Abone Ol

Peygamberimiz ve Peygamberlerin Mücadelesi

Peygamberimiz ve Peygamberlerin Mücadelesi
                                                                                                                                           Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Hepinizi hürmetle muhabbetle selamlıyorum. Sevgiyle kucaklıyorum. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselamın doğumu vesilesiyle Diyanet Vakfı’mızın tertip etmiş olduğu programda bir araya gelmiş bulunuyoruz. Her şeyden evvel böyle güzel organizasyonu tertip eden bu kadar hayırlı konuyu ele alarak hayırlı hizmetleri yürüten Diyanet Vakfı’mızın kıymetli yöneticilerine teşekkürlerimi sunuyorum. Böyle bir hayırlı toplantıya koşup gelip büyük ilgiyle bu çalışmaları takip eden siz kıymetli kardeşlerime de ayrıca teşriflerinizden dolayı teşekkür ediyorum. Bu programımızın bütün milletimiz, bütün İslam âlemi, bütün insanlık âlemi için Cenab-ı Allah’tan hayırlı olmasını diliyorum.

Öncelikle şunu ifade edelim ki insan sevdiği ile haşrolur. Cenab-ı Hak hepimizi Peygamber Efendimiz ile haşretsin cennette ona komşu yapsın inşallah. Bu programda güzel bir uygulama olarak bir gülle temsil etmiş olmak ne kadar isabetli bir davranıştır. Nitekim bu gülün üzerinde “canım feda olsun senin yoluna, adı güzel kendi güzel Muhammed” diyerek Yunus Emre’nin samimi bir ifadesi de yazılmış. Böyle güzel bir sembolle işaretlenmiş bulunmaktadır. Hakikatin bütün İslam âleminde ve bizim medeniyetimizde gül, çiçeklerin en güzeli olduğu için Peygamber Efendimizin bir sembolü olarak kabul edilmiştir. Bizim milletimizin ayrıca bir büyüklüğü vardır ki ona hürmeten camilerimizi gül resimleriyle tezyin etmemiştir. Gülün küçüğü olan lale ile tezyin etmiştir. Onun büyüklüğüne hürmeten Muhammed ismi yerine de Mehmet adını kullanmaktadır. Ona hürmeten onun küçüğü olarak Mehmet, Mehmetçik demektir.

Peygamber efendimiz Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi bütün insanlığa en güzel örnek olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla kendisini her hususta örnek olmak saadet yoluna ulaşmak için en güzel yoldur. Kendisi yine Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Sadece Müslümanlar değil, sadece bütün insanlık değil bütün âlemler onun rahmetinden yararlanmaktadır. Esasen Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünneti, İslam’ı öğrenmemiz için gönderilmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak Rahman’dır, Rahim’dir. Bizleri yaratmış bu dünyada imtihan ediyor ancak bu imtihanı kazanmamızı dünya ve ahiret saadetine ulaşmamızı da nasıl adaletten dolayı imtihan ediyorsa Rahman ve Rahim sıfatıyla İslam’ı göndererek bize yol gösteriyor. Elbette Cenab-ı Hak yaptığı işi en mükemmel şekilde yapar. Bunun için bize yol gösterirken, bu yolu bir taraftan her zaman bakıp göreceğimiz bir kitapla, Kur‘an-ı azimuşşanla göndermiş, öbür taraftan da onu anlayabilmemiz için en güzel örneği de göndermiş. Biz, efendimiz olmasaydı Kur’an-ı Kerim’e bakıp secde bile nasıl yapılır bilemezdik. Kur’an’dan öğrenme yeterliliği olmaz. Bugün kimimiz kulağa kimimiz ensesi üzerine yatıp kalkmaya başlardı. Halbuki bir kere gördü mü insan, demek ki böyle yapılacakmış diye anlar. Onun için en güzel öğretim metodu kitap ve sünnet yoludur.

İşte Cenab-ı Hak da bize İslâm’ı böyle göstermiş, göndermiştir. Bu sebepten dolayıdır ki Müslümanlığı öğrenmek için Peygamber efendimizi tanımak onun büyüklüğü, azametini hissetmeye çalışmak temel bir esastır. Her Müslüman bu gerçeklere inanmaktadır. Ancak biraz önce ifadeye çalıştığım gibi Peygamber efendimiz bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bütün insanlığın ondan ders alması gerekmektedir. Hepimizin bildiği gibi son yıllarda genler üzerinde çok büyük çalışmalar yapılmıştır. Tarım ve tıp maksatlı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar bir bitki, bir hayvan, bir insan sonuçta bir dişi ve bir erkek hücreden teşekkül eden bir ilk hücreden meydana geliyor. Bu ilk hücrenin hepsinde bir kabuk bir plazma ve bir kromozom var. Ama birisinden buğday, birisinden kedi, birisinden insan çıkıyor. Bu neden böyle oluyor diye işte genler üzerindeki araştırmalar şu gerçekleri ortaya koymuştur ki insan kromozomu, hayvan ve bitki kromozomundan çok farklıdır. Zira bitkileri meydana getiren kromozomların tek merkezli, hayvanları meydana getirenlerin iki merkezli insanları meydana getirenlerin üç kromozom olduğu ve insanı insan yapan asıl özelliklerin işte bu üçüncü merkezden doğduğu ilmî araştırmalarla bugün açıklığa kavuşmuştur. Dolayısıyla maymundan insan olmaz. Çünkü maymun bir hayvandır onun kromozomu iki boğumludur. Asıl insanı insan yapan üçüncü boğum daha kromozomu bile içinde mevcut değildir. Bu üçüncü boğum nedir ki insanı insan yapıyor. İnsanı gülen hayvan diye tarif etmek çok yanlıştır. İnsanı konuşan hayvan diye tarif etmek çok yanlıştır. Çünkü maymunlar da gülüyor. Birçok hayvanlar, hatta balıklar uzak denizlerde birbirleriyle telsizlerle konuşuyor. Peki, insanı hayvanlardan ayıran nedir diye sorduğumuz zaman Cenab-ı Hakk’ın o üçüncü boğumdan dolayı insanlara hasletmiş olduğu dört tane temel özelliktir.

İnsan öyle bir varlıktır ki; 1) Doğruyla yanlışı ayırabiliyor, 2) İyiyle kötüyü, güzel ile çirkini ayırabiliyor. 3) Adalet ile zulmü ayırabiliyor, 4) Faydalı ile zararlıyı ayırabiliyor. İnsanı insan yapan işte asıl Cenab-ı Hakkın vermiş olduğu bu üstün müstesna meziyetlerdir. Onun için insan yaratılmışların en şereflisi, en üstünüdür. Bundan dolayıdır ki insana bu özellikler verildiği için doğru ile yanlışı ayırma özelliği insan toplumlarında ilim dünyasını meydana getirmiş. Öbür taraftan iyi ile kötü, güzel ile çirkini ayırdığı için insan ahlâk ve din dünyasını meydana getirmiş, faydalı ile zararlının ayrılmasından ekonomi meydana gelmiş, zulüm ile adaletin ayrılışından siyaset ve hukuk meydana gelmiştir. Böylece insanı insan yapan bu temel meziyetler daha kromozomundaki bu özellikler toplumda bu yapıları meydana getirmiş. Bu açıklamalar, ilim ve dinin yerini, ahlâkın yerini çok iyi anlamamız gerektiği için ifade etmiş bulunuyorum. İlim bir şeyin doğruluğunu gösterir. Beş dörtten büyüktür bunu gösterir. Eğer o beş kazanç haram ve dört kazanç helal ise işte dinde ahlâk da gelir o dört helal kazancın beş haram kazançtan üstün olduğunu gösterir. Beşin dörtten büyük olduğunu bilmek yetmez. Bundan dolayı bunları birbirinin yerine koymak mümkün değildir. İlim ormanda yönünü kaybetmiş bir insanın pusulasına benzer. Gökyüzüne bakabilirsiniz. Büyükayı, Küçükayı, yönleri edebilirsiniz aklınızla. İyi ama ben şimdi bu karanlıkta etrafımın tehlikelerle dolu olan ormandan kurtulmak için nereye gideceğim? Şu Kuzey tarafındaki ağaçların arkasında canavarlar beni bekliyorsa, Doğu tarafta daha farklı tehlikeler mevcut ise ne yapmam, nasıl hareket etmem gerekecektir. Kurtulabilmem,  saadet bulabilmem için akıl nasıl şart ise nerede hangi tehlikeler vardır,  bunu gösteren din, bunu gösteren Kur’an-ı Kerim de aynen bir pusula gibi şarttır, zaruridir. İnsana hem akıl pusula, hem harita lazım. Dolayısıyla akla dayanarak, ilme dayanarak saadet bulacağını zan edenler temelden yanılgı içindedirler. Din fıtrîdir, zaruridir. Saadetin kaçınılmaz bir parçasıdır. Kaldı ki Müslümanlık dininde ilim dinin bir parçasıdır. Bu yanılgıdan kurtulmak mecburiyetindeyiz.

İnsanlık tarihine bir baktığımızda ne görüyoruz? Peygamberler insanlara en büyük devrimleri göstermişlerdir. İbrahim aleyhisselam büyük putları kırdıktan sonra baltayı küçük putun önüne koydu. Ve gelip bunları kim kırdı dedikleri zaman ne dedi; “Bu küçük put kırdı” dedi. Tabii kimse inanmadı. Çünkü bir put başka putları kıramaz. Şimdi bu gerçekler ne gösteriyor? Dinde, inançta, akla uymayan şeylere inanılamaz. Bu insanlık tarihinde işte doğru ile yanlışı ayırma çığırı, yani ilim çığırının açılmasıdır, bir büyük dönüm noktasıdır. Diğer yandan Musa aleyhisselam’a gönderilen Avamiri Aşere Hukuk Nizamı’nın temelini teşkil eder. Herkesin uyacağı kuralları ortaya koymakla insanlık tarihinde hukuk nizamı başlamıştır. Diğer yandan Davut aleyhisselam ki bunlar kendilerine kitap gönderilen peygamberlerdir. O da artık onun döneminde yeryüzünde genişlemiş uluslararası ticaret başlamış olduğu için ekonominin temel kurallarını koymuştur. İsa aleyhisselama gelince o da ahlâkın temel kurallarını koymuştur.  Yani insanoğluna verilen dört temel meziyet, bu peygamberler vasıtasıyla insanlık tarihinin dönüm noktaları olarak yaşanmıştır. Peki, bu Ululemir peygamberleri bunları yaptı da Peygamber efendimiz (s.a.v.) ne yaptı? Onun ne yaptığını belirtmek için en kısa yol bugün elde bulunan Matta İncili’ni okumaktır. Matta İncili’nde aynen şu sözler yer alıyor: “Ne zamanki İsa aleyhisselam‘ın ayrılacağını Havariyyun gördüler, hissettiler, üzülmeye başladılar. Onları teselli için onlara dedi ki ‘Bak ben ayrılıyorum diye üzülmeyin, ben ayrılacağım ki her şeyi tanzim edicinin gelmesine zemin hazırlansın.” Kim bu? Efendimiz Aleyhisselatu vesselam. Binaenaleyh bu dört tane Ululemr peygamber dört tane ayrı ayrı sahalarda insanlık tarihinin yeni safhalarını açmıştır ama son peygamberse her şeyi tanzim etmiştir. İlmi, ahlakı, ekonomiyi ve hukukun temel kurallarını yani adaleti. İşte bundan dolayıdır ki Peygamber efendimiz, elbette bütün insanlığın en büyük insanıdır. En önemli dönüm noktasıdır. Ve biliyoruz ki hepimiz, din fıtrîdir. Mutlaka saadet için insanların dine koşmaları bir zarurettir. Onun için bütün insanlığın saadetinin öncüsüdür, Peygamber efendimiz.

İslam demek ilim demektir. İslam demek çağdaşlık demektir. İslam demek sosyal adalet demektir. İslam demek adil bir düzen demektir. “İlim Çin’de bile olsa alınız o Müslüman’ın yitik malıdır” sözü nasıl ilmin, İslam’ın bir parçası olduğunu açıkça göstermeye yeter. Efendimiz, iki günü birbirine aynı olan insan bizden değildir diyor. Bundan dolayı her gün daha ileriye gideceğiz. Onun için ilericilik, çağdaşlık asıl İslam’ın sıfatıdır. Onsuz ileriye gidilemez. O herkesi en ileriye götüren en güçlü motordur. Öbür taraftan, “komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” sözü, sosyal adaletin ne güzel bir ölçüsüdür. Diğer yandan , “kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemeyi” temel esas koyan Müslümanlık ne güzel bir adil düzen ortaya koymaktadır. Dolayısıyla saadet için ne lazımsa hepsi Müslümanlıkta vardır.  Peygamber efendimiz de bunun öncüsüdür.

İslam elbette barış dinidir. Adı üstünde. Çünkü İslam kelimesinin kökü Selam’dan gelir. Sılim ve selam barış demektir. Bizim Peygamberimiz Rahmetellilalemindir. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. İslam dininin nasıl bağışlayıcı, nasıl hoşgörülü, nasıl sevgiye dayanan bir din olduğu ortadadır. Müslümanlık dininin barış dini olduğunu gösteren en açık tarihî gerekçelerden birisi şudur: Kudüs, tarih boyunca birkaç defa Batılıların, Hıristiyanların, başka din mensuplarının eline geçmiştir. Ama tarihi incelediğimiz zaman görüyoruz ki onlar Kudüs’e geldikleri zaman hep oradaki Müslümanları katletmişlerdir. Sonra Müslümanlar Kudüs’ü kurtardıktan sonra hepsini affetmişlerdir. Çünkü Müslümanlık aftır, hoşgörüdür, iyi muamele etmek demektir. Bakınız bu sebeplerden dolayıdır ki Müslüman olsun olmasın bütün insanlık Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu vesselamı önder kabul etmek mecburiyetindedir. Nitekim Batılı incelemeciler, ilim adamları bunu apaçık bir şekilde ortaya koyup, itiraf etmişlerdir. İnsanlık tarihinin en meşhur simalarını inceleyen en meşhur yazarlar dahi kitaplarında en büyük insanın Hz. Muhammed aleyhisselam olduğunu itiraf etmişlerdir, açık bir şekilde belirtmişlerdir. Bunun için sadece Müslümanların sevgisi değil, bütün insanların sevgisi çok doğaldır.

Bakınız sonradan Müslüman olan John Davenport, kendisinin Müslüman oluşunu nasıl anlatıyor: "Ben bir tarihçiydim. Her şeyi incelediğim gibi İslam’ı da inceledim ve bu arada da Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamı inceledim. Ve bu incelemeye ilmi bir şekilde başladım. Daha çocukluk döneminden baktım, hakikaten tertemiz, ne güzel bir çocuk. Gençlik döneminde herkesin El Emin dediği, itimat ettiği, dürüst, en güzel ahlaka sahip bir insan. Daha sonra vahiy geldikten sonraki faaliyetlerine baktım, çeşitli muharebelerdeki davranışlarına baktım, baktım, baktım. Bunların hepsi En Büyük İnsan’ın yapacağı şeylerdir dedim. Ama bir türlü “Bu Hak Peygamberdir” diyemedim" diyor John Davenport. "Ama ne zaman ki Mekke’nin fethini incelemeye başladım, o zaman iş değişti. Mekke’nin fethini anlatan en güzel kitaplardan birinin adı “İzzü Sacide”. Secdedeki İzzet. Çünkü Efendimiz aleyhisselatı vesselam, Mekke fethedildikten sonra Mekke’ye girerken, devesinin üzerinde secde ederek girdi, Cenab-ı Allah’a şükrederek, hamd ederek girdi. -Biraz evvel Diyanet İşleri Başkanımızın buyurdukları gibi- herkes tir tir titrerken, hayatı boyunca kendilerinden en büyük zulümleri gördüğü insanların hepsi teslim olmuş, en büyük zafer kazanılmış, o insanlara en büyük intikam, hatta adalet ile cezalarını verebilecek her türlü imkâna sahip. Onların hepsini, kendi amcasının ciğerini çiğneyen insanı bile affedecek kadar bir muazzam olayı gördüğüm zaman titremeye başladım" diyor. "Ve bütün bu büyük olaylardan sonra şimdi ne yapacak acaba, bu en büyük zaferden sonra dediğim zaman yine Medine-i Münevvere’deki iki odalı evine döndü, yine arpa ekmeği, yine hasır üzerinde yaşamaya başladı. Diğerlerinin hepsini kıymetli bir insan yapabilir ama bu en büyük zaferden sonra yine aynı sade hayatına devam edebilmek ancak Allah’ın bir ‘Hak Peygamberi’nin yapabileceği bir iştir dedim koştum secdeye kapandım ve Müslüman oldum" diyor.

Evet, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) böylece bütün insanlık için en güzel örnektir. Peygamber Efendimiz’in misyonu ile tüm insanlığı hak ve adalete kavuşturmak için çalışan insanlara ne mutlu!

Efendimiz (s.a.v.) hakkında Mehmet Akif Ersoy’un sözünü ilk açılış konuşmasını yapan hanım kardeşimiz ifade ettiler. Ben de sözlerimi kapatırken Mehmet Akif gibi diğer kıymetli şairimiz Necip Fazıl’ın şu sözü ile kapatmak istiyorum:

 

“Yol O‘nun, varlık O‘nun, gerisi hep angarya,

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya.”

YAZAR HAKKINDA
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN