Abone Ol

Periyodik Darbelerin Söylediği

Periyodik Darbelerin Söylediği

İslam dünyası ülkelerinin kahir ekseriyeti carî bir darbe rejiminin tahakkümü altında yaşıyor. Bütün diğer darbeler ise bu egemen gidişatın balans ayarı mahiyetindedir. Darbelerin açık hedefi, süregiden darbe rejimini olası risk ve tehlikelerden korumaktır. Türkiye’de yaşanan darbelerin amacı da doğrudan bu çerçeve içerisinde değerlendirilmelidir.

Düşünüş ve gündelik yaşam tarzının dizaynının yanı sıra hızlı bir kapitalist dönüşümün mümkün olabilmesi için Batı’daki sıraya uygun bir işleyiş yerine darbeler marifetiyle hızlandırılmış bir siyasal/toplumsal değişimin dayatılması carî ve balansçı darbelerin temel amacıdır.

Türkiye’nin devlet olarak kısa ama netameli tarihi bu değerlendirmemiz için bize çokça delil sunmaktadır. Türkiye’nin küresel hegemonya ile rızaya dayalı inşâsının halkımız üzerindeki operasyonel süreci son derece açıktır. Kurucu iradenin özellikle dinî bağlamda yarattığı tahribat ve düşünsel çerçevedeki yıkımının yanı sıra kapitalist tahakkümün hızlandırılmış etkisi toplumsal travmalara sebebiyet verecek boyutlara ulaşmış, ulus-devlet dayatması başta Kürt meselesi olmak üzere kapanması güç yaralar açmıştır.

Modern kapitalist bir inşâ için dinî olandan uzaklaşarak karma ve başka bir şeyin boy vermesini arzulayan carî darbe düzeninin bu mânâda takviyesini en iyi örnekleyen darbeler 12 Eylül ve 28 Şubattır. 24 Ocak kararları ile neoliberal aşamaya geçiş için level atlatılan kapitalist tahakkümün derinleşmesi maksadıyla 12 Eylül darbesinin takviye ediciliği son derece etkili olmuştur ve bu takviye büyük trajedilerin yaşanmasına rağmen gerçekleştirilmiştir. Kapitalizmi o günün koşullarında yakînen tehdit eden solun ve uzun vadede İran İslâm Devrimi’nin de aktüel katkısıyla büyüme istidadı gösteren ve yeni filizlenen tevhidî çabaların siyasallaşmasının tırpanlanması bu gayretler cümlesindendir.

Büyük oranda budanan soldan başka ve daha tehlikeli boyutlara varabilecek toplumsallığa sahip olabilmesi nedeniyle İslâmî olana dönük operasyonların devam ettiğini 28 Şubat ortaya koymuştur.

Kapitalizm tehdit algılamalarında oldukça mahirdir ve devreye her an kullanışlı araçlar sokabilir. Geç kapitalistleşmiş ve yaşam tarzı itibariyle bu süreçlere direnebilme kabiliyetine sahip toplumlara yer yer katı askerî usullerle, yer yer ahlâkî yozlaşma ve çürümeyi hızlandıran hazcı özgürlük yanılsamalarıyla müdahale eder. 12 Eylül bu usûlün tipik örneğidir. Bir yandan partilerin, sendikaların, derneklerin kapatıldığı; muhalif olan ya da olmayan bütün öbeklerin tasfiye edildiği bir baskıcı siyasallık atmosferini dayatırken bir yandan da alabildiğine gayri ahlâkî yayınların önünü açıyor, her sahada dizginlenemez bir liberal hoyratlığın bekçiliğini yapıyordu. Buradaki baskıcılık ve ahlâkî çürü(t)me arasındaki koşutluk mânidardır.

12 Eylül’den 28 Şubat’a uzanan İslâm karşıtlığı ise mücadele tarzları bakımından dikkat çekicidir. 12 Eylül’de doğrudan büyük ölçekli operasyona maruz bırakılmadan ama Türk-İslâm senteziyle şirk sarmalına mahkûm edilmek istenen bir İslâm anlayışı resmî olarak üretilip pompalanmıştır. 12 Eylül’den bugüne siyasî iktidarlar, düşünsel ve ekonomik anlamda 24 Ocak kararlarını yaşama geçiren 12 Eylül’ün devamı ve her seferinde yeniden üreticisi olmuşlardır. Bugün Türk-İslâm sentezi ve neoliberal kapitalizmin yağmacılığı bütün bir memleketi teslim alarak zirveye çıkmıştır.

12 Eylül’den bugüne uzanan süreçte tek kırılma Erbakan Hükümeti olmuş, o da bütün bu amaca hizmet eden parçalardan biri olan 28 Şubat müdahalesi ile yıkılmıştır. 28 Şubat aslında doğrudan İslâmî olan tehlikeye odaklanmış, düşünsel anlamda ise Müslümanlara 24 Ocak-12 Eylül hattının tek ve temel amacı olan liberalliği dayatmıştır. Müslümanların çoğu bu dayatmaya boyun eğmiş, bu süreçten AKP iktidarı üretilmiştir.

Carî darbe düzeninin kendini onara onara ilerlemesi, son kırk yıldır operasyonel aparat olarak kullanılan Gülen oluşumu gibi yapıların bahsettiğimiz İslâmî olanın tahribi mahiyetindeki rolleri ve yer aldıkları süreçlerin ortaya çıkardığı fatura sürekli olarak Müslümanları, İslâm düşünce ve siyasetini etkilemektedir.  

AKP iktidarının uzun yılları boyunca hem içeride hem de dışarıda egemenlerle, emperyalist güç odaklarıyla kurduğu askerî-siyasî-ekonomik ilişkiler; bir yaşam tarzı olarak liberalliğin umumî kabul görmesi, dinin tevhidî olandan millîliğe evrilmesi, cârî darbe düzeninin kendini onarmakla kalmayıp çok daha muhkem biçimlerde yeniden kurması anlamına gelmektedir. Ancak süregiden büyülenme, farklı usûllerle halk üzerindeki tesirini muhafaza etmektedir.

Askerî müdahalelerin bu çerçevedeki rolünü ortaya koyduktan sonra 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıkan zihinsel/imanî/siyasal sonuçların İslâmî olan üzerindeki tesirlerine eğilmek elzem hâle gelmelidir.

Müslümanların demokratlaşmaları, seküler olana kıymet verilmeye başlanması; dinî olanın yaşamın, siyasal alanın dışına atılması ve bu çerçevede paradoksal biçimde kutsanmaya başlanan laiklik gibi birçok yönelim bundan sonraki süreçte deprem etkisi yapacak gibi görünüyor. Tevhid-şirk karşıtlığına konumlanan İslâmî söylemin gelip çarptığı duvarda hâkimiyetin sadece Allâh’a ait olması gerektiğine dair akide ile onu göklerden/ilâhî olandan alıp yere/insana teslim eden aydınlanmanın, birkaç yüzyıl sonra Müslümanlar eliyle astığı afişlerdeki vurgularını karşılaşıyor olması çarpıcı bir hâldir. Modern-kapitalist hegemonya bu yarıktan Müslümanların iman ve tahayyüllerine nüfuz edecektir. Yakın geleceğin en çok tartışılacak mevzuu bu olacaktır.

Süregiden darbe düzenlerinin yerel ve küresel hegemonya ile sıkı birlikteliği, sermayenin son kırk yıldır bütün alanları kuşatan ve kendine râm eyleyen duruşu, küresel güvenlik sisteminin etkisini artıran sertliği popülist dindarlığın mahiyetini kavrayamadığı gelişmelerdir. Bu tespiti yapmadan meseleleri tartışmak gerçeklerden kopmayı beraberinde getiren büyük bir yanılgı olacaktır. Küresel polis devletinin bekçiliğini net ve kesin bir şekilde yaptığı küresel kapitalizm yerel karakol noktalarında herhangi bir zafiyete geçit vermek niyetinde değildir. Bütün dinî/siyasî söylem kontrol altına alınmalı ve standartlaştırılmalıdır. Böylece kontrol dijital devrimin pençesindeki insanlık için daha ileri noktalara taşınacaktır.

Ortadoğu’da yaşanan trajik süreçler neticesinde karşılaştığımız IŞİD gibi yapılar eliyle İslâm’ın en kıymetli kavramları terörize edilmek istenmişti. Başta cihad gibi bir müminin hayatının temel gâyesini izah eden bir kavram lanetlenmiş, kör şiddetin sembolü kılınmak istenmişti. Bu süreçte de aynı talihsizlik cemaat, imam gibi kavramların başına gelmektedir. İnsanlar için kayıt-dışı ekonomi ve siyasetin ne kadar kötü olduğunun propaganda edildiği bir dünyada artık kayıt-dışı dinin ne kadar kötü olduğu bu vesileyle sunulmuş oldu.

Müslüman ülkelerde her ne kadar dönem dönem solun hedef alındığı darbeler, müdahaleler olsa da halkın Müslüman olmasından dolayı her zaman asıl ve uzun vadeli muhatap İslâm/Müslümanlar olmaktadır. İslâm düşünce ve siyasetinin kendini toparlama istidadı sivil ya da askerî müdahalelerle sürekli olarak tırpanlanmak istenmektedir. Şahit olduğumuz bütün gelişmeler bunu açık etmektedir. Tevhid akidesinin Batılı/seküler paradigma karşısında sürekli olarak tahrip olması/edilmesi bunun kanıtıdır. Batılı/kapitalist yaşam ve siyaset tarzının egemenliğini sürdürebilmesi buna bağlıdır. Kapitalizme köle yapılan insanlığın, İslâm ümmetinin zincirlerinden özgürleşebilmesinin imkânları bu sûretle yok edilmektedir.

Kavramsal düzeyde ifade etmeye çalıştığımız carî darbe rejiminin sadece yerel mahiyette olmadığının bilincine varılmalıdır. Sadece naif usullerle ilerlemeyen bir gerçekliğin İslâm dünyasını nasıl kuşattığı idrak edilmelidir. Irak işgalinin, Suriye trajedisinin hangi acımasız yöntemlerle gerçekleştirildiği, bu günahlarda kendi ülkemizden başlayarak İslâm ülkelerinin rolü açık bir şekilde masaya yatırılmalıdır. Küresel darbe rejiminin ayar verme operasyonlarında yer almanın bile varlığı garanti altına almaya yetmediği gerçekliğiyle yüzleşilmelidir. Zalimlere ve zulme meyletmenin, düşünsel ve fiziki ev sahipliği yapmanın bizatihi tutsaklık ve carî darbe rejimi olduğu hakikatine iman edilmedikçe kurtuluşun olamayacağı görülmelidir. Bunların tespitlenemediği bir hâl, bir zulüm odağından diğerine savrulmak olarak ortaya çıkarsa yaşanılan hiçbir şeyden ders alınmadığı anlamına gelecektir.  

İslâm’ın insanlar için zulüm karşısında bir özgürleşme ve adâlet mücadelesi olduğuna/olacağına ilişkin ya doğrudan ya da dolaylı olarak düşmanlar ya da işbirlikçilikler üzerinden ilerleyen bir ket vurma, engelleme çabası var. Carî ve takviye mahiyetindeki darbe düzenleri bunun her iki boyuttan da kendini gösterdiği hâllerdir.

Kapitalizmin ülkemizde ve bütün dünyada insanları zihnî/imanî taraflarından fiilî hallerine kadar tutsak kılması ancak İslâmî temelde verilecek adâlet ve özgürlük mücadelesiyle mümkün olabilecek iken 12 Eylül’ün en temel paradigması ile gösterilen ve bugün zirveye çıktığına tanık olunduğunu beyan ettiğimiz Türk-İslâm sentezi yoluyla bu büyük imkânın darbeleniyor olması; bütün bunlar yaşanırken de halkın samimi İslâmî hissiyatlarının araçsallaştırılması; bu sebeple, oluşturulan büyünün etkisiyle hakikatle yüzleşemeyen kitlelerin uzun vadede İslâm’a mugayir biçimde bambaşka bir dönüşüme maruz kalacağını fark edemiyor oluşları yaşadığımız yanılgı ve trajedinin boyutlarını ortaya koymaktadır.

YAZAR HAKKINDA
Ahmet Örs
Ahmet Örs
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN