SALGIN SÜRECİNİN ÖĞRETTİKLERİ
Virüsün tüm dünyada yarattığı panik ve kaos ekonomi, siyaset, sosyal hayat… tüm alanlarda etkisini gösteriyor. Bu duruma yol açan en büyük faktör, küreselleşme[3] olarak adlandırılan sürecin sonuna gelinmiş olmasıdır. Öyle ki salgının dünyanın üretim merkezi Çin’de ortaya çıkması ile küresel tedarik zincirleri kopmuş durumda. Bu ise tüm dünyadaki üretim sektörlerini etkilemeye devam ediyor. Bu durum da gösteriyor ki 2008 ekonomik krizi ile başlayan küresel üretim merkezinin ABD ve Batı dünyasından Asya ve Çin merkezine kaydırılması süreci neredeyse tamamlanmış durumdadır.
Bununla birlikte ABD’deki finans sektörü de bu krizden payını aldı. Küreselci sermaye sahipleri borsada kaybetmeye devam ediyorlar.[4] Paradan para kazanma devri en azından şimdilik bitmiş durumda. Yaşanan kısa süreli sosyo-ekonomik sıkıntı temel gıda ve ihtiyaç maddeleri üretiminin ve hizmet sektörlerinin önemini ortaya çıkardı. Bu da yeni iktisadî düzende ihtiyaç maddelerini üretenlerin ve hizmet sağlayanların artık esas aktörler olacağını işaret ediyor. Krizle mücadele için ilan edilen ekonomi paketleri incelendiğinde bu sektörleri korumaya yönelik önlemler oldukları açıkça göze çarpıyor.[5]
Salgın ile mücadele sürecinin uzaması durumunda büyük çaplı bir ekonomik krizin kapıda olacağı da bir diğer dikkat çeken nokta. Üstelik bu durum önceki küresel ekonomik krizlerden (1929, 2008) çok daha farklı olarak ortaya çıkabilir. Zira meydana gelecek olan kriz öncülleri gibi finans temelli değil aksine sosyolojik yapıdan kaynaklı olarak yani tüm dünya halklarının sosyal yaşamdan çekilmesi sebebiyle üretimlerin durması olarak seyredebilir.[6]
Pandemi sürecinin bir diğer öğrettiği ise pek çok ülkede sağlık sistemlerinin ve ani krizlerle mücadele becerilerinin yetersizliği. Bu konuda özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinin zayıflığı ön plandadır. Bu durum ‘Lider Batı Medeniyeti’ imajının önümüzdeki süreçte zedeleneceğini gösteriyor.[7] Şaşırtıcı bir şekilde ABD’nin ve İtalya’nın açıklanan vaka ve ölüm sayılarında salgının doğduğu Çin’i geçerek dünya liderliğine oturmaları bunun en büyük göstergelerinden.[8]
Bir diğer göze çarpan husus, çokuluslu şirketlerin, hükümet dışı aktörlerin, düşünce kuruluşlarının (think-tank) şekillendirmekte olduğu neoliberal küresel sisteme devletlerin geri dönüyor olmasıdır. Salgın, tüm dünyada en etkili aktörün devletler olduğunu bir kez daha hatırlattı. Dünyadaki devletler üstü kurumların her konuda etkin olamayacağı ortaya çıktı. AB ülkelerinin yaşadıkları bunun en büyük örneği. İtalya’nın salgınla ve AB ile yaşadığı imtihandan sonra Salvini’nin kurduğu cümleler AB ülkelerinin daha önceki kararlarını yeniden gözden geçirebileceklerinin bir işareti.[9] Özelde AB sürecinde genelde ise tüm uluslarüstü yapılanmalarda hükümetlerin daha önceleri devrettiği yetkileri tekrardan geri alma çabalarına girişecekleri de ihtimal dâhilindedir.
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Salgın sonrası dünyaya yönelik en başta belirtilmesi gereken nokta salgının tüm dünyadaki sosyal ve ekonomik yaşamı durma noktasına getirmesi küreselleşmenin bir sonucudur. Salgınla mücadele süreci karşılıklı faydaya dayalı küreselleşmenin sanıldığı kadar güvenilir olmadığını, küresel sistemin oldukça kırılgan bir yapıda olduğunu gözler önüne sermiş durumdadır. Dolayısıyla devletlerin bu durumdan bir ders çıkartarak birbiriyle tamamen entegre olmuş bir dünyaya eski kadar güvenilir gözle bakamayacakları büyük bir ihtimal dahilindedir. Bu noktada ‘deglobalization’ yani küreselleşmenin geri çevrilmesi akımının dünya çapında hızlanacağını söylemek mümkün. Diğer bir ifade ile hâlihazırda başlamış olan bu sürece salgın hız kazandırmış oldu.[10] Ancak bu sürecin de bir faturasının olacağı ve tüm dünyada ekonomik daralmanın yaşanacağı öngörüler dâhilindedir.
Ani patlak verebilecek küresel krizlere karşın direnci artırabilmek adına daha az küresel, daha az hür ve dolayısıyla daha az müreffeh bir dünya bizi bekliyor olabilir. Ancak yine de unutulmamalıdır ki küreselleşme hiçbir zaman tamamen sona eremez. Çünkü iletişim aygıtlarının gelişimi ile küresel bir kültürün var olduğu sistemde tüm dünya ülkeleri birbirine bağlıdır. En basitinden yaşadığımız pandemi süreci dahi vardığımız bu noktadan sonra küresel dünya sisteminin varlığını hiçbir zaman sıfırlayamayacağımızı gözler önüne seriyor.
Yeni dünya düzeninin başat gücünün kim olacağı ise tartışmalıdır. Çin’in ve Asya grubu ülkelerinin yeni başat güç olarak ortaya çıkmasına kesin gözü ile bakılmakta ve ABD’nin eski konumu sürdürebileceği tartışmalı olmaktadır. Zira ABD salgın krizinde liderliği Çin’e kaptırmış durumdadır. Salgın ile mücadeleyi uyguladığı radikal önlemlerle bitirmiş olan Çin artık diğer dünya ülkelerine tecrübeleri ile rehberlik etmekte, yardım göndermektedir. Bu durum ise Çin’in salgından sonra bu ülkeleri kendi nüfuz alanına alabilme ihtimalini akıllara getirmektedir. ABD ise bu süreci hafife almış ve daha önceki (1929 ve 2008) küresel buhranlardaki dünyaya liderlik etme performansını tekrar sergileyememiştir. Bununla birlikte Çin küresel ticarete olan inancını koruyarak büyümeye devam ederken ABD halkı bu inancı yitirmiş durumdadır. Çin, dünyaya açılarak bir emperyal devlet rolü oynarken ABD ve AB bu vasfı yavaş yavaş kaybetmektedirler.[11]
Yeni sistemin zayıf ülkelerinin ise sosyal huzursuzluğun yüksek olacağı, zayıf ve dengesiz büyüme gösteren ekonomi ülkeleri olacakları söylenebilir. Yani Latin Amerika, Ortadoğu ve Sahra-altı Afrika ülkeleri bu sınıflandırma dâhilinde olması muhtemel bölgelerdir. Bu bölge halkları ve devletleri geçiş sürecinde hızlı bir çöküş ve siyasî parçalanma yaşayabilirler. [12] AB ülkeleri için de aynı durum geçerli olabilir. AB ekonomisi alacağı darbeler ile bozulacak ve yardım bekleyecektir. Ya tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşandığı gibi ABD tekrar bu ülkeleri ekonomik olarak fonlayarak güçlendirip etki altına alacaktır ya da bu fırsatı Çin’e kaptıracaktır.
Küresel sistemin zaaflıklarını aza indirmek adına çokuluslu şirketlerin de kendi topraklarına geri dönmeleri söz konusudur. Ancak burada karşı karşıya kalınabilecek problem işgücü maliyetlerinin yükselmesi olacaktır. İş gücü maliyetlerini düşürebilmek için ise üretimde robotların kullanılması yaygınlaşacaktır. Birkaç yıl öncesinde başlayan endüstri 4.0 sürecinin de bu gelişmeler ile birlikte hızlanması beklentiler dahilindedir. [13]
Yeni üzende bir devletin tanımı ve itibarı salgınlar ve ani krizler karşısında sergileyeceği başarı nispeti ile belirlenecek. Bu sebepten ötürü etkin devlet yönetimlerinin ve daha aktif hükümetlerin sahada olacağı görülüyor. Yeni dünya düzeninde güçlü olan değil, krizlere karşı hızlı olan kazanacak. Dolayısıyla da otoriter rejimlerin pek çok yerde ortaya çıkması imkân dâhilindedir. Zira salgınla mücadelede Çin gibi otoriter rejimlerin hızlı ve etkin önlem alabilmeleri sayesinde daha başarılı bir mücadele ortaya koymuşken demokratik Batı ülkeleri tam aksine salgınla mücadelede sınıfta kalmışlardır.[14]
Yeni dünya düzeni için en büyük tehdidin ise biyo-terörizm ve siber saldırılardan gelebileceği ortadadır. COVID-19 pandemisi kendisi bir biyolojik silah değilse dahi biyolojik virüs-silahların önünü açmıştır. Yeni dünya düzeninde nükleer silahların yerini biyolojik saldırılar alacaktır. Bununla birlikte dijitalleşen ve daha da sanallaşan devletler ve toplumlar için en büyük tehdit siber saldırılardan gelecektir. Siber güvenlik artık eskisinden daha da büyük önem kazanacaktır.[15]
DİJİTAL TOPLUMLAR VE OTORİTER DEVLETLER
Salgın sürecinde tüm dünyada büyük bir korku ve panik kültürü geliştirildi. Bu panik kültürü ise toplumları bir noktaya yönlendirmeyi hükümetler için kolaylaştırdı. Öyle ki gündelik yaşantı dahi kontrol altına alınmaya başlandı. Elbette bu önlemler salgının yaratabileceği yıkımı azaltma amacı ile alınıyor. Ancak bu geçici durum toplumlar üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir. Bir başka ifade ile toplumlar algıladıkları herhangi bir tehdit karşısında hükümetlerinin sözünü dinleme noktasında oldukça itaatkâr hale gelebilirler. Bu ise istemeseler dahi hükümetleri otoriterleştirecektir.
Çin’in vatandaşlarını bir uygulama üzerinden takip altında tutması salgınla mücadelede elbette başarı sağlamasını sağlamıştır. Ancak bu durumun devam ettirilmesi, devletlerin vatandaşlar üzerinde daha kontrol sahibi olmasının kapısını açacaktır. Üstelik Çin bu konuda yalnız da değildir; Google’ın, korona virüs salgını boyunca farklı eğilimleri belgeleme amacıyla 130 ülkede insanların hareketlerini izleyerek yayınlaması örneği de yarın bir gün hükümetler için farklı amaçlara hizmet edebilir.[16] Bu iddialar gerçekleşirse eğer bu daha az tahammülsüz bir toplum düzeni demek anlamına gelmektedir.
Geçtiğimiz yüzyıldaki ekonomik buhran sonrasında yaşanan tecrübeler de bu ihtimali doğrulamaktadır. Hükümetler toplumlarını kontrol altında tutabilmek adına daha fazla güç kullanma yahut otoriterleşme yönünde meyletme ihtimalini her zaman için barındırmaktadırlar. Üstelik salgın sonrası yaşanacak siyasi e ekonomik sıkıntılar toplumları daha haşin bir ruh haline büründürebilir. Bu durum ise toplumdaki nefret söylemini yönlendirenlerin başa gelmesi ve toplumsal milliyetçiliğin pekişmesi demek oluyor. Tam olarak geçtiğimiz yüzyıldaki gibi bir ulus-devletler çağı geri gelmese dahi yeni bir milliyetçi söylem çağı bizleri bekliyor gibi gözüküyor.[17]
Tüm bu süreçleri kemale erdirecek olan ise dijitalleşme sürecini tamamlanması olacaktır. Pandemi sonrası evlerine kapanan insanlar var olan düzeni sürdürebilmek adına dijital dünyaya akın ettiler. Bu hızlı adaptasyon dünyanın dijitalleşme noktasındaki endişelerini giderebilmiş gözüküyor. Beklenilenin üstünde bir hızda online eğitimlere, home-office çalışma sistemine geçildi. Pek çok üniversite Google Classroom, Google Meet, Zoom, Skype… gibi uygulamaları kullanarak derslerine devam ederken pek çok şirket de üyeleri ile irtibatı bu şekilde sağlamayı tercih ediyor. Üstelik bu durum sadece toplum seviyesinde kalmış değil, devletler de toplantılarını dijital dünya aracılığıyla yapmaya başladılar. Bu sürece eşlik edecek olan ise dijital/kripto paraların yaygınlaşması olacaktır. Kağıt paraların mikrop taşıdığı söylentisi ile yaratılan panik dahi kripto para kullanma noktasında toplumların alışkanlıklarını değiştirme noktasında yeterli olacaktır.
SONUÇ
‘Yeni Dünya Düzeni’ olarak isimlendirebileceğimiz bir düzene tüm dünya hızla sürüklenirken Türkiye’yi ne gibi durumlar bekliyor olabilir? En başta ifade etmek gerekir ki Türkiye yaşanan tüm bu süreçlerin dışında kalmayacaktır. Salgın ile mücadelenin tahmin edilenden daha uzun sürmesi ekonomiyi olumsuz etkileyecektir. Zaten kötü seyretmekte olan ülke ekonomisi kolay toparlanamayacağa benziyor.[18] Üstelik turizm gibi Türkiye ekonomisinde önemli paya sahip sektörlerin büyük darbe alması oldukça olumsuz bir süreci başlatabilir. Bununla birlikte yaşanan sürecin toplumsal etkileri de olacaktır. Toplumda gittikçe yükselen nefret dili siyaset arenasını şekillendirmeye başlar ise eğer toplumsal yapıda kapanması zor derin yaralara neden olabilir. Aynı süre zarfında milliyetçi bir söylemin daha da yaygınlaşması ve hem iç hem de dış politikayı şekillendirmesi daha da kolay olacaktır.
[1] https://tr.euronews.com/2020/03/11/dunya-saglik-orgutu-covid-19-salginin-pandemi-kategorisine-aldi
[3]‘Bir süreç olarak küreselleşme, küresel ölçekte işleyen ve sınırları aşan ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel etkileşimlerin, karmaşık ve çok boyutlu ağlar yaratarak, dünyanın her köşesini birbirine bağlamasını ifade eder.’ Balta E. (2018). Küresel Siyasete Giriş, İstanbul: İletişim, s.44
[4] Göydeniz S. Koronavirüs (Covıd-19) Pandemisi Sonrası Dünyada Ekonomik Durum. Uluslararası Gözlem ve Stratejik araştırmalar Merkezi Mart 2020 Bülteni, s. 7-10
[8] 14 Nisan itibari ile dünya vaka sayısında ABD birinci iken onu takip eden 5 devlet AB üyesidir. https://coronavirus.jhu.edu/map.html
[9] https://www.sabah.com.tr/dunya/2020/03/27/eski-italya-basbakani-abye-sert-cikti-yilanlar-ve-cakallar-magarasi
[12] https://www.iiss.org/blogs/analysis/2020/04/gstrat-coronavirus-crisis-and-rising-political-risk
[13] 2011 yılında Almanya’daki bir teknoloji fuarında ilk kez ortaya atılan bu ifade üretimde kol gücünün yerini tamamen robotların almasını ifade ediyor.