAKKINDA
Mehmet Sürmeli
Mehmet Sürmeli
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN