Abone Ol

Yaklaşıyor Yaklaşmakta Olan

Yaklaşıyor Yaklaşmakta Olan
Donald Trump'ı ilk defa üniversitedeyken televizyonda gördüğüm “The Apprentice" (1) adlı program vesilesiyle tanımıştım. Orada yarışan elemanlara bu aralar iyice aşina olduğumuz absürt tarzıyla üst perdeden konuşuyor ve gün sonunda elenenleri kendi karakterini çok yansıtacak bir ses tonuyla "You're fired" diyerek eliyordu. Bu tarz karakterlere ömrüm boyunca ilgim ve tahammülüm sınırlı olduğu için daha sonra pek takip etme ihtiyacı hissetmedim. Ancak kendisiyle fazlaca meşgul olan herkes gibi sürekli şöhret peşinde olduğu apaçık belliydi. Kendisi bu şöhret merakı sayesinde memleketin en ücra köşesine kadar en alakasız programların içine kadar nüfuz etmiş birisiydi. Amerika'nın gelmiş geçmiş en meşhur sitcomlarından Friends'in bir bölümünde otelin asansöründe Donald Trump ile karşılaştıkları muhabbeti geçiyordu mesela. Hatta dünyanın geri kalanında az biraz kültür emperyalizmine maruz kalmış herkesin, kendisiyle ufak da olsa bir tanışıklığı mevcuttur.

Bugün ekranlarda sürekli görünmenin insanlara güven aşılayan bir pazarlama unsuru olduğu ve çoğu zaman insanların, konuşanların ne dediğine bile bakmayıp ekrandaki kişiye güven duyduğuna dair araştırmalardan biliyoruz ki bu sadece şöhret meraklısı olmakla alakalı bir şey değil. İnanmıyorsanız televizyonlarınızı acın ve canlı yayınları takip edin. Veya memleketimizin o çok meşhur eğlence kanalında bir miktar sabredin. Çok sınırlı sayıda yüzün ekranın tamamını kapladığını fark etmeniz geç olmayacaktır. İşte bu planlı şöhret merakı Donald Trump'ın ABD'deki siyaset omurgasının dışından sıyrılıp gelerek başkan olabilmesinin ilk adımını oluşturdu.  

Barack Obama ABD başkanı seçildiğinde taze bir doktora öğrencisi olarak oralardaydım. O tarihe kadar ancak sınırlı sayıda insanın tanıdığı Hüseyin (2) göbek adlı siyah bir adam muazzam hitabeti ve olanca samimiliğiyle tüm ihtimalleri yerle bir ederek önce demokratların ön seçimlerinde müesses nizamın vücuda gelmiş şahıslarından Hillary Clinton'ı devirmiş sonrasında kolay bir secim sureci neticesinde Vietnam gazisi John McCain'i yenerek başkan olmuştu. Bunun Amerikan tarihi için ne anlama geldiği bizim kolay kolay anlayamayacağımız bir seydir. Sadece size bolümden arkadaşım Iowa'lı bir beyaz Oliver'in o gece memleketiyle gurur duyup ağladığını ve bizim Türk arkadaşın da ona olanca realistliğiyle "dostum, change (3) falan diyor ama bir şey değişmez boşuna heyecanlanıyorsun" dediğini not duşmuş olayım.

Değişen bir şey oldu mu, sorusu muhasebesi zor bir soru olarak önümüzde duruyor. Ancak şunu biliyoruz ki dünyada değişen bir hava var, Trump da bu şartlar sayesinde ortaya çıktı ve bu şartlara mukabil yaptığı önerilerin olanca saçmalığına rağmen rakiplerinin bu şartlara karşı herhangi bir şey önermekten aciz olması yüzünden başarılı olabildi. Gelişmiş dünyanın birçok yerinde ortalama vatandaşın memnuniyetsizliği ve düşmanlık hisleri her gecen gün artıyor, bunu pozitif bir amaca yönlendirmeye çalışan Bernie Sanders (4) gibiler hiç kimse olmanın azizliğine uğrarken şöhret düşkünü şovenistlere gün doğuyor. Bu puslu hava bizi, nereye gittiğimizi ve giderken yasayacağımız savrulmaları bilmeksizin bambaşka bir dengeye doğru sürüklüyor.

Bill Clinton 1992 senesinde başkan olarak seçildiğinde o zamanlar sebebini tam olarak anlamadığım bir saikle evimize bırakılan gazetenin ilk sayfasında şöyle bir karikatür vardı: eski başkan George Bush (baba olanı) elindeki tahtayı Clinton'a veriyor ve bıçakla göstererek "böyle yontacaksın" diyor. Bu haleti ruhiye Obama‘nın başkan olmasına hislenen Oliver'i küçümseyen Türk arkadaşımda ve bende de mevcuttu. Ancak işler öyle bir mecraya doğru yönelmiş gibi gözüküyor ki böyle lakayt bir bakışı koruyabilecek miyim emin değilim.

Evet, "yaklaşıyor yaklaşmakta olan…" (5)


(1) Daha sonra Türkiye'de “Çırak” adıyla yayınlanmış fakat muhtemelen Donald Trump muadili sansasyonel bir hakem olmadığı için program ABD'deki kadar ilgi görmemiştir.

(2) Saddam Hüseyin'den ötürü Amerika'da herkes bu isme aşinadır.

(3) Obama'nın 2008 seçimlerindeki slogan: "Change we can believe in/ İnanabilecegimiz bir değişim" idi.

(4) Demokratların ön seçiminde aday olan ancak sıkı bir yarışın ardından Hillary Clinton'a yenilen Vermont senatörü. Bir avuç azınlığın tahakkümündeki siyasî ve ekonomik düzeni değiştirme vaadiyle çıktığı seçim kampanyasının slogan: "A future to believe in/ İnanabilecegimiz bir gelecek" idi.

(5) Necm, 57.

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Ali Taşkın
Ahmet Ali Taşkın
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN