Abone Ol

Afrika Üzerine Dersler

Afrika Üzerine Dersler

İ.Mansur Özdemir

1. Mülahaza ‘Afrika Diye Bir Yer Yoktur!’

            Zihin ve idraklerimiz toptancı bakmaya bazen fazla alışıyor. Afrika deyivermek kolay geliyor. Aynileştiren bu toptancı yaklaşım özgün olanla buluşmamıza mani olmaya ve gerçeği tehir etmemize katkı sağlamaktan başka bir işe yaramıyor. Afrika diye bir yer yoktur demek oldukça tahrik edici olsa da bir gerçeği bize hatırlatmak için iyi bir başlangıç. Zira devasa Afrika kıtasında onlarca ülke, yüzlerce kültür ve toplum çeşidi olduğunu, yüzlerce dil konuşulduğunu hatırlatan iyi bir başlangıç noktasına ihtiyacımız olduğu kesin. Sadece Etiyopya’da doksan dil konuşuluyor ve bir o kadar da etnik grup var. O halde Afrika ile temas ettiğimiz bu günlerde toptancı yaklaşımları bırakarak Afrika’nın çeşitliliğine temas etmeyi başarmak zorundayız.

            Sosyolojik çalışmalara da kaynaklık eden antropolojik uygulamalarda Batı toplumlarının büyük bir mesafe aldığı bilinen bir gerçek. Bugün bölgesel ve spesifik çalışmalarla Batı dünyası Afrika’daki antropolojik ve sosyal gerçekliğin farkında olma aşamasını da aşarak yapılandırıcı sosyal uygulamalarını gerçekleştiriyor.

            O halde; bir coğrafyaya dokunmak için önce anlamak, anlamak içinde dokunmak gereklidir. Bu da ancak uzaktan ve toptancı yaklaşımları terk etmekle mümkün olabilecek bir durumdur.

            2.Mülahaza ‘Afrika’ya Dokunmada Epistemik Ahlak’

            Son dönemde ülkemizden Afrika’ya pek çok kuruluşun ve insanımızın belli amaçlarla gittiği görülüyor. Batı propaganda aygıtlarının üstün! gayreti ile idraklerimiz ‘Yamyam ve Kültürsüz Afrika!’ telakkisi ile örselendiğinden bir apriorik ‘ön bilgi/algı’ ile dokunuyoruz. Batı’nın Afrika’yı paylaşmamak ve insanlığı oradan uzak tutmak amacıyla yaptığı küçük bir illüzyon. Yoksul ve kültürü olmayan bir Afrika imajının tüm dünyaya pazarlanması Batı orijinli bir etki operasyonundan başka bir şey değil. Kültürün bulunmadığı! Afrika’ya herkeste bir kültür transferi gayreti. Ne bitimsiz bir arzu!

            Afrika tartışmasız dünya medeniyet serüveninin ilk halkasını oluşturmaktadır. İnsanlık tarihinin yazıldığı bu coğrafya kültürün ana ocağı ve ana kucağıdır. Her coğrafyanın kendi kültürel ve tarihsel bağlamının var ettiği bir mimarî ve sosyal servete sahip olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Bu sebeple Afrika’ya giderken bu muazzam kültürel varlığın anlaşılmasına yönelik gayretin öne çıkması çok değerlidir. Her kültür kendi bağlamı içinde ele alınmalıdır. Batı uygarlığının Afrika coğrafyasında var ettiği en büyük kötülük, kültürel emperyalizm eliyle var ettiği büyük tahribattır. Bu nedenle yardım ve imar amacıyla gidilen bölgenin kendi bağlamı yeterince anlaşılmaz ise iyi niyete rağmen emperyalist bir tesir oluşturulabilecektir. Bir coğrafyanın kendi gerçekliği dışında, başka bir kültür tarafından hegemonik bir etkiye muhatap bırakılması değişimleme ve kültürleme faaliyeti kapsamında ele alınır. Bu türden dışsal bir değişim müdahalesi kültürel şok ve yabancılaşmaya sebep olacak bir emperyalist çaba olarak algılanmalıdır. Her türlü emperyalist tutku kötüdür ve zararlıdır. Emperyalist tarafın niyetinin iyi ya da kötü olması da durumu kurtarmayacaktır.

            Örneğin ilk defa Afrika’da çalışma yapan bir yardım derneği gönüllüsünün ‘luh’ yani levhalar üzerine yazı yazan hafızlık öğrencilerini görerek, bunların yoksulluktan kaynaklı bir nedenle levhaya yazdıklarına inanması ve bunun neticesinde ilk iş olarak bir defter kampanyası düzenlemesi ve bölgeye binlerce defter göndermesi, özü itibariyle iyi niyetli bir yanlıştır. Zira medrese öğrencilerinin luh’lar üzerine yazarak ezber yapmaları yoksulluktan değil, teamüller ve pedagojik yöntemlerden kaynaklanmaktadır.

            Bir başka örnek ise ülkemize ait kubbeli bir camii mimarisi ile ve yüksek teknoloji gerektiren aygıtlarla donanmış bir camiinin Afrika’ya yapılması gayretidir. Her kültür ve tarihsel deneyim kendi mimarisini de inşa eder. Her mimarî bölgesel materyaller üzerinden kendini var eder. Bir bölgede ağaç çoksa ağaç üzerine bir mimarî eğilim oluşurken, eğer taş uygun çoksa; bölgede mimarî materyallerle taş eserler ortaya çıkacaktır. İklim yapısı da kendi korunaklı mekânlarını oluşturur. Afrika’da bir bölgenin bölgesel mimarî karakterini ihmal ederek yapılan yapılar iyi niyetli bir emperyalist dokunuştur. Sıcak bir çöl ikliminde yüksek kubbeli ve bol pencereli bir cami, yapanı psikolojik olarak tatmin ederken ağır çöl ikliminde kullanışlı olamayacaktır.

            Tarihsel olarak temas içinde olduğumuz Afrika ile geçmişte nasıl bir ilişki kurulduğunu anlamak bugüne dair bir öneri imkânı oluşturabilecektir. Örneğin Osmanlı siyasal aklının Afrika ile temasında en dikkatli davrandığı nokta emperyalist bir görünüm içinde olmama gayretidir. Bu durum siyasal tutum ve toplumsal ilişkiler yanında, bölgede bugün de görülebilecek mimarî uygulamalarda da tespit edilebilir. Osmanlı döneminde Afrika ve Asya’daki tüm imar hareketlerinde bölgelerin kendi mimarî çizgileri itina ile korunmuştur. Küçük kültürel katkılar verilmişse de ana mimarî hat ve bölgesel çizgi dikkatle korunmuştur. Bu durum sadece mimaride değil, siyaset, yönetim, etkileşim, dil ve kültürel başlıklarda da aynı ile uygulanmıştır. Bu yüksek idrak Afrika üzerine çalışma yapan tüm yapılar için temel hareket noktası olabilecek niteliktedir.

            3. Mülahaza ‘ Afrika Fakir Değil Zengindir’

Afrika’nın önemli ilim adamlarından ve sosyologlarından biri olan Prof. Dr. Ali Mazrui Afrikalılar isimli kitabında Afrika’yı dünyanın en zengin kıtası olarak anlatırken şu ifadeleri kullanıyor. “Afrika dünyanın en nimetlendirilmiş coğrafyasıdır. Gece dışarıda uyuyakalsanız ve parmağınız toprakla buluşsa sabaha kök salmış olarak uyanırsınız. Etrafınızda çeşit çeşit meyveler ve pek çok av hayvanı ile dünyanın en mümbit coğrafyasıdır.” Bu yaklaşım, bugün gördüğümüz manzaranın tam tersi bir Afrika resmi ortaya koymaktadır. Peki, dünyanın en zengin ve mümbit coğrafyası iken ne olmuştur da Afrika dünyanın en fakir coğrafyasına dönüşmüştür.

Afrika büyük bir saldırının muhatabı olmuştur. Batı dünyasının ham madde ve ucuz iş gücü bulma arzusu ile başlayan ihtiraskâr süreci, hırpani bir sömürgecilik olarak tezahür etmiştir. Bu coğrafyaların yağmalanması ile ortaya çıkan kaynaklarla modern dünya inşa edilmiştir. Bir tarafın kaynaklarını -ç/alarak bir başka dünyanın inşası,  ne kadar da acımasız geliyor insana. İki yüzyıl boyunca tüm maddî varlığı sömürülmüş bir zengin coğrafyadır Afrika.

4. Mülahaza ‘İnsani Yardım’dan İnsani İnşa’ya’

Maddî varlıkları yanında, insan kaynağının da sömürülmesi ile Afrika derin bir sessizlik ve yoksulluk sendromunun içine sürüklenmiştir sömürgeciler eliyle. Bu sömürge sürecinin bir çıktısı olarak ilk göreceğiniz manzara açlık ve yoksulluktur.

İlk bakışta yoksulluk temelinde acil bazı ihtiyaçları görürsünüz. Gıda, temiz suya erişim, sağlık sorunları, barınma ilk dikkatinizi çeken sorunlardır. Fakat biraz dikkatle bakarsanız bölgede asıl sorunun yapısal olduğunu ve acil yardım alanları dışında yapısal sorunlarla uğraşmanız gerektiğini fark edersiniz. Zira Afrika’da en öncelikli sorun alanı insandır. İnsan için ise en zor durum sömürgecilerin Afrika’ya bıraktığı bir hediyedir! Çaresizlik Sendromu.

Çaresizlik Sendromu, insanın en derin girdabıdır. Küçük bir analoji yaparak durumu daha net anlayabiliriz. Bir fili evcilleştirmek için küçük bir yavru iken bir kazığa bağlarlar. Biraz gayret eden fil başaramayınca bu duruma teslim olur. Kazığı yerinden oynatamayacağına inanmış fil, kocaman olduğunda da kazığı yerinden sökemeyeceğine teslim olmuş olur. İşte çaresizlik sendromu yenilginin baştan kabul edilmesi ile yaşarken ölmektir. İnsan eliyle insana hediye edilen bir illet olan bu durum, var olabileceğine, üretebileceğine ve makûs kaderin değiştirebileceğine olan inancın örselenmesi anlamına da gelir. Aslında sömürgeci güçlerin Afrika’ya hediye ettiği bu en büyük travma bugün Afrika’yı yiyip bitirmektedir.

Yapılan insanî yardımlar geçici faydalar oluştursa da acil sorunlara karşı alınan tedbirlerin hemen ardından yapısal çözümler düşünülmek zorundadır. En temel çözüm ise “insan”a yönelmektir. Afrika’nın bugün en büyük ihtiyacı makûs kaderi yıkacak insan kaynağının var edilmesidir.

Afrika’nın yeniden ve en güçlü bir şekilde var olması için idealist ve oldukça kabiliyetli genç insanlar ortaya çıkmaktadır. Fakat Afrika’nın aslında en önemli sorunu olan eğitim sorunu karşısında hareket edememektedirler. Zira Afrika’da en temel sorun alanı eğitimdir. Bu sebeple sömürgeci unsurlar sömürge faaliyetlerini sürdürmek amacıyla okullar açmaktadırlar. Afrika’nın makûs kaderini yıkma çabası içinde olan Afrika insanı, tekrar sömürgeci unsurlar eliyle açılan okullara gitmek zorunda bırakılmaktadır. Bu sömürgeciliğin devamını sağlamaya yönelik bir faaliyetten başka bir şey değildir. Sömürgeci güçler, coğrafyanın kendi din ve değer sistemini, demografik dokusunu değiştirmeye yönelik çabalarına eğitim yoluyla didoktrinasyon faaliyetini de dâhil ederek Afrika’daki varlıklarını sürdürme eğilimi içindedirler.

Acil yardım programı çerçevesinde kuraklık yaşanan bölgelerde gıda yardımı, sağlık izleme programları, temiz suya erişim amacıyla yapılan çalışmalar, imar faaliyetleri gerçekleştirilebilir. Afrika’nın en önemli yapısal probleminin eğitim konusu olduğunun bilinci ile bölgede pek çok eğitim çalışması da gerçekleştirilmelidir. İnsanî yardım, yapısı gereğince geçici ve acil durumlarda değerli bir yardım modelidir. Afrika’nın kaderini değiştirmeye talip bir insan kaynağı var etmek büyük değişimleri temin edebilecektir.  

Bu makus talihi yeniden yazmak en çok biz Müslümanlara yakışacaktır. İslam’ın insanı ihya ve inşa eden hikmeti ile insandan topluma doğru bir büyük değişimi başlatmak Afrika’ya yapılacak en büyük hayır olacaktır.

YAZAR HAKKINDA
İsmail Mansur Özdemir
İsmail Mansur Özdemir
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN