Abone Ol

Latin Amerika’nın ABD ve Darbelerle İmtihanı

Latin Amerika’nın ABD ve Darbelerle İmtihanı

Güney Amerika’nın da içinde yer aldığı bölge genel olarak Latin Amerika olarak bilinir. Latin sıfatı aslında sömürgeleştirilen halkların kullanmak zorunda kaldıkları Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Portekizce gibi Latin kökenli dillerinden kaynaklanıyor.

XV. Yüzyıldan itibaren Batılılar tarafından sömürgeleştirilen Maya, Aztek ve İnka gibi medeniyetlerin hayat bulduğu ve son 150-200 yıldan günümüze kadar da Kuzey’in dominant etkisi karşısında hep kendisi olabilmenin mücadelesini veren bir coğrafyadan bahsediyoruz. Aslında Başkan Monroe tarafından uygulamaya konulan 1823 Monroe Doktrini ABD’nin bugünkü tavrını anlamak için önemli bir dönüm noktasıdır. ABD legal görünümlü illegal dayatmalarına genel hatları itibariyle o tarihte başladı. Bu illegal yaklaşım ile Latin Amerika birinci öncelikte çıkar haritası olarak belirlendi, yani “Arka Bahçe” olarak ilan edildi. İşte bu yüzden ABD iki yüz yıldan beri Latin Amerika ülkelerine rahat yüzü göstermiyor. Kendi çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecek girişimlerin içinde olmasınlar diye her türlü kirli tezgâhı yapıyor. İç savaş planlamalarından tutun da darbe organizasyonlarına kadar doğrudan veya dolaylı her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Hatta Başkan Roosevelt zamanında bu uygulamaları öyle bir noktaya ulaştı ki  “Big Stick” (Kalın Sopa) denilen yöntemle, Orta ve Güney Amerika’da ABD’nin güvenini kazanamayan ülkelere müdahaleyi yasal hâle bile getirdiler. “Güven kazanmanın kriterleri nedir?” sorusunun ne kadar göreceli olduğunu konuşmaya bile gerek olmadığı herkesin malumudur.

Latin Amerika’ya aslında varlık içinde yokluk çekenlerin diyarı da diyebiliriz. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine rağmen, kişi başına düşen millî gelirlerinden tutunuz da, sosyal hayatlarındaki çıkmazlarına kadar, akıllarda hep sorunlu, istikrarsız ve darbelerle anılan bir bölge izlenimi vardır. Kendisinden 10 bin km ötedeki Ortadoğu’yu işgal ve tecavüzleriyle rahat bırakmayan ABD’nin iç içe olduğu, yanı başındaki coğrafyayı yalnız başına bırakması elbette beklenemez. 21.Yüzyılın ilk yıllarında, yani 2002 yılında ABD’nin Venezüella’da yaptırmaya çalıştığı darbe, bugün zihinlerdeki tazeliğini hâlâ koruyor. Suudi Arabistan ve Kuveyt’ten sonra ABD’nin en büyük üçüncü petrol sağlayıcısı olan Venezüella’da, bizde yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi gibi bir planı, 11 Nisan 2002 günü hayata geçirmeye çalıştılar. Bu müdahale 48 saat süren bir darbe olarak dünya tarihine geçti. Parlamento feshedildi. Sözde yeni devlet başkanı yemin ederek göreve başladı ama halk bunu kabul etmedi, sokaklara döküldü. Sonunda Chavez halkın darbeye karşı yoğun protesto gösterileriyle tekrar görevinin başına döndü. O zaman Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Condoleeza Rice, "Chavez'e ikinci bir şans tanındı. Bu şansı iyi kullanmalı." diyerek darbenin arkasında kendilerinin olduğunu açık seçik kabul etti. Chavez’in Mart 2013’te kanserden öldüğü söylendi. Söylendi diyorum çünkü Chavez ile Yaser Arafat’ın ölümü arasındaki benzerlikler akıllarda hep soru işaretleri bıraktı. Bu ölüm de müdahalenin başka bir parçası mıydı diye tartışmalar dile getirildi. Chavez’in ölümü sonrası, ülkemizin 12 Eylül darbesi öncesi “70 sent”e muhtaç olması gibi, bugün de Venezüella “ekmeğe muhtaç” hâle getirildi. Öyle ki şimdilerde yağmalara karşı fırınların, marketlerin girişlerinde askerler beklemek zorunda kalıyor.

Latin Amerika denildiğinde ayrıca sosyalist rejimler akla geliyor. Bunun ana nedeni özellikle “Soğuk Savaş” döneminde ABD karşıtlığının sosyalizm üzerinden şekillenmesidir. Bir de güçlü ve karizma liderler etrafında belirginleşen bir yönetim anlayışı daha baskın figür olarak ortaya çıkıyor. Halklar taleplerini Fidel Castro, Hugo Chavez, Evo Morales gibi liderler üzerinden ifade etmeyi tercih ediyor. Çünkü ABD’nin baskılarından dolayı devletler bir türlü kurumsallaşmalarını tamamlayamıyorlar.

Latin Amerika ülkeleri bu kuşatmayı yarmak ve ABD vesayetinden kurtulmak için birçok yolu denedi. Bunların en başında diğer güçler yani ABD muhalifi ülkelerle işbirliği yapmak ve bölgesel ittifaklar kurmak vardı. Mesela Chavez’in ABD ve Kanada dışındaki kıta ülkeleriyle sıkı temaslar içinde bulunması, Brezilya ve Arjantin’in de dâhil olduğu MERCOSUR gibi bölgesel ekonomik birliktelikler kurması buna bir örnektir. Ayrıca Chavez’in ABD’nin Irak ve Afganistan’daki işgallerine karşı duruşu ve İran ile yakın ekonomik ve siyasî işbirlikleri yapmasının temelinde de bu gerekçe vardır. Brezilya’nın BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) içinde yer alması yine bu kuşatmayı yarmak ve kendi ayakları üzerinde durma gayretinden başka bir şey değildir.

Bugün Brezilya yolsuzluk iddiaları nedeniyle siyasî çalkantılar yaşıyor. Eski başkan Silva, mevcut başkan Rousseff’in de adları bu yolsuzluğa karışmış durumda. Yolsuzluk vardır, yoktur orası ayrı bir konu. Ancak bu iddialar çoktan uluslar arası alana taşındı bile. Yani bir üst akıl bu yolla Brezilya siyasetini şekillendirmeye çalışıyor. Diğer taraftan Brezilya aslında solcu iktidarların görevden uzaklaştırılması hedefinde sadece bir aşamayı temsil ediyor. Yakın zamanda Arjantin’de başkan değişti. Venezüella’da Chavez’in halefi mevcut başkan Madura parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti. Bolivya’da Morales başkanlığını uzatmak istedi ama referandumda yenildi. Yani anlayacağınız ABD sandığa müdahale ederek, birçok ülkede kendisine yakın iktidarların işbaşına gelmesini istiyor. Para veriyor, muhalefete desteğini açıkça ilan ediyor. Kampanyalarda manipülasyonlar yapıyor. ABD müdahalede sınır tanımıyor ve bunu yaparken çok fütursuzca hareket ediyor. Demokrasi, sivil irade, insan hakları gibi kendisinin hamiliğini yaptığı ne kadar değer varsa, kendi çıkarı söz konusu olduğunda bunları duymak bile istemiyor.

Sözü bir hatıra ile bitirelim. 2009 veya 2010 yılıydı. Venezüella’nın İstanbul Başkonsolosu bize “Amerika’da neden darbe olmuyor biliyor musunuz? ” diye sordu ve “Amerika’da Amerikan Büyükelçiliği yok da ondan”  diye kendi sorusuna cevabı kendisi verdi. Türkiye’nin darbe geçmişi, Latin Amerika’nın tecrübeleri ne yazık ki bizi tebessüm ettiren bu sözü haklı çıkarıyor.

YAZAR HAKKINDA
Mustafa Kaya
Mustafa Kaya
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN