Abone Ol

Meşruiyetin Meşruiyeti

Meşruiyetin Meşruiyeti
Hayatınızda en çok kullandığınız noktalama işareti nedir, diye sorduğumda hangi cevabı verirsiniz? Nokta yahut virgül mü?

Bu soruyu öğrencilerime yönelttiğimde türlü cevaplar aldım. Her biri kendi bakış açısına göre farklı cevaplar verdi. Amacım noktalama işaretlerini benimsetmek ve yazılarında bunları kullanmayı alışkanlık haline getirmektir. Ama bir yandan da hayata hazırlamaktır. Bir yerden giriş yapmam gerekir. Onların korkularından, endişelerinden, kırılganlıklarından başka kapı bulamam. İlkin bu kapıyı açmakta tereddüt etseler de ardına kadar açacaklarını bilirim. Çünkü insan istekleriyle kendisi arasında kaldığında bazen kendisinden vazgeçerek isteklerine, arzularına yönelir. Sanki bu, kaçınılmaz bir yol gibidir. Sanki insan, kendi dünyasına açılan kapıları noktalarla değil virgüllerle açık bırakmak ister de sırf bu yüzden, işte sırf bu yüzden isteklerine sarılır ve çoğu zaman kendine sırt çeviriverir ister istemez.

İstek, hayâl demektir. Ve hayâller de insanın kendisidir. İnsan kalben istiyorsa bir şeyi, o, artık avucunda demektir. Hayâli, arzusu olmayan kendi içine kapanıp hayata küsenlerdir daha çok. O yüzden hayâlleri olan insanlarla konuşmayı yeğlerim. Ancak bu hayâller, gündelik yahut sıradan olmamalı. Ufka doğru geniş bir yay çizmeli. Alabildiğine geniş olmalı. İnsana kendiliğini hatırlatan bu hayâllerin ardında insan onun gerçekleşebilirliğini kendinde bulabilmeli ve nihayet bu özgüvenle bir sonraki adımı atabilmelidir. Dahası insanın kendiliğine yakışır olmalıdır da. İnsan olmaya yakışır olmalıdır.

Nefretler, intikamlar, hırslar hayâllerin düşmanıdır. İnsanın da düşmanı değil midir? Herhangi bir cümleye nokta koyamayacak kadar güçsüz hissederken nefretler, intikamlar, hırslar, zoraki nokta koymaya çalışmak değil midir? Hayâl ufuklarımızı daracık bir odaya hapsetmek değil midir? Virgül ya da üç nokta ile karşımızdaki ile olan ilişkimizde muhabbet çiçekleri açtırmak varken kara, kapkara bir kalple ufuklara bakmanın kime ne faydası olacak?

Galiba, hayat bize biz olduğumuzu unutturmuş olmalı ki bu sorulara “hayır” diye cevap veriyoruz. Penceremizi kapatıyor ve insanlara bütün umutsuzluklarımızı, karabasanlarımızı, ufuksuzluğumuzu göstermekten çekiniyoruz. Sosyal iletişim ağlarında ağza alınmayacak küfürlerle, beddualarla ve dahası birine zarar vereceğiz diye herkese, bütün etrafımızdakilere hatta kendimize de kötü nazarla bakmaktan geri durmuyoruz. İletişimin siyaseti de siyasetin iletişimi de bu olmamalıdır. Çünkü inancımız her ne kadar suçlu da olsalar onlara eziyet etmeme üzerine de kuruludur.

Sövgünün insanı bir yere vardırmayacağını düşündüm hep. Futbol maçlarına da sırf bu yüzden gitmem. Yanınızdaki adamın patronundan, eşinden, dostundan çıkaramadığı acıyı sahada profesyonel bir şekilde oynayan ve nihayetinde mantığında yenmek de yenilmek de olan bir oyuna değil bir aidiyet içinde olamamanın, dışlanmış olmanın sancısını dışa vurmasını seyretmek ya da dinlemek istemem doğrusu.

İnsanın da toplumların da meşruiyetleri büyük belâlar atlattıktan sonraki davranışlarına bağlıdır. Ne kadar soğukkanlı oluşlarıyla ölçülür. Evet, bu ülke büyük belâlar atlattı. En büyük belâ da 15 Temmuz gecesi def edildi. Bunda kuşku yok. Şimdi ortalığın sakinleşmesiyle, sosyal medyada neler sarfettiğimize baktığımızda ne kadar pişmanlık duymuyorsak o kadar sağduyuluyuz demektir. O hâlde önümüze bakmalı ve hayata ne kadar hazır olduğumuzu görmeli ve yeniden kendimize çekidüzen vermeliyiz.

Hayat, birbirimizi kırmadan meşruiyetimize yakışır bir meşruiyet algısı vermeye hazırken bize, kendimizle olan köprüleri yıkmaktan vazgeçtiğimiz gün kalplerimizin darbesine yenilmiş olacağız ki bu en güzel darbedir. Bütün noktalama işaretlerini yerli yerinde kullanıp kendimize, ahlâk anlayışımıza yakışır olan elbiseyi giydiğimiz gün bizim için asıl darbedir.

Biz, biz olarak yaşamayı seçtiğimiz gün, meşruiyetimizi kazandığımız gündür.

YAZAR HAKKINDA
Hayrettin Orhanoğlu
Hayrettin Orhanoğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN