Üstünlüğün Hadsizliği
Batı, kendisinin diğer uygarlıkların üstünde konumlandırdığı hiyerarşik bir çerçeve çizmiştir. Kendilerini birinci dünya ülkeleri olarak kabul ederken, kendi medeniyet kodlarının dışında kalan toplumları üçüncü dünya ülkeleri olarak kabul etmiştir. Batı, medeniyetlerin farklılıklarını ve toplumsal yapılarındaki değişik anlamlandırmaları, dikey bir hiyerarşik düzlemde değerlendirmiştir. Aslında bu yaklaşımı ve tavrıyla piramidin gözü olmaya taliptir. Böylece ilahî bazı özellikleri kendinde görmüştür. Toplumlara müdahil olmayı vazife bilmiş, bunun için kendisi dışındaki insanlığı uygarlaştırma gibi bir gayretin içine girmiştir.
Batı neden kendisini böyle bir konumda yani diğerlerinden daha üstün değerlendiriyor? Bu şekilde bir üstünlüğü kendine yakıştırmasında acaba haksız mı? Bu sorulara cevap bulabilmemiz için Batı’nın diğerlerine karşı olan üstünlük alanlarını değerlendirmemiz gerekecektir. Batı, ana hatlarıyla baktığımız zaman dört alanda üstünlük kurmuştur. Birincisi bilimsel alanda, ikincisi ekonomi alanında, üçüncüsü askerî alanda, dördüncüsü ise siyaset alanındadır. Ortaya çıkan bir olguyu meşru görebilmek ve içselleştirebilmek için bu olguların sebeplerinin meşru zeminden beslenmiş olması gerekir. Bunun için Batılıların bu dört alanda sağladığı üstünlüğün dayandığı zemini irdelemekte fayda vardır.
Batı’nın bilimsel üstünlüğünün temeli, Müslümanlardan ve Doğu medeniyetlerden intihal edilen ilmin kendi uygarlık birikimlerine uygun olarak yorumlanmasına dayanmaktadır. Batı’nın kendini doğru bir şekilde tarif ettiği Ortaçağ karanlığında, İslâm medeniyeti ilim anlamında en zirve dönemlerinden birini yaşarken, batı en koyu cehaletini yaşamaktaydı. Hiç de masum olmayan Haçlı Seferleri, yanı başlarında kurulan Endülüs ve Sicilya medeniyetleri, seyyah ve tüccarların doğudan taşıdıkları ilim ve teknik, batının önüne cehaletten kurtulma fırsatını sunmuştur. Hatta kendi kökleri olan Yunan felsefesiyle bile, Müslümanlar aracılığıyla tanışmışlardır.
Batılılar faydalandıkları ve transfer ettikleri ilim ve tekniğin kaynağını yok sayarak kullanmakta bir beis görmemişlerdir. Kaynağın yok sayılması demek, o ilmin ve tekniğin birikiminin de yok sayılması anlamına gelir. Bilim ve tekniği intihal yoluyla ele geçiren Batı kendi tarihi birikimine sahip bir bilim anlayışı ortaya koymuştur. Bunun sonucunda Batılıların elinde bilim ve teknik, bir üstünlük aracı olmuş ve neticede tekebbür, tahakküm ve zulmü doğurmuştur.
Ekonomi alanında Batının üstünlüğünün temeli, sömürgecilik ve köle ticareti ile sağlanan sermayeye dayanır. Arsızlık ve hırsızlıkla elde edilen bu sermaye, bizzat kendisinin beslediği kapitalist ekonomiyle sürekliliğini sağlamaktadır. Üretim ve tüketim dengesi sermayenin lehine olacak şekilde değişmiştir. Bu sistemde üretimin ana unsuru olan insan, tüketimin daha fazla olması için daha fazla üretmeyi amaçlar. Böylece sermaye sahipleri, aynı insanın hem tüketiminden hem üretiminden kazanç sağlamaktadır.
Batılıların askerî alandaki üstünlüğünün temeli de yitirilen merhamete, gaddarca üretilen savaş teknolojisine ve bitmek tükenmek bilmeyen hırslarının kolluk kuvvetlerine verilen sınırsız güç kullanımına dayanır. Kitle imha silahları üretmeyi kendi vicdanına izah edebilen, kullanılmasına bile mazeret üretebilen bir gözü dönmüşlük ile karşı karşıya olduğumuz kesindir. Ürettikleri silahları satabilmek için savaş çıkarabilecek kadar insanlıktan binasip uygarlığın üstünlüğünden bahsediyoruz.
Batılıların siyasî alandaki üstünlüğünün temelinde yatan gerçek, ırkçı emperyalizmin kurduğu küresel sistem ve kurumlarda yatmaktadır. Öyle bir sistem oluşturulmuştur ki, küresel sisteme karşı durabilecek bütün unsurlar çeşitli yollarla sindirilmektedir. Zaman zaman soğuk savaş senaryoları, zaman zaman demokrasi götürme vaatleri, zaman zaman oluşturulan terör grupları ve kurgulanan terör olayları vasıtası ile küresel sisteme muhalefet edebilecek zinde güç bırakılmamaktadır. Siyaseten dominant unsur olan batı, bunu bilgiyi elinde bulundurmasına, ekonomik tekeline ve askeri yaptırım gücüne borçludur.
Bu üstünlük alanlarından dolayı, Batılılar diğerleri üzerinde tasarruf edebilme yetkisini kendilerinde görürler. Temelinde yatan sebep ise üstünlük algılarının dikeysel olarak çalışmasıdır. Dikeysel üstünlük mahiyet bakımından farklı beşerler arasında vardır. O da ilahî uyarılarla çerçevesi çizilmiş ve hareket alanı kısıtlanmış bir üstünlük tarzıdır. İnsanın hayvan, bitki ve eşya ile olan ilişkilerinde olduğu gibi. Hâlbuki medeniyetler arasında dikey değil, yatay bir üstünlük söz konusudur. Dikey üstünlükte dönüştürür, yatay üstünlük etkiler, dikey üstünlük diğerlerini aşağı seviyede görür, yatay üstünlükte diğerleri farklı olarak kabul edilir. Dikey üstünlükte öteki düşmandır, yatay üstünlükteki öteki, kimliğini muhafaza etmek için karşısındakini tanımladığı herhangi toplumdur.
Batının üstünlük alanlarına baktığımız zaman hiçbirinin meşru bir zemine oturmadığını görüyoruz. Doğal olarak bu üstünlükler üzerinden kendimize yön ve ideal belirleyemeyiz.
Bizim için üstünlük ilahî bir mesajla iletilmiştir. Eğer gerçekten inanıyorsanız üstünsünüz vaadi bizim için yeterlidir. Sadece “gerçekten” kısmı üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyor. Yani inanmanın gereğini omuzlarımızda yüklenmeliyiz.
ÖNCEKİ YAZI
KIBRIS’A, EĞİTİME VE İRFANA DAİR ARAYIŞLAR
SONRAKİ YAZI
İSMET ÖZEL VE MEDENİYET!
YORUMLAR
YORUM YAPIN