Abone Ol

Kıbrıs Sorunu ve Doğu Akdeniz’deki Enerji Savaşları

Kıbrıs Sorunu ve Doğu Akdeniz’deki Enerji Savaşları
Kıbrıs, Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Coğrafî konum itibariyle bir uçak gemisine benzetilen ada, her dönem stratejik önem ve özelliğini korumuştur. Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğu’ya açılmak isteyen devletler için vazgeçilmez stratejik ve ticarî bir üs olarak görülmüştür. Adayı elinde bulunduran güç her zaman etrafındaki bölgeye de hâkim olabilmiştir. Kıbrıs’ın en yakın komşusu Türkiye’dir. Kıbrıs, Türkiye için konumu itibariyle sadece kendisinin korunması açısından değil anavatanın korunması açısından da ulusal güvenliğin önemli bir teminatıdır. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada Kıbrıs’ı ihmal ederek küresel ve bölgesel politikalarda yetkin olabilmesi mümkün değil.

A. Kıbrıs Sorununun Kısaca Tarihi

Doğu Akdeniz’deki stratejik konumu nedeniyle ada, bölge ve bölge dışı devletlerarasında mücadele sebebi olmuştur. 1517 yılından itibaren adada Osmanlı egemenliği kurulmuştur ve 361 yıl Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında kalmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, adayı İngiltere’ye geçici olarak bırakmıştır. 1.Dünya Savaşında ise İngiltere, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etmiştir. Türkiye, 1923 Lozan Anlaşması’yla Kıbrıs’ın işgalini resmen tanımıştır. Kıbrıs’la Yunanların ilgilenmesi, 1791’de ortaya atılan “Megali İdea”  yani büyük ülkü fikri ile başlamıştır. Kilise tarafından desteklenen bu düşüncenin amacı, Türkleri yaşadığı topraklardan atmak ve “Büyük Yunanistan”ı kurmaktır.

Kıbrıs adasında İngiliz sömürge dönemi bittikten sonra 16 Ağustos 1960 tarihinde Lefkoşa’da Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların kurucuları oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması iki toplum arasındaki sorunların çözümüne ilaç olamamıştır. Bunun sonucunda 1963 yılına gelindiğinde iki toplum arasındaki gerginlik bir hayli artmıştır. Kendilerini adanın tek sahibi olarak gören Rumlar, Türk nüfusuna yönelik saldırı ve katliamlar düzenlemeye başladılar. 1963 yılında başlayan toplumlar arası çatışmalar on sene sürmüştür. Binlerce Kıbrıslı Türkü göçe zorlanmıştır.

15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan, adayı kendi topraklarına katmak amaçlı bir darbe girişiminde bulundu. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’un Yunanistan’la birleşme yaklaşımından uzaklaşmaya başladığı görüntüsü vermesi üzerine EOKA lideri Nikos Sampson darbeyi gerçekleştirdi. Türkiye, darbeyi sona erdirmek ve anayasal düzeni yeniden kurmak üzere Garanti Anlaşması çerçevesinde ortak müdahale önerdiyse de İngiltere ve Yunanistan tarafından reddedildi. Tek taraflı müdahale hükmü kullanıldı ve 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye garantör ülke olarak, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında belirtilen hakları kullanarak Başbakan Yardımcısı olan Necmettin Erbakan’ın da özel çabaları ve talimatıyla askerî müdahalede bulunuldu. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını düzenleyerek Türk ordusu kısa bir sürede adanın yarısına hâkim olmuştur.

BM tarafından sağlanan ateşkesten sonra 1975’te Kuzey Kıbrıs Federe Devleti kuruldu. Müdahale neticesinde Kıbrıslı Rumlar güney bölgesinde toplanarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) oluştururken, Kıbrıslı Türkler de adanın kuzeyinde toplanarak 15 Kasım 1983’te resmi olarak ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) oluşturmuşlar. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin nüfusu 854,800, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin nüfusu ise 374,299’dir. Kıbrıs sorunu hâlâ çözülemeyen bir mesele olarak günümüze kadar gelmiştir. Türkiye’nin ve ilgili diğer ülkelerin dış politika gündemini hayli meşgul etmektedir.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından 2004 yılında hazırlanan “Annan Planı” ile Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinde yapılan referandum Kıbrıs sorununun çözümü için tarihi bir fırsat olarak görülmüş, ancak yapılan referandum sonucu Türk tarafı % 65 oranında evet oyu kullanmasına karşın Rum kesimi ise % 76 hayır demiştir. Annan Planı’nın tam anlamıyla Türklerin lehinde olduğunu söylemenin zor olduğu kadar aleyhinde bir plan olduğunu ifade etmek de zordur. Dış baskıların ortadan kalkması, iki toplumun mahkeme ve polis güçlerinin oluşması ve belirsizliğin ortadan kalkması bir kazanım olacaktı. Fakat Rum kesimi başından beri olumlu adım atmaya yanaşmadığı gibi Barış Harekâtı’ndan beri sergilediği uzlaşmaz tutumuna devam ediyordu. Haziran-Temmuz 2017 tarihlerinde İsviçre’de gerçekleştirilen çözüm müzakereleri Rum tarafının haddini aşan istekleri ve uzlaşmacı olmaktan uzak tavırları sonucunda görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanarak rafa kalktı. Yapılan tüm görüşmelerden olumlu sonuç alınmamasının en büyük sebebi Rum tarafının tek taraflı düşünüp hareket etmesi, KKTC’nin haklarını yok saymasıdır. Rum kesiminin adayı kendilerine ait gibi görmesi ve Avrupa ülkelerinin bu tutuma dolaylı olarak destek vermesi bölgede yaşanan huzursuzlukların artacağının habercisidir. Artık Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’la Kıbrıs konusunun görüşmeye devam etmenin bir fayda getirmeyeceği anlaşılmış olmalı ki Türkiye’nin Avrupa Bakanı ve Baş müzakereci Ömer Çelik’in, Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının olumlu yaklaşımına rağmen çözüme ulaşılamadığı, müzakerelerin sona erdiği, herhangi bir şekilde donmuş veya askıya alınmış olmadığı açıklaması, Türkiye’nin yeni bir Kıbrıs sorunu stratejisi olduğunun işaretidir. Türkiye açısından Kıbrıs sorununun jeopolitik anlamda konumunun değişmeye başladığını görmekteyiz. Türkiye’nin Kıbrıs için yeni güvenlik şartlarına ve jeopolitik rekabete adapte olabilecek askerî doktrinler oluşturmasının ve bu doktrinleri sahada uygulayabilecek savunma-saldırı sistemlerinin gerekli olduğunu ifade edebiliriz.

B. Doğu Akdeniz’de Son Gelişmeler

Son zamanlarda medyanın gündemini Kıbrıs ve Akdeniz’deki gelişmeler işgal etmektedir. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın, Türkiye’nin garantörlüğünü istemediğini açık bir şekilde dile getirdiği ve Türkiye’nin garantörlüğünün yerine Yunanistan ve İngiltere’nin de içinde bulunduğu ortak bir gücün adada konuşlanmasını önerdiği yazıyordu. Rum kesiminin de teklife sıcak baktığı bildirildi.

 Yavru vatan olarak addettiğimiz Kıbrıs'ın hakkını koruyan ve savunan Türkiye'nin tezlerine sürekli çamur atan Akıncı, bu kez açık açık Türkiye'nin garantörlüğünü istemediğini söyledi. Akıncı, daha önce de Kıbrıs Barış Harekâtı’nı savaş olarak ve Türkiye’nin bölgedeki varlığını ilhak olarak nitelendirmişti. Akıncı’nın bu açıklamalarına Türkiye’den tepkiler gecikmedi. MHP Lideri Bahçeli, "Libya meselesi gündemdeki sıcaklığını korurken, oturduğu koltuğa kara çalan Mustafa Akıncı'nın milletimizin ruh köküyle taban tabana zıt politikaları ve Türkiye'yi KKTC'den uzaklaştırma niyeti kabul olmayacak bir duaya âmin demekten farksızdır” diyerek tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Akıncı ve ekibi Kıbrıs konusunda Rumlarla ortak bir devletin olmayacağını bir türlü kavrayamayıp federasyon hedefli müzakereleri sürdürmek ve taviz vermek peşindeler. Rumların verdiği garanti sözüne inanılırsa geçmişte Yunanistan’ın Balkanlarda Müslümanlara yaptığı işkenceleri Kıbrıslı Türklere de yapacağından hiç şüphe yok. Ki bunu anlayabilmek ve görebilmek için tarihi biraz karıştırmak yeterlidir.

Kıbrıs Türk Alayı, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan “İttifak Anlaşmasına” göre uluslararası hukuka uygun olarak adada konuşlanmış bulunmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 1993 yılında Yunanistan ile “Ortak Savunma Doktrini” adı altında savunma ve askerî işbirliği anlaşması yapmıştır. Aynı içerikte Rusya Federasyonu da 2015 ve 2017 yılında Mari (Tatlısu) Korgeneral Evangelos Florakis deniz üssü ile Baf’taki Andreas Papandreu Havaalanı'nı kullanmak için Kıbrıs Rum Yönetimi ile özel bir anlaşma yapmış bulunmaktadır. Aynı zamanda Fransa ve dolaylı olarak Avrupa Birliği aynı alanları kullanmak için Kıbrıs Rum Yönetimi ile 2006 yılında özel bir anlaşma yapmıştır. Adanın Akrotiri ve Dikelya bölgeleri içinde tamamen İngiliz toprağı olarak kabul edilen ve adına “İngiliz Egemen Üsleri” denilen İngiliz askerî üsleri bulunmaktadır. 254 km2 alana yayılan iki üste yaklaşık 3 bin İngiliz askerinin görev yaptığı tahmin ediliyor.  İngiltere, askerî üslerinin bulunduğu bu alanı Rum yönetimine devretmeyi düşünüyor. KKTC Başbakanı Ersin Tatar, Rum yönetimi ile İngiltere arasında İngiliz Egemen Üsler Bölgelerinin askerî amaçlar haricindeki alanlarının sivil kullanımına açılması yönünde 2014’te yapılan anlaşmanın uygulama aşamasına geçmesine tepki gösterdi. Unutulmamalı ki bahse konu üs bölgelerinde sadece Rum halkının değil Kıbrıslı Türklerinin de hakkı vardır. Bölgedeki mevcut dengeler ve yeni oluşan askerî ve siyasî gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Kıbrıs toprakları üzerinde bir kara, deniz ve hava üssü kurması kaçınılmaz bir askerî önlem ve tedbir haline gelmiştir. Türkiye’nin KKTC ile yapacağı ikili anlaşma uyarınca tam teçhizatlı bir askerî üssün kurulması çok doğru bir siyasî ve askerî adım olacaktır. Bu askerî üs, Doğu Akdeniz’de dengeleri sağlayacak bir güç olarak işlev görecektir.

           Resim: Libya ile varılan son mutabakattan sonra Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlarını gösteren harita (kaynak; NTV Haber).

GKRY’nin Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarında diğer devletleri de yanına alarak tek taraflı girişimlerle sözde Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) hidrokarbon zenginliklerini arama faaliyetleri gibi uluslararası hukuka aykırı eylemlere kalkışması, Türkiye’nin Kıbrıs özelinde Doğu Akdeniz’e bambaşka bir dikkat, önem ve özen göstermesini gerekli kılmıştır. Doğu Akdeniz’in yaklaşık olarak 1,7 milyar varil petrol ve 122 trilyon fit küp gaz potansiyeline sahip olduğu tespit edildi. Bu potansiyel çıkarılıp işlendikten sonra pazara ulaştırılması halinde Türkiye ve Avrupa’nın uzun yıllar enerji kaynağı ihtiyacını karşılayabileceği söylenmektedir. Keşfedilen enerji kaynakları, bölge ülkelerinin yanı sıra dünyanın önde gelen enerji şirketlerinin ve enerji ihtiyacı yüksek devletlerin de dikkatini Doğu Akdeniz’e çekmeye başladı. Doğu Akdeniz rekabetinin taraflarına baktığımızda ise, doğal olarak sadece bölge ülkelerini görmüyoruz. Kıyıdaş bölge ülkelerinin yanında ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Suudi Arabistan, BAE ve İran gibi ülkelerin yoğun bir şekilde Doğu Akdeniz ile ilgilendiği görülüyor. Herkes enerji kaynaklarından pay almaya çalışıyor ve gerek sahip olduğu enerji kaynakları gerekse deniz ulaşımı açısından stratejik önemi büyük olan bu bölgede kendisine nüfuz alanları oluşturmaya çalışıyor. Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği sayesinde AB da Doğu Akdeniz’e müdahil bir konum kazanmıştır.

Rum kesiminin adanın tamamının kıta sahanlığında hak iddia etmesi ve bölgede doğalgaz ve petrol arama faaliyetleri ile ilgili yabancı firmalara izin vermesi, uluslararası camianın da güneydeki hükümete adanın tamamını temsil ediyormuş gibi enerji faaliyetleri konusunda destek vermesi, Türkiye’nin de haklı olarak tepkisini çekti. GKRY, 13 adet petrol ve doğalgaz arama noktası belirledi. Ancak bu belirlediği arama 13 arama noktasından 1, 4, 5, 6 ve 7. Bölgeler Türkiye’nin belirlediği kendi münhasır ekonomik bölgesi sınırları ile çatışmaktadır. 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13. Bölgeler ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesi ile çatışmaktadır.

                                                  Resim: https://www.trthaber.com/haber/gundem/dogu-akdeniz-bilmecesi-423599.html

Bölge ülkelerinden GKRY, Mısır, İsrail ve Lübnan başta olmak üzere kendi aralarında ittifaklar yaparak, anlaşmalar imzalayarak Türkiye’yi devre dışı bırakıp bu enerji potansiyelini paraya dönüştürmeye çalışıyorlar. Bu hedefleri doğrultusunda GKRY, Türkiye’nin son dönemlerde arasının iyi olmadığı Yunanistan, İsrail ve Mısır gibi ülkeleri yanına alarak bir blok oluşturmaya çalışmakta. Bu dört ülke daha sonra İtalya, Filistin ve Ürdün’ün katılımıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurarak Doğu Akdeniz’deki parsel dağılımını ve sondaj çalışmalarını oldubittiye getirerek Türkiye’nin hareket etmesini engellemeye çalışıyorlar.

Rumların bir başka hedefi Türkiye’yi büyük devletlerle karşı karşıya getirmek. Bu maksatları ruhsat verdikleri şirketlerden anlaşılıyor. Büyük devletler menşeli firmalara ruhsat verip Türkiye’yi bu ülkelerle karşı karşıya getirme çabasındalar. Türkiye ise bu girişimlere karşı uluslararası hukuktan doğan haklarını korumak için önlemler almakta. Türkiye, Doğu Akdeniz’de TP ile varlığını arttırmaya başlamasıyla birlikte bölgeye Barbaros ile Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini gönderdi. Gönderilen gemiler KKTC’nin ruhsat verdiği A, B, C, D, E, F ve G olarak adlandırılan alanlarda görev yapıyorlar. TSK’ ya bağlı deniz kuvvetleri de sondaj gemilerinin güvenliğini sağlamaktadır. 21 Eylül 2011 tarihinde Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşmasını imzalamışlar. Kasım 2019 tarihinde Libya ile imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma anlaşması ile hukukî ve meşru zemin elde edilmiş, uluslar arası kamuoyuna hukuk ve diplomasi araçlarını kullandığımız mesajı verilmiş ve Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında sınırlandırma anlaşması yapma olanağı ortadan kaldırılmıştır.  Bölgeye sondaj ve araştırma gemilerinin gönderilmesi ve KKTC ve Libya gibi ülkelerle yapılan anlaşmalarla birlikte Türkiye aleyhinde oyunlar bozulmuş olup kartlar yeniden dağıtılmıştır. Türkiye de bölgeye kendi güçlerini göndererek karşısında bulunan diğer aktörlere karşı cevap vermekten çekinmeyeceğini gösterdi. Her zaman öncelikle diplomasiden yana olduklarını vurgulayan Çavuşoğlu şöyle konuştu:

"Maalesef biz diplomasi dedikçe bunlar zafiyet olarak algıladı. Biz de gemilerimizi gönderdik, sondajımızı başlattık. Bugün baktığımız zaman kim var orada? Şimdi yılsonuna kadar herkes çekildi. Kim var? Bir tek Türkiye var. Bunun anlamı şudur. Rum tarafı da KKTC ile anlaşarak uzlaşıya gitmelidir. Doğu Akdeniz etrafındaki ülkeler için de mesaj, burada Türkiye var. Türkiye ile işbirliği yapmak durumdasınız."

Bölgenin en büyük güçlerinden Türkiye’nin olayların dışında tutulması mümkün değil ve olayların içerisindeki ana aktörlerden biri olmak zorundadır. Aynı zamanda KKTC’nin de haklarının olduğu da bölge ülkeleri tarafından idrak edilmeli ve saygı duyulmalı. Türkiye’nin hem kendi çıkarları hem de KKTC’nin haklarını koruyacak doğrultuda hareket etmesi en doğal hakkıdır.

Sonuç

Bölgedeki son gelişmeler ve enerji savaşları itibariyle Türkiye açısından, Kıbrıs sorununun bölgesel jeopolitik konumunun değişmeye başladığını görmekteyiz. Kıbrıs adası, Türkiye için ulusal güvenliğin önemli bir teminatı haline gelmiştir. En önemlisi, Türkiye devleti adadaki askerî varlığını her ihtimale karşı devam ettirmeli hatta güçlendirmelidir. Türkiye, GKRY ve Yunanistan’ın KKTC’de “sıfır asker, sıfır garantörlük” yaklaşımına asla aldanmamalıdır. Rumların adadaki Türkleri aciz bir azınlık ve korumasız görmeleri nedeniyle yaptıkları katliamlarını bir kez daha tekrar etmemeleri için KKTC’de Türk askerinin adada bulunması caydırıcı rol oynarken barışı da beraberinde getirecektir. KKTC’de kurulacak askerî üs Kıbrıs sorununun çözülmesine de olumlu etki yapacaktır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta askerî bir üs kurmasında ve diğer ilgili meselelerde adım atarken Rum tarafının gösterebileceği tepkinin önemsenmemesi ve dikkate alınmaması gerekmekte. 1963’ten günümüze kadar başlatılan müzakerelerde ileriye doğru adım atarken “Rumlar ne diyecek” diye çekimser davranmanın yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Rum kesiminin tek yanlı olarak Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan ederken KKTC ve Türkiye hükümetine sorma gereği duymadığı gibi, Türkiye de kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederken Rum kesimine veya AB’ye sormasına gerek bulunmamaktadır.  Kıbrıs konusunda federal ve Rumlarla ortak bir devletin olamayacağını görmemiz lazım. Rum kesimi ile yapılan sözde çözüm müzakereleri yerine Türkiye Cumhuriyeti, KKTC’nin uluslararası arenada tanınması için bütün diplomatik yollarını kullanmalı ve bu yönde gayret göstermelidir. Kıbrıs adasını önce Rum egemenliği altına sokmak sonra da Yunanistan ile birleştirmek olan Yunanlıların ve Rumların iki asırlık hayalleri “Megali İdea”yı, yani “Büyük Ülkü”yü gerçekleştirmek. Kıbrıs Türkleri de tarihi iyi okuyarak, geçmişten ders alarak, dünya konjonktür ve siyaseti iyi takip ederek haklarımızı koruyacak, mevcudiyetimizi tehdit eden boşlukları dolduracak bir stratejiyle geleceklerini şekillendirmeleri lazım. Başta Mustafa Akıncı ve ülkedeki diğer siyasiler birleşerek, Rum Yönetimi’ne karşı kararlı bir şekilde ortakça tavır almak zorundadır. KKTC’deki siyasilerin, Rum Yönetimi’ne hiçbir şekilde taviz vermemeleri gerekir. Kıbrıs Türk Halkı dayanışma içinde ortak hareket ederek, Rum tarafının sözlü tacizlerine ve tehditlerine karşı, sivil toplum örgütlerini arttırmalıdır. Türkiye bu süreçte, garantörlüğünü tehlikeye atacak politikalar üretmemekte ve daima Kıbrıs Türk halkının menfaatlerini düşünür adımlar izlemektedir. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu, 1897 savaşından galip çıktığı halde barış masasında, Girit’te uluslararası yönetimin temsilcisi sıfatıyla Yunan prensinin hâkimiyetine izin vererek egemenlik haklarını kaybetmiş, Ada’da yaşayan Müslümanların katledilmesine neden olmuştur. Eğer Kıbrıs’ın kaderi de Girit’e benzerse, bu vebalin altından ne Kıbrıs ne de Türkiye kalkabilir.

Kaynakça:

* http://ankaenstitusu.com/kibris-neden-cok-onemlidir/

* https://www.sondakika.com/haber/haber-bahceli-libya-meselesi-gundemdeki-sicakligini-13326786/

* https://www.sondakika.com/haber/haber-kktc-basbakani-tatar-dan-ingiliz-uslerinin-bir-13314950/

* https://www.internethaber.com/mustafa-akincidan-yeni-skandal-sozler-kktcde-turkiyenin-garantorlugunu-istemedi-2107696h.htm

* https://www.diplomatikstrateji.com/mavi-vatanin-kalbi-dogu-akdeniz/

* https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/71869

YAZAR HAKKINDA
Alican Ulaj
Alican Ulaj
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN