Abone Ol

Seçimli(k) Heyecan

Seçimli(k) Heyecan
Babaları rahmetli Erbakan Hoca'ya 1980 öncesinde yol arkadaşlığı yapmış, gözlerini açtığında elinde Refah Partisi (RP) bayrağı bulmuş ve miting meydanlarını tanımış bir kuşak olarak; seçimler karşısında heyecanlanıyor olmamız çok da garipsenecek bir durum olmasa gerek. Nitekim seçim öncesinde babalarımız ve annelerimizle birlikte video kasetlerle kapı kapı gezmemiz, miting meydanlarında sesimiz kısılana kadar slogan atmamız, büyük bir coşkuyla seçim şarkılarını ezberlememiz çocukluk hatıralarımızın önemli sahnelerini teşkil etmektedir. Özellikle haftalarca süren koşuşturmanın ardından seçim gecesi ailecek sonuçları beklerken yaşananlar unutulur cinsten değildir.

Belli ki çok şey değişti çocukluğumuzdan beri ama bizim kuşak hala 80'li 90'lı yıllardan miras kalan bir heyecan yaşıyor her seçim döneminde. Çünkü seçimlerin önemli olduğuna inanıyoruz. Belki gerçekten önemli belki de bireysel deneyimimiz önemli olduğunu düşünmemize neden oluyor. Ama ülkemizdeki seçimlere katılım oranlarının pek çok ülkeye kıyasla yüksek olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda toplumun önemli bir kısmının da benzer bir düşünceye sahip olduğunu görüyoruz. Çünkü bizim gibi vatandaşlarının kahir ekseriyetinin Devlet'in rotasının ne olması gerektiği ve hangi temel ilkelerle hareket edeceği noktasında tam bir konsensüs sağlayamamış olduğu toplumlarda, yönetme gücünün kimin elinde bulunduğu önemli hale geliyor. Bu nedenle seçim yarışından kimin galip çıktığına göre ülkenin rengi değişebiliyor. Bu tablo siyaset kurumunu mühim bir konuma yükseltiyor ve politik bir toplum ortaya çıkarıyor. Hal böyle olunca iktidarı belirleyecek olan seçimler kimi zaman değişim kimi zaman da istikrar arayışının ya da beklentisinin nesnesi haline gelebiliyor. Zira genel olarak seçimler, iktidar partilerinin istikrar propagandasına muhalefet partilerinin ise değişim vurgusuna sahne oluyor.

Peki ne zamandır ülkemize dair beklentilerimizi seçimlere bağlıyoruz?

Türkiye tarihinde ilk milletvekili genel seçimleri yaygın kanaatin aksine cumhuriyetin ilanından sonra değil Osmanlı döneminde gerçekleştirilmiştir. 1876 yılında tarihimizdeki ilk anayasa olarak kabul edilen ve Osmanlı'yı ömrü yüzyıldan fazla sürecek "parlamenter sistem" ile tanıştıran Kanun-i Esasi'nin ilanından sonra 1877 yılı başında ilk milletvekili seçimleri gerçekleştirilmiştir. İki dereceli olarak planlanan seçimler siyasi gerginlik ve zamanın kısıtlı olması gibi gerekçelerle İstanbul dışında öngörülen şekilde gerçekleştirilememiştir. Hazırlanan seçim talimatnamesine göre halk ikinci seçmenleri seçecek, onlar da vekilleri belirleyecekti. Fakat bu uygulama İstanbul dışında hayata geçirilemeyince ülke genelinde belediye meclis üyeleri ikinci seçmen olarak vekilleri seçmişlerdir. Herhangi bir siyasi partinin bulunmadığı seçimler neticesinde 69 Müslüman 46 Gayr-i Müslüm olmak üzere 115[1] milletvekili ile ilk meclis 19 Mart 1877 tarihinde açılmıştır. İki dönem faaliyetlerini yürüten ve arada vekilleri değişen bu meclis 13 Şubat 1878'de Sultan II. Abdulhamid tarafından tatil edilmiştir.

Seçimlerin ve meclisin askıya alındığı uzun bir dönemin ardından 1908 yılında meşrutiyetin yeniden ilan edilmesiyle otuz yıllık bir aradan sonra milletvekili seçimleri yeniden yapılmıştır. 1908 seçimlerinde her ne kadar İttihat ve Terakki Fırkası ve Ahrar Fırkası yer almış olsa da, henüz İttihat ve Terakki dahi tam olarak teşkilatlanamamışken Ahrar Fırkası birçok yerde seçimlere bile katılamamıştır. Seçimlerin neticesinde 281 sandalyeli mecliste neredeyse tüm vekillikleri İttihat ve Terakki kazanmış, Ahrar Fırkası herhangi bir varlık gösterememiştir. Bu tablo Devletin hızla bir parti devletine dönüşmesine neden olmuştur.

Dönem içerisinde gerçekleşen olaylar ve İttihatçıların politikaları neticesinde ortaya çıkan ve gittikçe büyüyen muhalefet 1911 yılında Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kurulmasına yol açmıştır. Kuruluşundan bir ay gibi kısa bir süre sonra, boşalan 1 üyelik için Aralık 1911'de gerçekleştirilen ara seçimleri Hürriyet ve İtilaf Fırkası adayının kazanması İttihatçılarda büyük bir endişeye neden olmuş ve bu durum meclisin feshedilmesini beraberinde getirmiştir.

Fesih sonrası 1912 yılında gerçekleştirilen seçimler tarihimizde ilk çok partili seçim olarak nitelenebileceği gibi aynı zamanda ilk erken genel seçimdir. Bu seçimlerin bir diğer özelliği de sıkıyönetim altında yapılmış olmasıdır. "Sopalı Seçim" olarak nitelenen ve "dipçik" gölgesinde gerçekleştirilen 1912 seçimleri İttihat ve Terakki'nin zaferiyle sonuçlanmış ve muhalefet tamamen meclis dışında kalmıştır. Buna rağmen bu meclisin de ömrü uzun olmamış ve 3 ay içerisinde nihayete ermiştir.

Balkan Savaşları nedeniyle bir sonraki seçimler ancak 1914 yılında tekrar yapılabilmiş ve bu seçimlere Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın tasfiye edilmiş olması nedeniyle sadece İttihat ve Terakki katılmıştır. Karşısında hiçbir muhalefetin kalmadığı İttihatçıların galibiyetiyle ve egemenliklerini mutlaklaştırmasıyla sonuçlanan seçimler sonrası kurulan Meclis, I. Dünya Savaşı boyunca da devam etmiş ve 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında feshedilmiştir.

Osmanlı'nın son genel seçimleri olarak kabul edebileceğimiz 1919 seçimleri ise ülkenin büyük bir çoğunluğu işgal altındayken yapılmıştır. İttihatçıların kazandığı seçim sonrasında ortaya çıkan Meclis İngilizlerin İstanbul'u işgal etmesiyle feshedilmiş ve mensuplarının bir kısmı tutuklanmış bir kısmı da Anadolu'ya geçmiştir. Bu süreç sadece Meclis-i Mebusan'ın değil Osmanlı Devleti'nin de sonunu getirmiştir.

1876 yılında mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçen ve parlamenter sistem ile tanışan Osmanlı'da, 1877[2], 1908, 1912, 1914 ve 1919 yıllarında olmak üzere 6 genel seçim yapılmıştır. Tüm eksikliklerine ve aksaklıklarına rağmen Osmanlı seçimleri ve meclisleri Cumhuriyet dönemine önemli bir demokrasi kültürü bırakmıştır. Cumhuriyet'in kurucu kadrosu da yeni devleti bu deneyim üzerine inşa etmiştir.

Nitekim İstanbul'daki meclisin dağıtılmasından sonra Ankara'da 23 Nisan 1920 tarihinde toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Osmanlı Meclis-i Mebusan'ından bazı üyeler de katılmıştır. İlk Meclis yeni seçilen üyeler ve eski vekillerden müteşekkil 437 üyeden oluşmuştur. Meclis'in büyük kahramanlıklara ve milletimizin fedakarlıklarına sahne olan İstiklal Harbi'ni başarıyla nihayete erdirmesinden sonra 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından hemen önce kurulan ve daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası adını alan Halk Fırkası ile Türkiye'de tek partili siyasi rejim 1946 yılına kadar devam etmiştir. Söz konusu dönemde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi muhalif parti denemeleri olsa da başarıya ulaşamamıştır. Bu partileşme girişimleri uzun ömürlü olmasa da Türkiye'de otoriter tek parti rejiminin kalıcı olmasını engelleyen zemine katkıda bulunmuş ve ilerleyen süreçte çok partili sisteme geçişe toplumsal destek sağlamıştır.

Tek partili siyasi dönemde gerçekleştirilen 1923, 1927, 1931, 1935 ve1939 genel seçimleri I. Meşrutiyet döneminde ihdas edilen seçim kanunlarına göre yapılmış ve iki dereceli basit çoğunluk sistemi devam ettirilmiştir. 1943 seçimleri yine sadece Cumhuriyet Halk Partisi'nin[3] katıldığı tek partili bir seçim olmasına rağmen yenilenen bir seçim mevzuatı ile gerçekleştirilmiştir.

İkinci Dünya Savaşının akabinde gelişen iç ve dış dinamikler Türkiye'yi çok partili siyasi hayata geçişe zorlamış ve 1945 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün bir muhalefet partisine yeşil ışık yakmasıyla CHP'den istifa eden Celal Bayar ve arkadaşları 1946 yılında Demokrat Parti'yi (DP) kurmuştur. İnönü'nün küçük bir muhalefet partisi olacağını öngördüğü DP'ye kısa süre içerisinde vatandaşlar tarafından büyük bir teveccüh gösterilmiştir. Bu ilgiden rahatsız olan iktidar, DP'yi hazırlıksız yakalamak için erken seçim kararı almıştır. Seçimden önce gerçekleştirilen değişiklikle iki dereceli olan seçim sistemi, tek dereceli çoğunluk sistemine dönüştürülmüştür. Ancak seçimlerde “açık oy, gizli tasnif” yönteminin kullanılması tartışmalara neden olmuştur. Uzun süren tek seçenekli seçimlerden sonra halkın önüne gelen sandıklarda DP iktidar olamamış ama 465 vekilden 61 sandalye elde etmiştir.

1950 seçimleri Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktasına sahne olmuştur. Mecliste artık tek başına olmayan CHP eleştiriler karşısında seçim sisteminde önemli değişiklikler gerçekleştirmiştir. Bu değişikliklerle seçimler tek dereceli olmuş ve "gizli oy, açık tasnif" esası getirilmiştir. Aynı zamanda daha önce idarenin denetiminde olan seçimler yargı denetimine bırakılmıştır. Seçim öncesinde nispi temsil[4] ve çoğunluk sistemi[5] ekseninde cereyan eden tartışmalarda, her iki partinin mutabakatıyla çoğunluk sisteminde karar kılınmıştır. Demokrat Parti "Yeter Söz Milletindir" sloganını ve meşhur "el" afişini kullanarak girdiği seçimlerden % 55 oy alarak ve 487 milletvekilliğinin 416'sını kazanarak çıkmıştır. Bu sonuçlar 27 yıldır devam eden tek parti iktidarını bitirmiş ve 10 yıl sürecek DP iktidarının başlangıcı olmuştur.

1954 seçimleri ise iktidardaki Demokrat Parti'nin oylarını artırdığı bir seçim olmuştur. Aynı zamanda bu seçimde DP'nin aldığı % 58 oy halen Türkiye'de bugüne kadar yapılmış seçimlerde bir partinin aldığı en yüksek oy olma vasfını muhafaza etmektedir. Otoriterleşme tartışmaları altında gidilen 1957 erken seçimlerinde ise DP'nin seçim propagandasının omurgasını hizmetler ve kalkınma oluştururken, muhalefetin ana temasını hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, demokrasi, sendikal haklar gibi vaatler oluşturmuştur. Farklı görüşlerdeki muhalefet partilerinin[6] ittifakına sahne olması açısından da ilginç bir yöne sahip olan bu seçimlerin sonucunda Demokrat Parti, oy ve mecliste sandalye kaybetmesine rağmen iktidarını devam ettirmiştir.

27 Mayıs 1960 yılında gerçekleştirilen askeri darbe ile, milli irade neticesinde teşekkül eden hükümet devrilmiş ve DP iktidarı nihayete ermiştir. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir. Hala büyük bir hüzünle hatırlanan idamlardan 1 ay sonra 15 Ekim 1961 gerçekleştirilen genel seçimlerde CHP % 36 oyla birinci parti olurken, Demokrat Parti'nin devamı olan Adalet Partisi (AP) % 34 oy alarak ikinci olmuştur. 1961 seçimleri aynı zamanda halen uygulanmakta olan d’Hondt Sistemi'nin ilk defa kullanıldığı seçim olmuştur.

1965'e kadar CHP'nin başında olduğu çeşitli koalisyonlarla yönetilen Türkiye'nin siyasi tarihine 1965 seçimlerinde Süleyman Demirel figürü girmiştir. Küçük partilerin mecliste temsil edilme ihtimalini artıran "Milli Bakiye Sistemi"nin uygulanmasıyla dikkat çeken seçimlerde % 53 oy alan Demirel liderliğindeki AP tek başına iktidar olmuştur.

Çalkantılı ve olaylı geçen bir 4 yılın ardından Türkiye 1969 yılında tekrar seçime gitmek zorunda kalmıştır. Adalet Partisinin başarısıyla sonuçlanan 1969 seçimlerinin dikkat çeken sonuçlarından bir tanesi genç bir makine mühendisi olan Prof. Necmeddin Erbakan'ın Konya'dan bağımsız milletvekili seçilerek siyaset sahnesinde yerini alması olmuştur. Bir diğer önemli sonuç da seçimleri kaybeden CHP'nin Genel Başkanı İnönü'nün koltuğunu Bülent Ecevit'e devretmesidir.

12 Mart 1971 tarihinde verilen askeri muhtıra ile ikinci kez darbe alan Türkiye demokrasisi 1973 yılında genel seçimlere gitmiştir. 8 partinin katıldığı seçimler sonucunda parçalı meclis yapısı ortaya çıkmış ve Türkiye için koalisyonlu yıllar başlamıştır. 1977 seçimleriyle de tekrar eden siyasi tablo; Ecevit liderliğindeki CHP’yi her iki seçimde de az farkla 1. parti, Erbakan liderliğindeki MSP’yi anahtar parti ve Adalet Partisi’nin lideri Süleyman Demirel’i önemli bir siyasi aktör haline getirmiştir. Toplumsal hafızada travmatik izler bırakan bu kaotik dönemin en önemli siyasi başarısı ise 1974 yılında CHP-MSP hükümeti tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı’dır. Milli Görüş hareketinin doğuşuna şahitlik eden 70’li yıllar aynı zamanda Erbakan’ın hükümet ortağı olduğu dönemlerde gerçekleştirdiği ağır sanayi hamleleri ile de hatırlanmaktadır. Siyasi karışıklıkların öne çıktığı ve ülkede kanlı sağ-sol çatışmalarının yaşandığı bu dönem 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile nihayete ermiştir.

Darbe ile Türk siyasetine yeniden bir ara verilmiş ve siyasi partiler kapatılarak yönetici kadrolarının büyük bir çoğunluğu cezaevlerine yollanıp siyaseten yasaklı hale getirilmiştir. Bu şartlar altında darbeden üç yıl sonra yapılan 1983 seçimlerine sadece Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), Anavatan Partisi (ANAP) ve Halkçı Parti’nin (HP) katılmasına izin verilmiştir. 1983 seçimlerinde daha sonra temsilde adaleti engellemesi nedeniyle büyük tartışmalara neden olacak % 10 seçim barajı getirilmiştir. Daha önce MSP'den milletvekili adayı olmuş olan Turgut Özal’ın ANAP’ı askeri cuntanın açık bir şekilde kendisini hedef aldığı seçimlerden % 45’lik oyla net bir zafer elde etmiş, cuntacıların desteklediği MDP ve merkez sol olarak tanımlanabilecek HP ise istedikleri neticelere ulaşamamışlardır. Bu seçim sonuçları ile başlayan Özal’lı yıllar 1987 seçimleri ile devam etmiş ve 1993 yılında Özal’ın vefatı ile nihayete ermiştir.

Özal’ın 1989 yılında Cumhurbaşkanı olması ile birlikte kan kaybetmeye başlayan ANAP, 1991 seçimlerinde liderliği Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi’ne kaptırmıştır. Seçim sonuçları neticesinde mecliste çok partili bir dağılımın ortaya çıkması tekrar koalisyon dönemlerinin başlamasına neden olmuştur. Süleyman Demirel ve Onun 1993'te Çankaya Köşküne çıkmasından sonra partinin başına geçen Tansu Çiller tarafından azınlık ve koalisyon hükümetlerine Başbakanlık yapılmıştır.

1995 yılına gelindiğinde ise Türkiye büyük bir ekonomik krizin pençesinde seçimlere gitmek durumunda kalmıştır. 1994 yerel seçimlerinde sürpriz bir şekilde özellikle büyükşehirlerde önemli bir başarı elde eden Necmeddin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi, 1995 genel seçimlerinde de % 21 oy alarak birinci parti olmuş ve Tansu Çiller’in genel başkanlığını yaptığı DYP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Denk bütçe, D-8’in kurulması, havuz sistemi, emekçiye yapılan yüksek oranlı zamlar gibi başarılı icraatları ile dikkat çeken Refah-Yol Hükümeti 28 Şubat postmodern askeri darbesi ile 1997 yılının Haziran ayında görevden uzaklaştırılmış ve Erbakan siyasi yasaklı hale getirilmiştir.

28 Şubat darbesi sonrasında 1999 yılında yapılan ilk seçimlerde Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti (DSP) % 22 ile birinci parti olurken Devlet Bahçeli’nin genel başkanı olduğu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) sürpriz yaparak % 18 oyla ikinci parti olmuştur. RP’nin yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) ise % 15 ile üçüncü parti olmuştur. Bu dönemde DSP-MHP-ANAP koalisyonu tarafından yönetilen Türkiye, 2002 seçimleri ile yeni bir döneme yelken açmıştır.

Refah Partisi’nden İstanbul belediye başkanlığı yapmış ve okuduğu bir şiir nedeniyle hapis cezası almış bir siyasetçi olan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan AK Parti, 2002 seçimlerinde % 34 oy alarak 550 milletvekilliğinden 365’ini kazanmış ve tek başına iktidar olmuştur. 2002 seçimleri ile başlayan süreç, daha önceki dönemlerde önemli roller oynayan siyasi parti ve aktörlerin siyaset sahnesinden yavaş yavaş çekildiği bir dönem olmuştur. 2007, 2011 ve 2015 genel seçimlerinde aynı başarısını tekrarlayan AK Parti, 2017 yılında gerçekleştirdiği Anayasa değişikliği ile parlamenter sistemin yerini cumhurbaşkanlığı siteminin aldığı köklü bir değişime imza atmıştır.

Türkiye, 25 tanesi Cumhuriyet döneminde 6 tanesi Osmanlı döneminde ve 1 tanesi de ilk Meclis'in kuruluşunda olmak üzere toplam 32 genel seçime şahitlik etmiştir. Kimi zaman mevcut iktidarın devamı yönünde tecelli eden millet iradesi kimi zaman da ülkenin rengine yansıyacak bir değişimin fitilini ateşlemiştir. Zaman zaman da askeri vesayet milli iradenin tercihinin dışında bir rota çizmiştir gayri meşru yöntemlerle.

Tarihsel süreç içerisinde yaşanan yol kazalarına rağmen Türkiye, şimdi 1,5 asrı bulan demokrasi tecrübesi, müzakere ve uzlaşma kültürü ile yeni bir seçimin arifesinde bulunuyor. Siyasilerin her seçimi "en önemli seçim" olarak nitelemeye meyilli olduğunu bilmekle birlikte, önümüzdeki seçimlerin yeni bir sistem için ilk adım olma vasfı göz önünde bulundurulduğunda demokrasi tarihimizdeki mühim noktalardan bir tanesi olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye, bugüne kadar pek çok kritik dönemeci Anadolu insanının irfan ve feraseti ile salimen dönmüştür. 140 yıldır milletin iradesinin ülke yönetiminde söz sahibi olduğu ve demokratik seçimlerin kararlılıkla gerçekleştirildiği bölgemizdeki ender ülkelerden birisi olmamız, Türkiye demokrasinin köklü geleneğini ve zengin tecrübesini göstermektedir.

24 Haziran seçimlerinin tüm ülkemize hayırlar getirmesini dilerken, çocukluktan kalma bir seçim heyecanıyla sonuçları bekliyor olacağız.

 
[1] Bazı kaynaklarda 117 olarak geçmektedir.

[2] 1877 yılında iki genel seçim gerçekleştirilmiştir.

[3] Cumhuriyet Halk Fırkası 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adını almıştır.

[4] Nispi temsil sistemi, her partinin her seçim çevresinde aldığı oy oranında milletvekili çıkardığı sistemdir.

[5]Çoğunluk sistemi, bir bölgede en çok oyu alan partinin tüm milletvekilliklerini kazandığı sistemdir.

[6] 1957 seçimlerinde CHP, Demokrat Parti'den ayrılan bir grup milletvekilinin kurduğu Hürriyet Partisi (HP) ve milliyetçi bir dünya görüşüne sahip Cumhuriyetçi Millet Partisi (CHP) ittifak yapmıştır.

ÖNCEKİ YAZI SAND’IĞIMIZDAN ÖTE
YAZAR HAKKINDA
Ebubekir Uğuz
Ebubekir Uğuz
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN