Abone Ol

Soruşturma-1: İngiltere ve Avrupa Birliği

Soruşturma-1: İngiltere ve Avrupa Birliği

Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol

Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (USGAM) Başkanı

Anadolu Gençlik: İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkmasına yönelik yapılan referandum ve sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. M. Seyfettin Erol: Bu süreç ilk olarak ABD'ye rağmen İngiltere'nin uluslararası yeni yapılanmada daha etkin bir rol alma iradesinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla burada II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Amerikan hegemonyasının ve ABD'nin Avrupa'daki nüfuzunun önemli garantörlerinden biri olan İngiltere sacayağının çekilmesi ve Amerikan hegemonyasının burada bir darbe alması söz konusu. ABD ile ilişkileri bağlamında ABD'nin etkisinden kurtulmaya çalışan, onun mevcut zayıf durumundan istifadeyle küresel güç olmak isteyen bir İngiltere var.

İkincisi, İngiltere bu kararıyla birlikte artık AB içerisindeki mevcut varlığıyla, politikalarıyla Almanya'yı engelleyemeyeceğini gördüğünden dolayı -çünkü Almanya'nın sahip olduğu enstrümanlara sahip değil- Avrupa'yı Almanya gerçeğiyle yüzüstü bırakmaya yönelik bir politika izleme kararı almış görünüyor. Böylece İngiltere, Avrupa siyasetinden çekilmek suretiyle Almanya gerçeğini, tehdidini göstermeye çalışıyor. Avrupa'daki denge siyasetinden çekilerek orta vadede Avrupa ve Almanya'yı karşı karşıya getirmeye yönelik bir politika. Almanya'nın bir enstrüman olarak kullandığı AB'ni bu şekilde zayıflatmaya çalışıyor.

Bir de şöyle bir husus var: İngiltere, Almanya'nın izlediği politikalardan çok emin değil. Özellikle Almanya-Rusya ve Almanya-Çin arasındaki yakınlaşmalar, Avrasya bazlı yeni bir uluslararası saflaşmayı gündeme getiriyor gibi. Bu saflaşmada Almanya-Rusya-Çin olasılığına karşı İngiltere de bir takım tedbirler alıyor. Burada da ABD, İngiltere, Japonya gibi aktörlerin Avrasya aktörlerine karşı kuşatıcı bir rol alması beklenebilir. Ama burada ABD hegemonyasının bir parçası değil de ABD ile birlikte hareket eden bir güç merkezi olarak, daha eşit şartlar altında hareket etmek isteyen bir İngiltere'den bahsedebiliriz.

Bunun bir anlamı da şudur: İngiltere, başta Orta Doğu olmak üzere eski sömürgelerine dönmeye çalışacaktır. Bu da ABD ve İsrail ile yeni sorunlar anlamına gelecektir. Bunun bir ucu Türkiye ile ilişkilerine de uzanabilir.

 

A.G: Türkiye'nin AB ve İslâm ülkeleriyle ilişkileri açısından bu gelişmeleri nasıl değerlendirmeli?

Prof. Dr. M. Seyfettin Erol: İngiltere'nin bu ayrılması şuna da işaret ediyor: Devletler kendi tarihi potansiyellerine ve arka planlarına tarihsel kozlarla dönerek tekrar güç olmaya çalışıyorlar. İngiltere de eski sömürgeleri üzerinden ABD'nin zayıflayan ilişkilerine bağlı olarak oralarda ABD ile birlikte hareket eden bir güç olarak ön plana çıkmaya çalışıyor.

Eğer Tükiye de bunu değerlendirebilirse, kendi tarihsel coğrafyasına dönemek için bir fırsat söz konusudur. Çünkü burada artık tek başat güç yok. ABD'nin hegemonyasının zayıflaması, bu potansiyele sahip ülkeler için böyle bir fırsatı gündeme getirmiş durumda. Avrupa'da bunu değerlendiren iki ülke var: İngiltere ve Almanya. Bu iki ülke aslında ABD hegemonyasından çıkmaya çalışıyorlar.

 

A.G: Bunu Orta Doğu'daki ilişkiler açısından mı dile getiriyorsunuz, genel olarak mı?

Prof. Dr. M. Seyfettin Erol: Genel anlamda söylüyorum. Dünyadaki genel trend, devletlerin ABD hegemonyasından çıkarak onunla daha eşit ilişkiler kurmaları yönünde. İngiltere ve Almanya bunun örnekleridir. Türkiye'nin durumu da onlardan çok farklı değil. Türkiye de kendi bölgesinde, tarihsel coğrafyasında etkin bir güç olmaya çalışıyor. Bu yüzden bu ayrışmalar Türkiye'nin ABD karşısında da elini kuvvetlendiriyor. Çünkü ABD elinde olan enstrümanları, ittifakları kaybetmeye başlıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin pazarlık yapma imkânı daha da artıyor.

 

A.G: Bu şartlar altında Kıbrıs konusunda İngiltere'nin de rolünü göz alarak değerlendirirseniz Türkiye açısından nasıl bir gelişme bekliyorsunuz?

Prof. Dr. M. Seyfettin Erol: Bu konuda Türkiye uygun bir şekilde hareket ederse Kıbrıs konusunda da avantaj sahibi olabilir. Çünkü AB'ndeki bu ayrışmalar, AB'nin siyasî gücünün de azalmasına neden oluyor. Kıbrıs'ta belirli bir dönem İngiltere ön plandaydı, sonra ABD ve daha sonra AB siyaseten etkin olmaya başladı. Şimdi AB siyaseten zayıflamaya başladı. Bunun yerini kim alacak? Bu aktörlerin dışında bir tarafta Rusya var, diğer bir tarafta da İsrail var Kıbrıs üzerinde etkili olmaya çalışan. Bu sebeple Türkiye, AB'nin siyaseten azalan etkisini iyi bir şekilde değerlendirebilirse oldukça avantajlı bir pozisyonda.

Bu gelişmelerde iki husus öne çıkıyor: Batı'nın kendi içindeki bir ayrışma ve Doğu-Batı arasındaki hattın daha sert bir hâle dönüşmeye başlaması söz konusu. Doğu ve Batı arasındaki bu mücadelenin netleşmesi, bu güçlerin Türkiye'ye yönelmesi nedeniyle Türkiye açısından tehdit riski barındırmakla birlikte çok büyük bir fırsat da veriyor. Türkiye bunu değerlendirebilirse fırsat olur, değerlendiremezse oyun alanı...

Türkiye'nin yapması gereken nedir? Ne Batı'nın ne de Doğu'nun bir parçası olmaktır. Merkez bir ülke olarak Doğu ve Batı arasında dengeli bir politika izlemektir. Türkiye, kendi tarihsel gerçekliğine dönerek, başta Orta Doğu ağırlıklı Türk-İslâm coğrafyasıyla bir birliğe yoğunlaşmalı. Bunu hâlen yapabilir. Şartlar hâlen mevcut. Türkiye şayet bu potansiyele sahip olmamış olsaydı başta terör olmak üzere bir çok yöntem uygulanmak suretiyle üzerinde baskı oluşturulmazdı.

Demek ki Türkiye'nin bir iddiası var, Türkiye'nin bir takım talepleri var; buna karşılık verdiği bir mücadele var. Türkiye'nin direnci bir şekilde devam ediyor. Bazen iki adım ileri gidiyor, bazen geri çekiliyor. Bunlar, uluslararası ilişkilerin doğasında var. Türkiye gibi şartlara sahip bir ülkenin de zaten çok sert bir politika uygulayabilmesi mümkün değil. Dünyada böyle bir ülke yok zaten, ABD de Rusya da dahil buna; yeri geldiğinde geri çekilmesini biliyorlar.

YAZAR HAKKINDA
M. Seyfettin Erol
M. Seyfettin Erol
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN