Abone Ol

Erbakan Terminolojisi: “Adâlet”

Erbakan Terminolojisi: “Adâlet”

 

İnsanoğlunun sahip olması gereken en önemli özellik âdil olmak, adâletle davranmaktır; hem kendisine hem de başkalarına karşı. “Adâlet bütün ahlakî görevlerin toplamıdır.” der William Godwin. Onurlu yaşamanın, başkalarına zarar vermemenin, zulmetmemenin, ait olana ait olduğunu vermenin adıdır. Adâlet, eşitlik demek değildir. Ceza ve yaptırımdan da ibaret değildir. Adâlet; hakla, hakların korunması ve teminat altına alınması ile ilgilidir. Adâlet, güçlünün ahlâkının temeli olmalıdır. Olmalıdır ki; zayıfın, mazlumun, mağdurun ve masumun temel hak ve hürriyetleri muhafaza edilebilsin.

“Adl”, Allâh’ın isimlerindendir. Adl kelimesi âdil olmak, merhametli olmak, dosdoğru olmak meyletmek, eşit davranmak, düzeltmek, mânâlarına gelmektedir. “a-d-l” kökünden türemekte olan bir isim olmakla beraber aynı zamanda adâlet, adil, güvenilir, doğruluk, benzer, eş, anlamına da gelmektedir.

Necmettin Erbakan, “Adâleti tesis etmenin temel şartı hakkı üstün tutan bir zihniyete sahip olmaktır. Kuvveti üstün tutanlar adâleti tesis edemezler.” derken adâletin gereğini ve temel şartını da ortaya koymuştur. Demek ki, adâletin gereği hakkı üstün tutmaktır. Kuvvetle, zorbalıkla, ceza ve yaptırımla adâleti tesis etmek mümkün değildir. Batılı zihniyetlerin adâleti tesis edememelerinin temelinde; Yanlış Hak Anlayışı”, “Kuvveti Üstün Tutmak” ve “Çifte Standart” tavrı yatmaktadır. Adâletin tesis edilmesinde kendi haklarını ve güçlü olanların haklarını koruyarak çifte standart uygulanırsa eğer orada ne huzur ne de refahtan söz edilebilir. Yönetenler ve yönetilenler refah toplumunu oluşturamazlar. Kuvvetliler, zenginler, soylular, işçiler, köylüler vs. gibi sınıflar batı medeniyetinin meydana getirdiği standartlardır. Bu standartları oldukça eskimiş ve unutulmuş olarak görenler için yakın tarihteki “siyahlar ve beyazlar” ayrımını da hatırlatmak gerekir. Oysa İslam medeniyetinde erdemliler, sorumlular, halklar ve haklar vardır. Tarihte ne zaman ki İslam medeniyeti ve değerleri hâkim olmuş, işte o zaman dünya yaşanabilir bir hal almıştır. İslam medeniyetinde güç sahipleri değil ilim ve irfan sahipleri itibar görmüştür. Bir hükümdarın yeri geldiğinde bir çocuktan, bir gençten, bir ihtiyardan hatta ve hatta bir kuştan veya çiçekten bile ibret ve öğüt aldığı hepimizin malumudur. Çünkü İslam medeniyetinde bilgi güçtür. Güçlü olan en iyisini bilendir anlayışı asla itibar görmemiştir.

Adâlet ve Medeniyet

Erbakan, “Hakkı Üstün Tutma”nın adâlet ve saadet, “Kuvveti Üstün Tutma”nın ise zulüm ve felaket getirdiği gerçeğini bütün insanlık tarihi açık bir şekilde göstermektedir.” diyerek adâletin hak ve batıl mücadelesinde bir mihenk taşı olduğunun altını çizmiştir. Batı medeniyetinin temelinde kuvveti üstün tutmak ve yanlış hak anlayışı olduğu için bugüne kadar hep zulümlerle, zalim ve zorba yöneticilerle ve onların yaptıkları işgallerle anılmaktadır. Çok eskilere uzanmadan yakın tarihte Stalin, Hitler, Mussolini ve Franko’yu hatırlayabiliriz. II.Cihan Harbi de bu “diktatörler ve zulümler dönemi”ne, faşizme ve baskılarına son vermek için gerçekleştirildi. Ne yazık ki, batılı liderler altı yıl süren bu savaştan sonra Sovyetler Birliği’nin de dağılmasıyla birlikte dünyada barışı, insan hakları ve hürriyetlerini hâkim kılmak yerine temelde yanlış bir zihniyete sahip oldukları için yine güce, kuvvete, çifte standartta, tahakküme ve baskıya dayanan bir düzen kurdular. Öte yandan İslam medeniyet tarihine baktığımızda “adil hükümdarlar ve fetihler dönemi” hatırlanmaktadır: Hz. Ömer, Ömer Bin Abdülaziz, Fatih Sultan Mehmet, II.Abdülhamit Han vs… Bu isimlerin ve dönemlerin bir saadet dönemi olmasının temelinde gerçek hak anlayışı ve adâletli hükümler yatmaktadır. Çünkü gerçek manasıyla hakka dayalı bir düzende zulüm, kan, sömürü, tahakküm, hile ve baskı olmaz. Fakat aynı zamanda İslam medeniyetinin içerisinde de gerçek hak anlayışından vazgeçerek kuvvete ve çifte standartlara yönelenler de olmuştur. Burada kaçırılmaması gereken nokta İslam medeniyeti kişilerle değil zihniyetlerle ölçülür. Kişinin zihniyeti ne ise temsil ettiği medeniyet de odur.

Necmettin Erbakan, Saadet Partisi’nin 2003 yılındaki 1.Olağan Kongresinde yaptığı konuşmada, “Herkes hürriyetlerini en geniş ölçüde kullandığı zaman hürriyetlerin birbiriyle çatışması söz konusu olur. Bu ise saadete mani olur. Saadetli olmak için hürriyetin sınırlarının adâletle çizilmiş olması lazım.” ifadelerini kullanarak hürriyet ve adâlet kavramlarının birbirleriyle olan ilişkisine vurgu yapmıştır. “Hürriyet” her insan için temel haktır. İnsanın cismen, fikren ve vicdanen hür olması yaratılışı gereğidir. Nitekim insan dünyada imtihan edilmektedir. Cüz’i iradesi ile bu imtihanda hür bırakılmıştır. Hiçbir insan başka bir insana kendi gibi olma baskısında ve tahakkümünde bulunamaz. Fakat aynı zamanda herhangi birisi de hürriyetini kullanarak başka birisinin hürriyetine de zarar veremez. Bu ince çizgi ve “hassasiyet” ise sadece gerçek hak anlayışını benimsemiş bir adil düzenle tesis edilebilir. Adâlet, hak ve hürriyetler için hassas bir terazidir.

Erbakan, daha sonra üç dilde de kitap olarak yayınlanmış olan “İslam-Batı Diyaloğu ve Geleceği” başlıklı konferansında Allah’ın insana verdiği 4 önemli meziyetten bahsetmiş ve 4. meziyet olan “ünsiyet”i ise şöyle açıklamıştır: “Cenab-ı Hakk insanoğluna “ünsiyet” meziyeti vermiştir. Bu meziyet insan toplumlarında siyaset, idare ve adâletin var olmasına imkân hazırlamıştır. Ve bu meziyet insanın “adâletle zulmü ayırma” kabiliyetini sağlamaktadır.” Erbakan, burada adâlet ve zulüm kavramlarının karşıtlığına değinmektedir. Adâletin olmadığı yerde zulmün ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü gücü ve otoriteyi kaba kuvvet ve çifte standart ile kullanan zalimdir, zorbadır. Zalim ve zorbaların yönettiği bir ortamda da zulüm kaçınılmaz olur. Gücü ve otoriteyi zulümden ayıran en keskin sorumluluk adâlet mefhumu ve adil olma refleksidir. İnsanın ünsiyet meziyeti, onun sosyal bir varlık olduğuna işaret eder.  Ünsiyet; "İnsanoğlu yalnız yaşayamaz, sevgisiz yaşayamaz, ilgisiz yaşayamaz, inançsız yaşayamaz, vatansız ve devletsiz yaşayamaz" demektir. Ünsiyet, adâleti zulümden ayırt edebilme melekesidir. Bir ülkede adâlet olmazsa barış, huzur, refah ve saadet de olamaz. Erbakan, bu meziyetten siyaset ve hukuk mefhumlarının doğduğunu da ifade etmiştir.

Âdil Bir Dünya

Necmettin Erbakan, siyasi mücadelesinin tarihine adeta bir çivi gibi çaktığı “D-8 İslam Birliği” çekirdeğinin temellerini atarken 21.yy başında 20.yy’dan alınacak dersleri de ortaya koymuştur. 6 umdede belirttiği bu derslerden biri olan, Toplulukların Saadeti İçin, “Çifte Standart Değil, Adâlet” Esas Alınmalıdır” maddesi günümüz dünyasının sorununu da çözümünü de içinde barındırmaktadır. Erbakan, bu konuya şöyle açıklık getirmektedir: Batı 20. Asrın 2. yarısında “baskı yerine, özgürlük ve insan haklarını” esas alacağını açıklamıştı. Ancak bu asrın sonunda “insan hakları ve özgürlükler olsun ama sadece bizim için olsun, Müslümanlar için olmasın demeye başladı” Özellikle Müslüman ülkelere karşı halkı Müslüman olduğundan dolayı tavırlar alındı. Müslümanlığın temeli barış ve şefkat olduğu halde, Müslümanlık hatta terörizmle eş değer tutulmaya çalışıldı. Öyle ki “organize suç mefhumu” bu yüzden ortaya atılarak Müslümanlar potansiyel tehdit olarak görülmeye başlandı. Batı: “Onlara insan hakları verilmesin” diyecek kadar şaşkınlaştı. Bir takım Müslüman ülkelere çifte standart uygulamaya başladılar. Ambargolar koydular. Müslüman ülkelerdeki masum halk zulümlere uğradı. Bu, çifte standartta ne yazık ki Birleşmiş Milletler de alet olarak kullanıldı. Bu tutum toplumlar arasında mutluluk yerine gerginlik, çatışma ve düşmanlık duygularının doğmasına yol açtı. Fayda değil zarar getirdi. Bu gerçekten alınacak ders: “İNSAN HAKLARI YALNIZ BİZE DEĞİL HERKESE LAZIMDIR” Yani; “ÇİFTE STANDART DEĞİL, ADÂLET OLMALIDIR.”

Hâsılı, Erbakan Terminolojisinde incelediğimiz “adâlet” kavramının temel formlarını;Gerçek Hak Anlayışı, Hakkı Üstün Tutmak, Hürriyet, Hassasiyet ve Ünsiyet” olarak 5 maddede toparlayabiliriz. Adâletin karşıtını da “Çifte Standart” olarak belirtebiliriz. Adâletsiz tutumlarının sonucunda ise zulüm meydana gelir ve zulmün temel formları da; “Yanlış Hak Anlayışı ve Kuvveti Üstün Tutmaktır”, diyebiliriz.

YAZAR HAKKINDA
Yusuf Karaağaç
Yusuf Karaağaç
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN