Abone Ol

Sand’ığımızdan Öte

Sand’ığımızdan Öte
Davranış bilimciler yıllardır insanın davranışlarının, tercih ve eğilimlerinin nasıl değiştiği, bu değişimlerde hangi faktörlerin etkili olduğu üzerine bir yığın araştırmalar yapmışlar ve bunu toplumu anlamada, özellikle psikoloji ve eğitim alanında kullanmaya başlamışlardır. İyi niyetli bilimsel araştırmaların yapıldığı bu alan zamanla, bu alana korsan şekilde sızıp kendi kötü emelleri için kullanan toplum mühendisleri tarafından ele geçirildi. Sermaye sahipleri kendi sömürge imparatorluklarının istikbali için bu alanı adeta bir laboratuvar gibi kullanmaya başladı. Bunu medya, reklamcılık, pazarlama gibi hemen tüm sektörlerde görmekteyiz. Tabi halk üzerinde yapılan tüm bu kapitalist ve emperyalist ruhlu çalışmalarda devlet ve hükümet ayağını asla boş geçemezlerdi. Zira vergilerin ne kadar olacağına, teşvikin kimlere ne kadar verileceğine, hangi ürünlerin yasal olacağına, ürünlerin içeriğinin ve kalitesinin nasıl denetleneceğine, halkın ihtiyaçları için yapılacak yatırımların hangi alanda olacağına ve kimlere ihale edileceğine karar veren mekanizma devlettir. Halkı koruyan, israftan kaçınan, emeğe saygılı ve adil bir yönetim anlayışı, kar hırsıyla yanıp tutuşan baronların görmek isteyeceği en son yönetim anlayışıdır. Dolayısıyla devlet onlara göre mutlaka kontrol altında tutulması gereken bir aygıttır. Fransız ihtilali ve Sanayi devriminden sonra oluşan devlet yapılarında halkın da kısmen söz sahibi olmaya başlaması can sıkıcı bir durum haline gelmeye başlamıştı. Ne yapıp edip halkı da ikna etmek gerekiyordu. Milyonlarca insanı ikna etmek krallık yönetimindeki bir zümreyi ikna ve kontrol etmekten daha zordu elbette. İşin matematiği olayı imkânsız gibi kılmaya başladığı sırada gazete, dergi, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarıyla halka ulaşma ve kontrol etme denemelerini başlamış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuşlardı. Teknolojinin gelişimiyle bilgisayar, internet ve sosyal medya ağlarıyla halklar üzerindeki kontrol mekanizmalarını da hızla geliştirmeye başlamışlardı. Manşetlerle hükümet devirip, ihtilal yapar bir noktaya dahi ulaştılar. Şimdi biz bu durumun seçim sistemi ve halkların tercihleri üzerine etkisini inceleyeceğiz.

Seçimlerimiz, tercihlerimiz ve demokrasinin belkemiği sandıklar… Ortada çok insanî, çok özgürlükçü ve çok eşitlikçi gibi duran bir sistem var. Düşünsenize bir yanda aile işletmesine alınacak eleman için size danışma gereği duymayan bir babanız var. Öte yanda beni kim yönetsin diye soran bir devlet. Hangisi daha baba? Tabii ki “Devlet Baba”. Biz halklar da değer verilmiş olmanın onuruyla devlet babanın sadık ve itaatkâr evlatları oluveriyoruz. Bu sistem öyle büyülü bir sistem ki muhalefetteyken sistem eleştirisi yapanları, iktidara getirip nimetleriyle tanıştırdığında yılmaz savunucuları haline getirebiliyor. Bu sistem öyle profesyonel bir sistem ki kendi adamlarını soslayıp bize gönüllü olarak seçtirebilen kabiliyetli bir sistem. Merhum Başbakan Necmettin Erbakan sistemin bu yönünü ilk olarak öne çıkarıp ifşa eden ve siyasi literatürümüze “Demokratur” diye isimlendirerek geçiren bir liderdi. Erbakan bu sistemi anlatırken şöyle diyordu: Demokrasi ne demek? Halkın kendi kendisini yönetmesi demek. Diktatur ne demek? Tahakküm rejimi demek. Demokratur ne demek? Halkın yönetime alet edilmesi demek. Demokrasi başka Demokratur başka. Müslüman ülkelere dayatılan sistem Demokraturdur.  Bizleri yönetenler halkın gerçekten istediği kişiler değildir. Sen seçtin diyorlar. Para sende. Medya sende. Gazete ve TV kanalları sende. Anket şirketleri senin kontrolünde. Nasıl ben seçmiş oluyorum? Çocuk mu aldatıyorsun sen?

Merhumun bu eleştirilerini Noam Chomsky’nin Manufacturing Consent (Rızanın İmalatı) kitabındaki eleştirilerle ilişkilendirmek çok faydalı olacaktır. Chomsky, sermaye sahibi “Karanlık Oda” yönetimlerinin gerçekleştirmek istedikleri bir eylemi medyayı araçsallaştırarak topluma onaylatmaları üzerine çok farklı eleştiriler getirmiş ve bu durumun üzerine cesurca gidip halkların aydınlanması için çalışmış bir kişidir. Halkın istemediği bir şeyin halkı kandırarak kendisinin ister bir hale getirilmesine içerleyen Chomsky’nin bu konudaki görüşleri bizler için gerçekten çok değerlidir.

Bu iki farklı kişinin eleştirilerinden de anlıyoruz ki birileri aslında bizim hiç istemeyeceğimiz kişileri veya oluşumları soslayıp süsleyerek bir kamuoyu oluşturuyor ve tabiri caizse gönüllü bir dayatma rejimi kuruyor. Önümüze konulan seçenekler, okullardaki “Zorunlu Seçmeli Ders” gibi adeta. Bunu günlük kullandığımız tabirle ifade edecek olursak; sistem birilerini medya aracılığıyla “parlatıyor”, istemediği birilerini de “itibar suikastlarıyla” toplumun gözünden ve gündeminden düşürebiliyor. Bunu Fransa’daki Macron, ABD’deki Trump örneklerinden çok iyi anlayabiliyoruz. Ya da ülkemizde birkaç lider ekranlara saatlerce ipotek koymuşken, birkaç lider de saniyelerce bile gösterilmeyecek kadar ambargo altında.

Sistemin bir diğer arızalı yanı da zenginleri ve imtiyaz sahibi kişileri yönetimde söz sahibi yapması. Misalen bugün Türkiye’de bağımsız bir milletvekili adayı olmak isterseniz YSK’ya kamuda çalışan en yüksek maaşlı kişinin bir aylık maaşı kadar (13.928TL) para yatırmalısınız. Seçim çalışmaları için yapacağınız harcamaları da hesaba katarsak on binlerce liralık bir sermaye gerektirmekte. Bu şu demek: “Atanamamış ücretli öğretmen arkadaş! Kusura bakma. Sen bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olamazsın. Fakirler ancak tebaadır ve yönetilen olmak zorundadırlar. Sizi işlerimize elbette karıştırmayacak şekilde düzenleme yapmakta özgürüz biz.”

Ya da bir parti seçim yardımı olarak halkın vergilerinden iki yüz milyon lira destek alabiliyorken, başka bir parti hiç yardım alamamakta. Taktikleri çok basit: Önce halkın gözünden medya aracılığıyla belli bir oy oranının altına düşürüyorlar. Sonra da kanuni düzenlemeyle o oranın altına yardım vermeyerek ekonomik ambargo ile adeta felç ediyor. Kademeli şekilde muhaliflerini yok eden bir sistem.

Öyleyse tüm bu engellemeler ve ambargolar karşısında halkın gerçek temsilcileri yönetimde nasıl söz sahibi olabilir? Bunun için öncelikle bu durumu fark eden samimi kişilerin, ortak ilkelerde birleşerek örgütlü ve organize hale gelmeleri gerekir. Bu oluşumun özgün fikirler ve eylemler ortaya koyarak halka adeta “biz burdayız” diye hikmetli bir şekilde avazı çıktığı kadar seslenmesi gerekmektedir. Günümüzde bir avantaj olarak sosyal medya çok ahlaklı ve etkili bir şekilde kullanılarak kitlelerin dikkatleri bu oluşumların üzerlerine çekilebilir. Nitekim bunu birçok toplumsal olayda görmekteyiz. Sosyal Medyanın gücü, Gezi Olayları ve Arap Baharı sırasında iliklerimize kadar hissedilmişti.

Açık hava ve programları, miting ve yürüyüşler her ne kadar eski etkisini oluşturmasa da yapılması toplumun aydınlanması noktasında önem teşkil etmektedir. Tüm bunların ötesinde halkların dezenformasyondan uzak bir şekilde kendi medyasını oluşturması elzemdir. Toplumun da bu medyaya gerek reklam desteğiyle gerek abonman desteğiyle arka çıkması ve denetlemesi gerekir. Aksi takdirde direnmesi çok güç olacaktır.

 

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Karaca
Ahmet Karaca
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN