Abone Ol

Ailesiz Toplumun, Çocuksuz Ailenin Alt yapısı: İstanbul Sözleşmesi

Ailesiz Toplumun, Çocuksuz Ailenin Alt yapısı: İstanbul Sözleşmesi
Ahmet Hakan Çakıcı

 

İstanbul Sözleşmesi bir taraftan “çocuksuz, haz yönelimli” farklı aile formlarını (LGBTİ+ birlikteliklerini) meşrulaştırıp korumaya alırken, diğer taraftan da “çocuk yönelimli aile”[1] formunun önünü kesmeye, “uzun süreli kadın erkek birlikteliğini” imkânsız kılmaya çalışır. Bunu da kadınla uzun süreli beraberliğe yanaşan erkeği sürekli cezalandırarak/döverek yapar:

  1. Evlenen erkeğin cezalandırılmasında en önemli enstrümanın, İstanbul Sözleşmesi’nin 4. maddesiyle[2] kabul edilen “kadının korunması“ söylemi çerçevesinde “erkeğe yapılacak ayrımcılığın ayrımcılıktan kabul edilmemesi” prensibinin devlet politikasına dönüştürülmesi olduğu kanaatindeyiz. Dikkat edilirse burada ayrımcılık yapılacak erkek; gay, trans veya hovarda erkek değildir. LGBTi+ formlar zaten İstanbul Sözleşmesi ile koruma altına alındığından[3] onlara ayrımcılık yapılması söz konusu olamaz. Ayrımcılık yapılacak olan erkek; eşcinsel ilişkiyi reddeden, ahlak, erdem, namus, şeref vs. talebi olan, aile babası olmayı kabul eden erkektir.
  2. Sözleşme, “0”  yaşına kadar kız çocuklarını “kadın” sayarak[4], “0” yaşına kadar kızların cinsellik serbestliğini babalarına, kocalarına, çocuklarına, dine, geleneğe ve topluma karşı koruma altına alıp, onlara “özgür seksin” yolunu açarken, medya ve çevre üzerinden bitmez bir cinsel kışkırtmaya maruz bırakılan gençlerin, helal dairesinde evlenmelerine müsaade etmez. Kadın, cinsel yaşama ne kadar erken başlarsa başlasın veya nikâhsız birliktelikten dolayı kaç yaşında kürtaj olursa olsun “çocuk” sayılmazken;  iş evlenmeye, helal dairesinde birlikteliğe geldiğinde 18 yaşına kadar “çocuk” sayılır ve evliliğe müsaade edilmez. 18 yaşını tam doldurmamış bir kızla evlenen erkek 7 yıldan 50 yıla kadar cezaevine atılabilir. Üstelik toplum içindeki sıfatı “çocuk tecavüzcüsü” olmuş ve toplum içindeki itibarı bitirilmiştir. Mesela 2016 yılında Şanlıurfa’da “Kocam bana beni senedir tecavüz ediyor. Beni zorla hamile bıraktı. İlk gece cinsel ilişkide bulunacağımı bilmiyordum” diyen bir kadının iddiaları savcı tarafından çelişkili ve mesnetsiz bulunup davanın reddi istenmesine rağmen, “kadının beyanı esastır” denilerek “aile içi tecavüzden” kocaya 18 yıl hapis cezası verildi.[5] Bu davada kadının ahlaken ve ruhen ne durumda olduğunu veya gerçekte hangi saikle hareket ettiğini bilmiyoruz. Ancak kocanın 18 yıl “tecavüzcü koğuşunda kalmak üzere” ceza aldığını biliyoruz.
  3. 18 yaşın altında kadınla evlenen erkek direkt cezaevine atılırken, 18 yaşın üzerindeki kadınla evlenen erkek, TCK’ya eklenen “evlilik içi tecavüz”[6] suçu kavramı ile gerdek gecesinden itibaren “kadının beyanı esas alınır”[7] ilkesi ve onu daha da güçlendirmek için eklenen  “ispatla yükümlü de değildir”[8] hükmü ile hiç bitmeyecek bir tehdidin altına sokuldu. Bir gün kadının psikolojisinin bozulması, kin, intikam, yalan veya iftiraya yönelmesi tehdidi, giyotin gibi aile babası erkeğin başının üzerinde dolandırılmaya başlandı.
TCK 102. Madde’de normal tecavüz vakaları için 12 yıldan az ceza alamaz denilirken, kocanın karısına tecavüz suçu için -bir arada yaşama zorunluluğu bahane edilerek[9]- 18 yıldan az ceza alamaz denilir. Tecavüzde bile erkeğe,“Mahremine gitme, başka kadınlara tecavüz et! Daha az ceza al!” mesajı verilir.

  1. Evli erkek, “Kadının beyanının esas kabul edilmesiyle[10]  sokağa veya kadının “ispat etmesi gerekmeyen” bir “aile içi tecavüz” iftirası ile cezaevine atılma tehdidinin altına sokulur. Hukukun en temel ilkesi olan “Suç ispat edilene kadar masumiyet” kaidesi ters yüz edildiğinden suçlu olmadığını ispatlamak erkeğe bırakılır. Ancak suç ispat edilebilir, suçsuzluk ispat edilebilecek bir şey değildir[11]. Böylece erkeğin, kendini taraflı ilan etmiş olan, tek taraflı bir adaletten bekleyebileceği ümidi yok edilmiş olur.
Şu an kocasına kızarak 20 senelik evliliğinin ardından, intikam duygusu ile “bana 20 senedir zorla, bulunmak zorunda olduğum bir ortamda, sistematik tecavüz ediyor” diyerek kocasını 50 yıla kadar ceza evine attırmak isteyebilecek bir kadının önünde hiç bir engel yok.  (“Aile içi tecavüz kavramı” İngiltere Yüksek Mahkemesince “Cinsellik bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın giderilmesi için gidecek başka alternatifi olmayan erkeğin eşiyle cinsel ilişkiye girmek istemesi İnsan Hakkıdır” denilerek reddedilmiştir.[12])

Aile babası erkeğin cezalandırılması için bir suç işlemiş olması da gerekmez; İstanbul Sözleşmesi bu konuda “... Kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet anlamına gelir.[13]” diyor. Yani kadın “moralimi bozdu” derse psikolojik şiddet, “bardak kırdı” derse ekonomik şiddet olur. Hatta “Yapmadı ama muhtemelen moralimi bozacaktı veya bardağı kıracaktı, öyle tahmin ediyorum, bana öyle geldi  derse de erkek cezalandırılıp evden atılıyor. Çünkü 6284’nolu kanun “erkeğin sert bakışını” bile şiddet olarak yorumluyor. Sert bakışı yorumlamayı da kadına bırakıyor.

  1. İstanbul Sözleşmesi, “kadının beyanı ile erkek, ivedilikle evden uzaklaştırılır” derken, erkeğe ev hayvanları kadar kıymet vermez.[14] Ev hayvanının evden atıldığında gideceği yeri olmadığını fark eden sistem, özellikle Müslüman erkeğin gidebileceği yerinin olmadığını fark edemez. Ailesi, çocukları, komşuları, dostları önünde izzeti ve onuru kırılan erkekler genelde evlerine hiç dönmez ya da dönseler bile kısa sürede aile dağılır. Rusya’da bir bakanlık görevlisinin 1,5 sene uygulamanın ardından ilgili kanunun iptal edilmesine gelen eleştirilere verdiği “psikolojisi bozuk birkaç hanımı tatmin etmek için aile kurumunu dağıtamayız” cevabı kanaatimizce üzerinde düşünülmeye değerdir.
  2. İstanbul Sözleşmesi kadının pişman olup, şikâyeti geri çekme hakkını da elinden alır. Erkek eve dönemez.  İstanbul Sözleşmesi diyor ki; “...  Şikâyette bulunulmasına bağlı olmamasını ve mağdur şikâyetini veya ifadesini geri alsa bile kovuşturmanın devam etmesini sağlamak üzere...”[15] Yani kadın, “erkeği evden atarken” güvenilir ve güçlü biri olup, beyanı esas kabul edilirken, erkekle beraberliğine geri dönmek istediğinde, "kadın gücünün" arkasındaki kudret ortadan kaybolur ve kadın ne istediğini bilmeyen, beyanının hiç bir hükmü olmayan, güvensiz, aciz birine dönüşür.
  3. Ancak erkeğin cezalandırılabilmesi ve birlikteliğe ara verilmesi için “kadının şikâyet etmesine de gerek yok” diyor İstanbul Sözleşmesi; “Kadın, erkekten şikâyet etmiyorsa, mutlaka erkekten korktuğu için şikâyet etmiyordur” şüphesini bahane ederek: Hizmetlerin sunumu mağdurun fail hakkında şikâyette bulunması veya aleyhinde tanıklık etmesine bağlı olmayacaktır.[16]hükmünü getirir. Yani kadın, “Biraz tartıştık sesimiz yükseldi, hepsi bu. Şikâyetçi değilim. Mahkemeye de çıkmam, aleyhinde şahitlik de etmem. Size ne?” dese de erkek cezalandırılır, diyor sözleşme. Sözleşmenin “hizmet” dediğinin, erkeğin kadına yaklaştırılmaması olduğunu da hatırlatalım.
  4. İstanbul Sözleşmesi, “kadın, şiddet ortamına çevre baskısı sebebi ile dönüyor” bahanesinden hareketle parçalanmakta olan aile yeniden birleşmesin diye de, tedbir alır ve şiddet döngüsünü kırma adına, çiftlerin arasını yapabilecek uzlaşmacılara da yasak getirir. Devlet,  “...uzlaştırma da dahil zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır[17] der ve uzlaşmacılık yapan sivil biri ise 15 günden 3 aya kadar, resmi kolluk kuvveti ise 3 yıla kadar ceza önerir. Bu konuda kolluk kuvvetlerine de sorumluluk yükler.[18]. Yani olur da polis memuru, “Ablam, yıkma yuvanı” gibi bir cümle ağzından kaçırırsa cezası 3 yılı bulur.
  5. Boşanan kadına ödenen astronomik tazminatlar ve ömür boyu süren nafaka[19] uygulamaları evlenmeye niyetlenen erkeğe yönelik ekonomik tehditlerdir. Erkeğin bir haftalık evliliğinin ardından tüm servetini tazminat diye kaybetmesi ve bütün ömrünü nafaka adı altında borçlanması[20], pekâlâ mümkündür. Diğer taraftan zinaya hiçbir suç veya ceza tanımlanmazken -çok kısa süreli bile olsa- evlenen erkeğin boşandığında ömür boyuna varan nafaka cezasına mahkûm edilmesi, egemenlerin erkeğe gösterilen yolu yeterince işaret eder kanaatindeyiz.
  6. Çocuk velayeti davalarında babanın çocukla kuracağı ilişkiye hiçbir önem atfedilmemesine, her şart altında çocuğun velayetinin kadına  -seks işçisi, metres, eşcinsel, genelevde veya birçok erkekle aynı evde, aynı anda yaşayan biri bile olsa- verilmesinin[21] ve annenin babayı çocuk üzerinden cezalandırmasına, babaya yabancılaştırmasına müsaade edilmesine, evlenen erkeğin cezalandırılma sürecinin devamı olarak bakıyoruz.
  7. Ancak erkekler açısından evlenmemek de sorunu çözmüyor. Çünkü İstanbul Sözleşmesi beraberliği partnerler üzerinden tanımlayınca[22] kadınla uzun süreli beraber olan erkeğin cezalandırılması için ortada herhangi bir akit bulunmasına da gerek kalmadı. (İstanbul Sözleşmesi dayanak alınarak Ankara’da[23], 3 ay beraber yaşayıp ayrılan üniversite öğrencisi sevgililer aile sayılıp, erkeğe nafaka cezası verildi.[24] (Kadın da erkek de işsiz, öğrenci ve kendi sorumluluklarını alabilecek birey olmalarına rağmen sadece erkeğin cezalandırılması ile erkeğe yapılan ayrımcılık yine görmezden gelindi.) Böylece erkeğe kadınla, gecelik veya ücretli ilişkilerden başka güvenli bir alan bırakılmamış oldu.
  8. Kadınlardan uzaklaştırılan, kendi yuvalarından atılan ve genellikle kalabilecekleri bir başka evleri ya da partnerleri olmayan; toplumun, ailesinin, arkadaşlarının ve çocuklarının önünde küçük düşürülmüş, aşağılanmış, çaresiz bırakılmış erkeklerden gelen şiddet, bu uygulamalar ile azalmadı[25] tam aksine öldürülen kadın sayısı arttı.[26]  (Babanın kendi çocukları önünde sokağa atılmasının, aşağılanmasının çocukların üzerindeki etkisi meselesi işin başka bir boyutu.)
Sözleşmenin kadınla beraber bir hayat kurmaya kalkan erkelere yönelik;  “kadının, her an psikolojisinin bozulması, kıskançlık, hırs ya da intikam duygusu ile erkeği, senelerce tecavüzcü koğuşuna atılabileceği, ekonomik olarak tüketebileceği, mal varlığına ya da maaşına el koyabileceği, çocuklarını kendisine haram edebileceği bir birliktelikten uzak dur.” mesajı olduğu kanaatindeyiz.

Bütün bunlara sebep ise kadının, erkeğe güvenip uzun süreli beraberlik kurduğuna inandığında çocuk yapmak istemesidir. Geçe bırakılmamış evlilikler de ise çocuk sayısı artar. (Ya da çocuğunu kürtaj ile öldürmeyip, yaşamasına müsaade eder.) Kadın gündelik ilişkilerin neticesinde çocuk yapmaya razı olmuyor.

Nihai olarak bu düzenlemelerin, her türlü sapkın ilişkiyi (lezbiyen, gay, trans, biseksüel, ensest, pedofili, zoofili, nekrofili gibi) meşrulaştıran ancak erkeğin kadınla uzun süreli beraberliğini marjinalleştirerek imkânsız, ulaşılmaz, tehlikeli kılarak; çocuk yapımını ailenin kontrolünden çıkararak, bir üretim nesnesine/ürüne dönüştürecek ve egemenlerin iznine tabi kılacak bir sürecin hazırlığı olarak okunabileceği kanaatindeyim.

 

 

 
[1] Tanımlama Jack Goody’den alınmıştır.

[2] İstanbul Sözleşmesi 4. Madde: Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için gerekli olan özel tedbirler, hali hazırdaki Sözleşme kapsamında ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir.

[3] İstanbul Sözleşmesi 3/c ; ’toplumsal cinsiyet’’ belli bir toplumun kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.

[4] İstanbul Sözleşmesi 3-f : ’kadın’’ kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da içerir

[6] Madde 102- (Değişik: 18/6/2014-6545/58 md.)

(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.

[7] Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2001/01496E. ve 2002/00310K. sayılı kararı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2003/4048E. ve 2004/2528K. sayılı onama kararları.

[8] 18 Ocak 2013 tarihli 6284 sayılı kanunun uygulama yönetmeliği madde 30/3 :"Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.

[9] TCK Madder 102 e Bendi : İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

[10] Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2001/01496E. ve 2002/00310K. sayılı kararı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2003/4048E. ve 2004/2528K. sayılı onama kararları

[13] İstanbul Sözleşmesi 3/a :  “kadına yönelik şiddet’’ kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali olarak anlaşılmaktadır. İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin baskı veya rastgele özgürlüğünü engelleme de dâhil kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet anlamına  gelir.

[15] Taraflar, işbu Sözleşmenin 35, 36, 37, 38 ve 39. maddeleri uyarınca belirlenen suçların soruşturulması veya kovuşturmalarının; suçun o bölgenin tamamında veya bir kısmında işlenmesi durumunda, suçun mağdur tarafından bildirilmesi veya şikâyette bulunulmasına bağlı olmamasını ve mağdur şikâyetini veya ifadesini geri alsa bile kovuşturmanın devam etmesini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.

[16] İstanbul Sözleşmesi 18/4: Hizmetlerin sunumu mağdurun fail hakkında şikayette bulunması veya aleyhinde tanıklık etmesine bağlı olmayacaktır.

[17] İstanbul Sözleşmesi Madde 48.1: Taraflar, işbu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.

[18] İstanbul Sözleşmesi Madde 50.2: Taraflar, işlevsel tedbirlerin alınması ve kanıt toplama da dahil olmak üzere, kolluk kuvvetlerinin işbu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddetin önlenmesinde ve mağdurların korunmasında acil ve yerinde müdahale etmelerini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.

[22]İstanbul Sözleşmesi 36. Madde 3. Taraflar, 1. paragrafta yer alan hükümlerin iç hukuk tarafından tanındığı şekliyle eski veya şu anki eşe veya partnerlere karşı işlenen eylemler için geçerli olmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alacaklardır.

[24] Mahkemenin kararına dayanak yaptığı İstanbul Sözleşmesi'nin 3/b bendi şöyle:

“‘Aile içi şiddet’, aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir.”

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Hakan Çakıcı
Ahmet Hakan Çakıcı
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN