Abone Ol

Ekonomiyi Anlamak ve Cendereden Çıkış Yolu

Ekonomiyi Anlamak ve Cendereden Çıkış Yolu
                                                                                                                                                           Ferhat Taşdemir

Ekonomi fertler için olduğu gibi devletler içinde fazlasıyla önemlidir. Bu öneminden dolayı bir ülkenin ekonomi politikalarını ne dış ve iç politikasından ve ne de siyasî ve sosyal politika konularından ayrı düşünmek ya da tek başına ele almak mümkün değildir. Ülke içindeki terör olayları, aile bireylerini ilgilendiren hususlar ve diğer sosyal olayları da ekonomiden bağımsız ele alıp değerlendirmemiz mümkün değildir. Bütün bu olaylar ülke ekonomisini etkilediği gibi, ülke ekonomisinin iyi veya kötü olması da bu olayları etkilemektedir. Yani hiçbir olay tek başına ele alınıp değerlendirilemez ve unutulmamalıdır ki bu olayların hepsi ekonomi ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişki içerisindedir.

  20. Yüzyıla kadar ülkeler birbirleri ile silahlı bir savaşa girer kaybeden gibi kazanan da çok ağır bedeller öderdi. Emperyalist devletlerin savaşlardaki can kaybı, hazinelerinin boşalması, halklarının huzursuz olması, savaştığı halkın kendilerine husumet beslemesi gibi nedenlerle, 21.Yüzyılda artık ekonomik savaşlarla bir ülkenin kaynaklarını sömürüp, kukla yöneticilerle o ülkeleri perde arkasından işgal etme planlarını devreye soktular. Bir süper güç olarak tarih sahnesinden silinen Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan ülkemiz de emperyalist, Siyonistlerin işgal için avucunu ovuşturdukları bir konumdadır. Hafızamızı biraz zorlayıp bir asır öncesine gidecek olursak Pr. Dr. Necmettin Erbakan’ın her fırsatta anlattığı Haim Nahum Planı’ndaki ekonomik tehlikeler dikkatimizi çeker, ülkemizi bekleyen tehlikeler konusunda uyanık oluruz.

Haim Nahum planında ki ekonomik tehlike nedir?

-Borca esir etmek.

-İnsanları aç bırakmak.

-İşsiz bırakmak.

İşte bugün sömürü çarkında dönen sistemin ana şeması budur. Bu maddeler bir ülkede uygulanıyorsa orada artık huzur yoktur, yukarıda da belirtiğimiz üzere bu toplumsal olaylar ülkemizde teker teker gerçekleşmektedir

Bir ülkenin ekonomisi bozulursa orada işsizlik artar, enflasyon yükselir, ülkenin büyüme hızı eksiye gider, borç artar, faiz yükselir, bankalar kar rekorları kırar, borsa manipülasyona açık hale gelir, dış ticaret çöker, döviz kontrol edilemez, özelleştirmeler başlar. Bunlara kısaca değinecek olursak;

  İşsizlik: Bütün iktisadî sorunlar yaşama ile çalışma arasındaki dengesizlikten kaynaklanır. Üretim olmadan yaşamaya süreklilik kazandırmak mümkün olmadığı gibi, çalışmadan üretime süreklilik kazandırmak da mümkün değildir. İşsizlik artarsa üretim olmaz, toplum tüketime hazır hale gelir fakat tüketmek için de parası olmayınca her türlü yanlışı yapabilecek duruma gelir.

Enflasyon: Mal ve hizmetlere ilişkin genel fiyat düzeyinin yükseldiği ve dolayısıyla paranın satın alma gücünün düşme hızıdır. Merkez bankaları ekonominin sorunsuz çalışmasını sağlamak için enflasyonu sınırlandırmaya çalışmaktadır. Enflasyonun sonucu olarak, bir para biriminin satın alma gücü düşer. Örneğin, enflasyon oranı % 2 ise, o zaman bir yıl içinde 1 Dolara mal olan bir paket sakız gelecek yıl için 1.02 dolara mal olacaktır. Mal ve hizmet satın almak için daha fazla paraya ihtiyaç duyulduğundan, bu paranın örtülü değeri düşer.

Büyüme Hızı: Bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmet miktarındaki artıştır. Bunu iktisadî kavramlarla açıklamanın sokaktaki vatandaşa bir faydası olmadığını düşünecek olursak, vatandaşın anlayacağı dille ekonomik büyüme nedir bunu açıklamak gerekiyor. Özetle ekonomik büyüme şudur: Çalıştığınız fabrikanın veya şirketin bir ülke olduğunu varsayın. Diyelim ki fabrikada sadece sofralık yağ, tuz, şeker üretiyorsunuz. Bir yılda ürettiğiniz tüm yağların, tüm tuzların ve tüm şekerlerin, satış fiyatlarıyla çarpılması sonucu ortaya çıkan rakama ekonomi dilinde GSYİH deniyor. Biz buna ciro diyelim. Geçen yıl ürettiğiniz yağ, tuz ve şekerden elde ettiğiniz ciroya göre bu yıl daha fazla ciro elde ederseniz, bu yıl ekonomik olarak ülkeniz büyümüş demektir.

  Borçlar: Borcun tanımı herkes biliyor, o sebeple özel açıklamaya gerek yok. Fakat Türkiye’nin nasıl insafsızca borçlandırıldığının tanımına izah gerekir. Güncel bir örnek verecek olursak; Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 27 Ağustos 2018 tarihinde açıkladığı resmi verilere göre;

2002 sonu (AKP işbaşına geldiğinde) itibariyle 243 milyar TL (eski parayla 243 katrilyon) olan merkezi yönetim borç stoku,

Temmuz 2018 itibariyle 1 Trilyon TL’ye (eski parayla 1 kentrilyona) ulaştı.

  Faiz: Faiz, banka ya da benzeri yerden borç karşılığı alınan paranın, kullanımına karşılık verilen ücrettir. Bu ücretin oranı, belli başlı hususlara bağlı olarak değişir. Özellikle bu hususta ekonominin durumu son derece önemlidir. Çünkü faiz oranlarının belirlenmesi konusunda ekonomiyle doğrudan ilişkili olan olaylara bakılır. Merkez bankalarının almış olduğu kararlar ve uygulamış olduğu politikalar, bu oranları belirleyici niteliktedir. Bozuk bir ekonomide faiz artar, modern tefeciler kazanır geri kalan herkes kaybeder. Kısaca faiz insanları sömürür ve inancımızda kesinlikle yasaktır.

  Banka: Faiz karşılığında para alıp veren, modern tefecilik yapan kuruluşlardır. Türkiye’de 50 tane banka vardır, bunların 28 tanesi yabancı, 9 tanesi kamu, 13 tanesi de yerli özel bankalardır. Bankalarda ki toplam mevduatın yarıdan fazlası (%53,34’ü) tüm mudilerin %0,15’ine denk gelen 115.896 kişiye aittir. Bu durum sermayenin belli ellerde toplanmış olduğunu göstermektedir. Ayrıca bankacılık sektörünün toplam mevduatı 1 trilyon 744 milyar 174 milyon 835 bin lira iken nakdi kredi miktarı ise 2 trilyon 127 milyardır. Yani bankalar olmayan hayali parayı satıyorlar, havadan para kazanıyorlar.

  Borsa: Kıymetli kâğıt olarak bilinen hisse senetlerinin ve ticarî mal tanımı yapılan emtiaların işlem gördüğü kurumsal piyasalara denir. Türkiye’de borsanın %70’lik kısmı yabancıların elindedir.

  Dış Ticaret: Bir ülkenin ithalat ve ihracatının tümüdür. Eğer ülke olarak üretmeyip ihracat yapmazsanız, tüketime hazır hale gelir her şeyi ithal almak durumunda kalırsınız, ülkeye para girmeden para çıkacağı için cari açık verilir.

  Döviz Kurları: Üretmeyen, hep tüketen dışa bağımlı bir ülkede döviz artar, ulusal para biriminin değeri düşer, bunun sonucunda halkın alım gücü azalır. Bir ülkenin parasının değeri o ülkenin ekonomisi ile doğrudan ilgilidir. Ülkenin ekonomisi güçlü olursa parası değerli olur, ülkenin ekonomisi bozulursa parasının değeri de düşer.

  Özelleştirme: Genel manada kamu mallarının veya taşınmazlarının özel sektöre devredilmesi veya satılması diye tanımlanabilir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerde cumhuriyet tarihinin birikimi olan tesisler “sat kurtul” mantığı ile yok pahasına satılmıştır. Bu satışlarda ihalelere yabancılar da girmiş ve devletin birçok stratejik tesisi yabancıların eline geçmiştir.

  Sözümüzü toparlayacak olursak bugün Türkiye’de her beş gençten biri, toplamda 3.400.000 kişi işsizdir ve esnafın protesto edilen senetleri 11 milyar TL’yi aşmıştır. TÜFE %13,4’e çıkarak halkın alım gücü düşmüş, 2017 yılına göre 2018 de İhracat %10,4 artarken İthalat %16,9 artarak cari açık büyümüş. Faize ödenen para 72 milyar TL’yi bulmuş, Bütçe açığı 66 Milyar TL’yi bulmuştur.

  Sözün özü maalesef ülkemiz borç batağı içerisinde uçuruma doğru yuvarlanmaktadır. Bu cendereden kurtulmanın yolu da devleti yönetenlerin sadece söylemler ile değil eylemleri ile de tamamen yerli ve milli olmalarına ve adil ekonomik bir sistemi hayata geçirmelerine bağlıdır.

YAZAR HAKKINDA
Ferhat Taşdemir
Ferhat Taşdemir
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN