Abone Ol

“Dostluk, Cenab-ı Allah’ın bize nimet olarak verdiklerinin kıymetini bilmektir”

“Dostluk, Cenab-ı Allah’ın bize nimet olarak verdiklerinin kıymetini bilmektir”
AGD: Öncelikle bizi kırmayıp bize zaman ayırdığınız size çok teşekkür ediyorum hocam.

Lütfi Doğan: Asıl ben size çok teşekkür ediyorum, Allah’tan size üstün başarılar diliyorum.

AGD:  Dostluk sizin için nedir Hocam?

LD: İslamiyet’te, Peygamber Efendimiz (a.s.), hayatının son yıllarında, o dönemdeki insanlara, bugünkü insanlara ve gelecekteki nesillere Cenab-ı Hak’ın ona ihsan buyurduğu iki nimeti haber veriyor. Efendimiz (a.s.) buyuruyor ki, “Ben size iki emanet bıraktım, siz o iki esasa sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız, doğru yolda devam etmiş olursunuz. Bunların ilki Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise benim hadis ve sünnetimdir.” İşte bu iki esasa uymamızdır bizi dünya ve ahirette mutlu kılacak olan. Biz, bu iki şeyi dost edinmeliyiz. Her zaman söylerim ki biz Müslümanlar Allah’ın sevgili kullarıyız. Çünkü biz bu iki nimete sahip insanlarız. Efendimiz (a.s.) buyuruyor ki, “Benim sünnetime sımsıkı sarılın ve benden sonra gelecek olan Raşidin Halifelere (Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Ebubekir) uyun.” Biz dünyanın en mutlu insanlarıyız, Rabbimizin bize vermiş olduğu nimetlerin kıymetini bildiğimiz ölçüde.

Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim Hucurat Suresinde şöyle buyurmaktadır, “Ancak müminler gerçek kardeştirler. Ey müminler! İki mümin arasında bir anlaşmazlık ve sıkıntı olursa onu derhal giderin, o iki müminin arasını düzeltin. Rabbinizin buyruklarına saygılı olun ki Rabbinizin rahmetine nail olasınız.” Çünkü İslamiyet’te nemelazımcılık yoktur. Mümin, gücü yettiğince iyiliklere anahtardır, kötülüklere kilittir. Bizim için dostluk, Cenab-ı Allah’ın bize nimet olarak verdiği her şeyin kıymetini bilmektir. Cenab-ı Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğumuzda, kavga olmaz, münakaşa olmaz. Ya ne olur? Yardımlaşma olur, dayanışma olur. Cenab-ı Allah Maide Suresi’nde şöyle buyuruyor: “Ey iman şerefine nail olmuş kimseler! Allah’ın buyruklarını yerine getirmede birbirinizle yardımlaşın. Ama kötü bir işte asla birbirinize yardım etmeyin. İki mümin birbiriyle küs olduğu zaman, bunu fark eden diğer Müslümanlar hemen onları barıştırmak için birbirleriyle yarışırlar. Çünkü Allah, müminler arasındaki küslüğü doğru bulmaz.”

Efendimiz (a.s.), “İki mümin, Allah rızası için bir araya gelip birbirlerini Allah için seviyorlarsa onlara cenneti müjdeleyin” buyuruyor. Bundan dolayı da müminlerin birbirlerini Allah için sevmeleri Allah’ın rızasını kazanmaları anlamına da geliyor. Müslümanlar her zaman için, iyilik yapmak, iyileştirmek, sevmek ve sevdirmek üzere bir hayat yaşamalıdır, ötekileştirmemelidir, incitmemelidir, nefret ettirmemelidir.  Mümin, her zaman din kardeşliğine göre hareket etmelidir. Kim bizi kardeş kıldı peki? Cenab-ı Allah elbette. Allah’ın yaptığı kardeşlikten daha güzel bir şey olabilir mi?  

AGD:  Size göre Asr-ı Saadet’te dostluk-vefa ilişkisi nasıldı?

LD: Mekke’de cahiliye dönemi insanları Peygamber (a.s.) ve onun taraftarlarına eziyet ettiler. Sonra Peygamberimiz (a.s.) Medine’ye geldi ve “Ehl-i iman herkes birbirinin kardeşidir” dedi. Medine’deki ensar, Mekke’den gelen her muhaciri misafir ediyordu. Efendimiz (a.s.) bir Medineli’ye bir Mekkeli’yi teslim ediyor ve onu misafir etmesini istiyor. O Medineli, o misafiri alıp eve götürüyor ve hanımına durumu anlatıyor. Hanımı ise evde sadece kendilerine yetecek kadar erzak olduğunu söylüyor. Erkek sahabe, “Tamam” diyor, “Işıklar falan da olmadığı için, sen yemeği getir, biz onu misafirimizin önüne koyarız. Biz de onunla birlikte kaşıklarımızı önümüzdeki boş tas ve kaplara vurup yiyormuşuz gibi yaparız ve o da karanlıkta bizi görmediği için böylece utanıp sıkılmamış olur.” İşte Müslümanlık ve Müslüman kardeşliği budur. Bakın, aradan bin 400 yıl geçtiği halde biz hâlâ o sahabenin göstermiş olduğu güzel misafirperverliği konuşuyoruz. Çünkü onlar, yaptıklarını Allah rızası için yapıyorlardı. İşte Müslümanlıkta dostluk ve kardeşlik böyledir.

Biz, rahmetli Turgut Özal ile birlikte Arnavutluk’a gittik. Oraya varınca, gruptaki diğer milletvekili arkadaşlardan müsaade isteyip namaz kılmak için oradan ayrıldım. Çıkıp namaza gittiğimde orada küçük bir yabancı grup gördüm. Sudan’dan oraya yardım getirmişler. Arapça konuşuyorlardı. Yanlarına vardım grup sorumlularını sordum. Biraz işi var, birazdan gelir dediler. Benim de zamanım pek olmadığı için oradan ayrılıyordum ki biri çıkıp geldi ve grup sorumlusunun kendisi olduğunu söyledi. Benim Türkiye’den gelmiş olduğu görünce, “Türkiye olarak üzerinizdeki çok şerefli görevi yerine getirin, kardeşleriniz olarak biz sizinle beraberiz.” Şimdi dönüp baktığımızda, tüm müminler, güzelce, kardeşçe ve insanca yaşamamızı istiyor. Tüm kardeş ülkeler, sevgi, saygı ve kardeşlik içinde Türkiye’den çok şey bekliyorlar. Neden? Çünkü Müslümanlar kardeştirler de ondan.

Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey iman şerefine sahip kimseler! Verdiğiniz sözü tam olarak yerine getirin.” Çünkü verilen sözün gerekliliğini yerine getirmek büyük sorumluluk gerektirir. Yerine getirebileceğimiz sözler vermeliyiz. Verdiğimiz sözü yerine getirmek için canla başla çalışmalıyız. Verdiğimiz sözü yerine getirmediğimiz zaman, bu sadece ilgili kişiye zarar vermez bilakis bununla birlikte Allah’ın bir emrini yerine getirmediğimiz için Allah’ı da üzer. Aksi de yine söz konusu burada: Vermiş olduğunuz bir sözü yerine getirmeniz, sadece ilgili kişiyi mutlu etmez; bilakis bununla birlikte kendisinin bir emrini yerine getirmiş olduğunuz için Allah’ı da mutlu eder. Bu da çok güzel bir şeydir.

Verdiğiniz sözü yerine getirirseniz sevap kazanırsınız, yerine getirmezseniz de sonucuna katlanırsınız. Kur’an-ı Kerim’e riayet edenlerin yardımcısı Cenab-ı Allah’tır.

 

AGD:  İslam’a göre nelere karşı vefa gösterilir?

LD: Her şeyden önce, kadınıyla erkeğiyle, Allah’a karşı olan sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Elhamdülillah biz Müslümanız, temiz olacağız. Fizikî temizliğimizle birlikte manevi olarak da temiz olmalıyız. Kendimiz için istediğimiz her iyilik ve güzelliği mümin kardeşimiz için de isteyeceğiz. Kendimize gelmemesini arzu ettiğimiz hiçbir sıkıntı ve kötülüğün Müslüman kardeşimize gelmemesini de isteyeceğiz. Neden? Çünkü Müslümanız da ondan. Hatta ola ki bizden etkilenip Müslüman olur diye gayrimüslimlere karşı da iyilik ve güzellik içinde olacağız inşallah. Bundan dolayı da vefa, ancak Allah’a, onun emir ve yasaklarına ve Efendimiz (a.s.)’in hadis ve sünnetlerine gösterilir; bunlar ışığındaki düşünce ve eylemlere gösterilir.

AGD:  Peygamberimiz ve diğer peygamberler neyi dava edinmişlerdi, onların davası neydi?

LD: İnsanın değeri, Allah katında ve İslamiyet’te çok yüksektir. Cenab-ı Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor: “And olsun biz insanı pek değerli bir varlık olarak yarattık.” Ancak cahiliye döneminde durum böyle değildi. Öyle ki kız çocuklarını götürüp diri diri gömüyorlardı mesela. Ama Peygamberimiz (a.s.) geldi ve cahiliye içinde kıvranan o topraklar nurlandı, aydınlandı, medenîleşti. Öyle yüce bir düstur ortaya kondu ki bir insanı haksız yere öldürmek, tüm insanları öldürmekle aynı değer ve kötülükte görüldü. Bir insan nasıl yaşayıp yaşarsa yaşasın, Allah onu bir kerem sahibi olarak yaratmıştır, onun da en az bizim kadar hakları vardır. Faydalı olamıyorsak zarar da vermemeliyiz. 

Diyelim ki bir kişi, evinin geçimini sağlamak için çiftçilik yapıyor; diyelim ki işçidir, yoruluyor, alın teri akıtıyor. O nafile namaz veya oruçla affedilmeyen günahları Allah tarafından, işte helal kazanç derdinde olması vesilesiyle affedilir, sevaba çevrilir. Helalinden çalışmak ve kazanmak ibadettir. Nasıl ki beş vakit namaz ibadetse, helal bir şekilde çalışıp helal rızık kazanmak da ibadettir. Burada şuna da dikkat etmek lazım: İnsanların hak ve hukukuna azami derecede riayet etmek lazım. Tek bir düşmanımız olacak ümmet olarak: Şeytan zaten büyük düşmanımız, ancak bununla birlikte İslam dünyasının en büyük düşmanı cehalettir, cehalet olmalıdır. Ne yapıp edip gücümüz yettiğince cehaletle mücadele edip onu yenmeye çalışmalıyız. Peygamberimiz (a.s.) ve diğer peygamberlerin davası buydu işte. Cehaletle mücadele etmek.

 

AGD:  Kardeşlik ve vefayı Milli Görüş’ün neresine koyarsınız ve bunu nasıl tanımlarsınız?

LD: Milli Görüş, imkânlar ölçüsünde bu ülkenin ve tüm Müslüman kardeş ülkelerinin insanlarını iyi birer insan olarak yetiştirmek demektir. Kadınlarımızı, erkeklerimizi ve diğer tüm herkesi. Hak ve hukuka azami derecede saygılı olmaktır.

İmam Ali, valisine bir talimatname yazar ve orada der ki “Ey valim! Şunu bil ki, insanların hepsi ya yaratılışta eşin ya da dinde kardeşindir.” Böylece herkesin hukukunu korumasının gereğinden bahseder. Bu, bütün insanlığı ilgilendiren bir konudur ve tüm insanlık buna riayet etmelidir.

Şimdi Milli Görüş’e gelince de, Allah Erbakan Hocamızdan razı olsun, o da der ki “Bu ülkenin tüm evlatları birbiriyle kardeştir. Bu ülke cennet gibi bir ülke. Bundan dolayı da, bu ülke insanının kendi değerini bilmesine hizmet edeceğiz, ona hak ettiği değer vereceğiz.” İnsan değerini bildi mi, doğruyla yanlışı çok rahat bir şekilde ayırt edebilir. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilen kişi, Milli Görüş’ün ana gayesini benimsemiş demektir. Milli Görüş, okumak isteyenin okuması, çalışmak isteyenin çalışması, ticaret yapmak isteyenin ticaretle meşgul olması ve hiçbir kimse diğer mümin kardeşini incitmesin diyedir. Milli Görüş’ün düşüncesi budur. Bu düşüncenin hâkim olması ve tüm insanlar tarafından benimsenmesi için çok çalışmalıyız. En büyük siyaset, insanların hak ve adalet üzerine yaşamalarına vesile olmaktır. İşte Milli Görüş de her zaman bunun derdinde olmuştur. Yeri geldiğinde imkânlar dâhilinde bunun en güzel örneklerini de bizzat yaşamış ve yaşatmıştır Allah ondan razı olsun merhum Necmettin Erbakan Hocamız ve onun arkadaşları.    

 

AGD:  Hocam son olarak, dostluk-vefa-dava-kardeşlik bağlamında gençlere neler söylersiniz?  

LD: Gençlerimiz, Allah için birbirlerini sevmeliler. Allah için birbirini sevmekten daha üstün bir dostluk olmaz. Çünkü Allah için sevmenin olduğu bir yerde, sadece kendini düşünmek, bencillik, kötü düşünce kötü eylem olmaz. Ya ne olur? Orada sadece iyilik ve güzellik olur. Gençlerimiz, Allah rızasına, Efendimiz (a.s.)’ın sünnetine ve onun ashabının yaşantısına çok dikkat etmeliler, buna göre yaşamalılar. Bunun için de ailelere ve öğretmenlere çok büyük görevler düşmektedir. Çocuklarımızı yetiştirme noktasında hepimiz, çocuklarımızın bize Allah’ın birer emanetleri olup onların 24 ayar altın olarak dünyaya geldiklerini ve bu 24 ayarın da sonuna kadar devam ettirilmesi gerektiği hassasiyetiyle hareket etmeliyiz, bu konuda hepimiz üzerimize düşen sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Ben şunu söylüyorum: İslam adabı içinde kalınması kaydıyla imkanlar dâhilinde, ülkemizdeki tüm kızlarımız ve erkeklerimiz mutlaka bir yüksek eğitim bölümünü okumalılar. Fizik, kimya, biyoloji veya bir başka bölüm. Kendi hukukunu koruyabilmesi için kızımız ve oğlumuz mutlaka okumalıdır. Bunun için de eğitim çok önemlidir. Yeter ki eğitim, fizikî ve ruhî olarak kişiye uygun bir şekilde verilsin, yeter ki eğitim adab-ı İslamiye’ye uygun olsun. Buna riayet ettiğimizde her şey çok güzel olur ve ortada hiçbir sıkıntı kalmaz.

 

AGD:  Allah razı olsun Hocam, çok teşekkür ederim. Ağzınıza, yüreğinize sağlık.

LD: Sizden de razı olsun. Rabbimden size hayırlı başarılar diliyorum. Rabbim ömrünüze bereket versin.

YAZAR HAKKINDA
M. Selim Atlıhan
M. Selim Atlıhan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN