Abone Ol

“Anadolumuz”a Şairane Bir Bakış

“Anadolumuz”a Şairane Bir Bakış

Nursevde Güleç

 

Derginin bu ayki sayısının “Anadolu” teması üzerine şekilleneceğini öğrendiğimden bu yana dilimde en sevdiğim şiirlerden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sanat”ı var. Bu nefis şiirin varlığından sevdiğim yazarlardan biri olan Ömer Faruk Dönmez vesilesiyle haberdar olmuştum. Yanlış hatırlamıyorsam yazar, sanat üzerine tartışırken bu şiiri konu ediyordu. Şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel bahsi geçen şiirinde sanatın insan ruhunda uyandırdığı her türlü güzel duyguyu Anadolu ile karşıladığı için çok sevdiğim bu şiirin bu yazının konusu olabileceğini düşündüm. Düşündüm ki bu yazıda “Sanat” şiiri üzerinden Anadolu’nun ve Anadolu insanının özelliklerini bir şair gözüyle beraberce inceleyebiliriz. Biraz ortaokuldaki Türkçe derslerinde “Şair burada ne kast etmiş olabilir?” sorusuyla işlenen dersleri de yâd etmiş olacağız. 

Buyurun Anadoluya; Çamlıbel’in deyimiyle “Anadolumuz”a şairane bir bakış: 

 

“Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, 

Bizim diyarımız da binbir baharı saklar! 

Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek, 

İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.” 

 

Verdiğimiz bu ilk kıtadan da anlaşılacağı üzere şairimiz meramını bir karşılaştırma yaparak anlatmayı tercih etmiş. Bir tarafta biz varız, diğer tarafta “sen”. Diğer kıtaları da okuduğumuzda bu üslubun şiirin tamamına hâkim olduğunu göreceğiz. Hatta son kıtada bu soyut kıyaslamadaki tarafını net bir biçimde belli edecek şairimiz. Ama biz şimdiden spoiler vermeyelim. 

 

Bu ilk kıtada şair Anadolu’yu “bizim diyarımız” diyerek tanımlıyor. Bu bizim diyarımız bağrında bin bir baharı saklayan bir diyar anlaşıldığı üzere. Ve yine anlıyoruz ki: Başka diyarların bahçelerindeki çiçekler açık seçik ortadayken bizim diyarımız güzelliklerini bağrında gizler. Hal böyleyken çiçeklerle bezeli bahçeleri sevmenin kolaylığına karşın, saklı güzellikleri bulup çıkarmak; önce o güzelliklerin oralarda bir yerlerde gerçekten bulunduğuna inanmayı, sonra da onları bulup çıkarmak yolunda gerekli sabır ve çabayı göstermeyi gerektirir. Demek ki bu bizim diyar, bizim dimağımıza; güzelliklere inanmak ülküsünü ve omuzlarımıza; o güzelliklere ulaşmak için emek vermek sorumluluğunu yükler. Öyleyse bu diyarın insanı olarak bizlerin burada hayatta kalabilmek için azıcık cevval olmamız da gereklidir. Şair son iki dizede bu cevvalliğin başka diyarlarda nasıl da eğreti duracağını zorluklarla sınanmış “dağda gezen ayaklar”ın, “düz cadde”de incineceğini ifade ederek ortaya koyar. Anadolu’nun hırçınlığına, güçlüğüne alışmış insanın başka diyarlarda yaşayacağı muhtemel sıkıntıları böylece hayalimizde canlandırmamıza yardım etmiş olur. 

 

“Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da,  

Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini. 

Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, 

Bize heyecan verir bir parça yeşil çini.” 

 

Başka diyarların insanı asırlar öncesinden gelen bir mabedin bu ihtişamını görmezden gelip somut bir estetik olgunun peşine düşerken, bizim diyarın insanının tüm güzel duygularını harekete geçirmeye bir sülüs yazı, bir parça yeşil çini dahi muktedirdir. Üstelik bu karşımızdaki insanlar herhangi bir eserdeki sanatsal değeri mütalaa edebilmek için çaba gösterirler ilk mısradan anladığımız üzere. Fakat Anadolu insanı alelade biçimde gördüğü bir sanat eserinin güzelliği karşısında dahi etkilenebilir. Yani onu gözden kaçırmaz. Yani şaire göre Anadolu insanının estetik algısı son derece gelişmiştir. Değil mi ki o, yaşadığı diyarın bağrında saklı baharları bulup çıkarmakta mahirdir öyleyse bir güzelliği fark etmesi için onu aramak zahmetine katlanması gereksizdir. O alelade görünen şeylerdeki güzelliği bile fark edebilmekte, onun karşısında coşku duyabilmektedir. 

 

 

“Sen raksına dalarken için titrer derinden, 

Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin; 

Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden, 

Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.” 

 

Şair bu kez bir balerinin dans etmesi ile bir zeybeğin toprağa diz vuruşunu kıyas ediyor. “Derinden içi titremek” ve “bir kalbin yerinden kımıldanışı” durumlarıyla birbirine yakın iki duygu durumunu ortaya koyuyor. Fakat bu benzer hisler birbirine hiç benzemeyen iki ayrı gösteri esnasında yaşanıyor. Bunlardan biri, kelebeğe benzetilmesinden de anlaşılacağı üzere daha zarif bir özellik taşırken, diğeri için “dağ gibi” denilerek öznenin azameti vurgulanıyor. Takdir edersiniz ki burada ortaya konulanı “Anadolu insanı bale gösterisinde herhangi bir şey hissedemez.” olarak algılamak biraz sığ bir yaklaşım olur. Elbette başka türlü bir gösteriyi sevmek ve bununla da güzel duygular hissedebilmek mümkündür. Fakat burada işaret edilen nokta, ait olduğumuz kültürün niteliğidir. Dünyada başka güzellikler de vardır. Ama tüm güzellikler içinde bize güzellik olarak görünen budur denmektedir. 

 

“Fırtınayı andıran orkestra sesleri, 

Bir ürperiş getirir senin sinirlerine; 

Istırap çekenlerin acıklı nefesleri, 

Bizde geçer en hazin bir musiki yerine!” 

 

Buradaki karşılaştırmanın özünde Anadolu insanının çilekeşliği yatıyor. Bu topraklar üzülmek için kurguya ihtiyaç duymayanların diyarı. Bu insanlar içlenmek için hakiki enstrümanlarla icra edilen bir eserden ziyade, varlığın en hakikisi olan insandan peyda olan acıklı nefeslere sahip diyarın insanları. Geçmişten günümüze yokluk çekerek, acı, hasret çekerek gelen tüm bunlara rağmen bakışındaki güzelliği, kalbindeki titremeyi kaybetmeyen Anadolu insanı elbette kederini en azından acı soluğuyla dışarı akıtmaktadır. Planlanmış, masraf edilerek ortaya konan başka türden bir musiki onun için lükstür. Fakat musikinin tüm etkilerini ıstırapla solunan acıklı nefesinde görmektedir. 

 

“Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun, 

Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini; 

Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun, 

Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini.” 

 

Senin cansız bir nesnede aradığın her şeyin belki de kat kat fazlasını biz birbirimize baktığımızda görürüz. Üstelik sende gözde gerçekleşen, gözde kalan şeyin karşılığında biz ruhumuzla ve tüm benliğimizle hissederiz. 

 

“Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken, 

Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz; 

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken, 

Sana uğurlar olsun ayrılıyor yolumuz.” 

 

Ve nihayet şairin noktayı koyduğu yerdeyiz. Bana göre her bir dizesi ayrı güzel olan bu son dörtlükle beraber şairimiz başta da ifade ettiğimiz gibi Anadolu’yu sanatsal zevklerin en üstününü yaşatan bir coğrafya olarak tanımlıyor. Ve onlarla bizim aramıza kesinkes bir çizgi çekiyor. Seni etkileyen şeyler ve bizi etkileyen şeyler, senin gezdiğin bahçeler ve bizim arşınladığımız yollar farklıdır diyor şiirin tümünde. Ama bunu söylerken kendisi gibi olmayanı taşlamıyor. Tam tersine onun o haliyle varlığını sürdürmesiyle şairin ve aslında Anadolu insanının bir derdi yok. Yalnız yolun ayrılığını bilmek ve bildirmek düşüncesinde. Zaten uğurlar olsun diyerek iyi dilekte bulunması bunu net biçimde ortaya koyuyor. Sonuç itibariyle Faruk Nafiz Çamlıbel’in sihirli sözü üzerinden bendenizin fark ettiği Anadolu ve Anadolu insanı tanımı böyle. Fakat bu çıkarımlar bu konuda söylenebilecek her şeydir demek elbette ki mümkün değil. Çünkü zaten şairimizin kendisi “yazılmamış bir destan gibidir Anadolumuz” diyerek söylenenlerin Anadolu’nun varlığı ve ifade ettiği değer karşısında bir hiç mesabesinde olduğunu itiraf ediyor. 

 

 

YAZAR HAKKINDA
Nursevde Güleç
Nursevde Güleç
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN