Abone Ol

Kant’ın Ahlâk Felsefesinin Ana Çizgileri

Kant’ın Ahlâk Felsefesinin Ana Çizgileri

 
                                                                                                                                                                            Alper Gürkan

Felsefe tarihinde pratik (amelî) akıl ile teorik (nazarî) akıl ayrımı daima yapılagelmiştir. Nazarî akıl, felsefenin çoğunlukla spekülatif konularıyla ilgiliyken amelî akıl, insan davranışlarını ve onları belirleyen tutumları araştırır. Bu çerçevede ifade edilirse nazarî aklın işlevi, doğruluk ve hakikat gibi gerçek olan ve olmayana ilişkin olarak bir bilgiye ölçüt aramak olurken amelî aklın işlevi; ilgiler kurmak yoluyla faydalı veya iyi olanı elde etmek için ölçüt aramaktır. Bununla birlikte bu iki tip akıl, esasen tek olan aynı aklın iki işlevliliği veya kullanım biçimiyle ilgilidir.

Bu ayrıma başvuran bir filozof da Kant olmuştur. Ancak Kant, pratik aklı da teknik ve saf pratik akıl olarak ikiye ayırır. Kant, daha önce Saf Aklın Eleştirisi’nde saf (veya salt) kavramını tecrübeye bulaşmamış anlamında kullanmıştır. Buradan hareketle ifade edilirse saf pratik akıl da tecrübeye bulaşmamıştır ve ancak insan deneyimine önsel olan iradesini biçimlendiren a priori ilkeler ve yasalar ile tecrübeyi yönetmektedir. Teknik pratik akıl ise insanın amaçlarına uygun yolları ve araçları arayıp bulan akıldır. Bu iki pratik akla bakıldığında; insanın mutluluk, haz veya faydası için kullandığı teknik akıldan ziyade insan tutumlarını biçimlendiren iradesini yöneten saf akıl, Kant’ın modern öncesi ahlâk felsefesi ile ilişkisini sağlamaktadır denilebilir. Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’te ahlâkı (ethics) ethos kavramı üzerinden açması ve insanın eylemlerine önsel olan tutum ve duruş ile ilişkilendirmesi hatırlanabilir. Buna göre ahlâk, bir eylemlilikten önce tüm olası eylemleri önceden biçimlendirecek bir tutum ile ilişkilidir. Kant’ın insanın mutluluğa kavuşmak için yollar bulmasını değil de saf pratik akıl ile ahlâkı temellendirmesi, yararcılık yerine gerçek bir ahlâk biçimi aradığını göstermektedir.

Kant’ın ahlâk felsefesinin temellendiği saf pratik akıl, denildiği gibi tecrübeye bulaşmamış arı bir akıldır. Bu nedenle onun iradenin üzerinde veya gerisinde temellenmiş olması söz konusudur. Kant bu yüzden iyi niyet ve iyiyi isteme iradesini de onun pratiğinden daha yüksek görür. Yani iyi niyet, onun sonucu olarak ortaya çıkan deneyim ile ölçülemeyecektir, Kant’ın ifadesiyle “Sadece irade, kendi başına iyidir.” Öz olarak söylenirse ahlâk felsefesinin temel sorunlarından olan iyi ve kötünün ne olduğu ve onun kaynağına ilişkin filozofun yaklaşımı burada açıklık kazanmış olmaktadır: iyinin de kötünün de özü niyetseldir ve eylemden önce gelmektedir.

Etiğin tecrübeyle ilgili kısmını antropolojiye bırakan Kant, ahlâkı zorunluluk açısından değerlendirir. Duyu dünyası ve aklî dünya arasında felsefede yapılan ayrıma dâhil olarak Kant, duyu dünyasının değişebilir ve mümkün olan olgularının aksine değişmezliği ve zorunluluğu aklî dünyada görür. Zorunluluk bu anlamda tecrübeden bağımsızdır. Kant, ahlâk yasasını zorunluluk olarak ele almakla onu tecrübe dünyasından ayırmakta ve zorunlu bilgi de olduğu gibi saf anlama yetisinde ona dair bir işlev görmektedir. Dolayısıyla ona göre ahlâk yasasındaki yükümlülük, insanın doğal yapısında veya içinde bulunduğu koşullarda değil, saf aklın kavramlarında aranmalıdır. Tecrübe dünyasına dayanan bazı yükümlülükler mevcut olabilirse de bunlar ahlâk yasası değil, ancak pratik kurallar olarak anılabilirler.

Böylece Kant’a göre doğa yasaları olarak adlandırılan ve evreni bir kozmos haline getiren nedensellikteki zorunluluktan ayrı bir düzlemde olsa da ahlâk yasası da bir zorunluluk olarak, “yapmalısın!” buyruğu ile görünürleşmektedir. Bu, onun meşhur sözünün de anılması için bir sebeptir: “Beni, üzerinde durup araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusuyla dolduran iki şey var: başımın üzerindeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlâk yasası”.

Ahlâkı, doğadan ve doğal dünyadan ayrı olarak özgür iradeyle ilişkilendiren Kant, insanın hayvandan farklı bir akıl öznesi olduğuna vurgu yapar. Bir akıl öznesi olarak insan, şeylerden ayrıdır ve şeylerin fiyatı varken insan ahlâk sahibi olması nedeniyle bir onura sahiptir. İnsandaki bu onur, onun akıl yoluyla ahlâk kararları almasını, amaç koymasını gerektirir. İnsan, örneğin hayvan gibi sadece istekler ve eğilimlerle hareket edip yaşayamaz.

Kant, akıl sahipliği nedeniyle insanın ahlâk konusunda kendi dışında bir otoriteye müracaat etmesini gerekli görmez. Ahlâki davranışın tek kaynağı saf akıldır. Öyle ki ona göre insanın iyi eylemler yapması, onun ilahi bir ödül olarak örneğin cenneti ummasına bile dayanmamalıdır, aksine doğru davranış kendi içinden gelmeli, kendi aklî gereklilikleriyle temellendirilmelidir.

Kant için bu temellendirme, iki tür gerekliliğe dair yaptığı bir ayrımla ilgilidir: Hipotetik buyruk ve kategorik buyruk. Hipotetik buyruklarda gizli bir koşul söz konusudur ve bu nedenle onlar belli bir şarta bağlanmış davranma ile ilgilidir. Hipotetik buyruklar, aklın teknik kullanımıyla ilgilidirler ve insana, elde edeceği fayda ve mutlulukla ilgili pratik çözümler içerirler. Örneğin “tutumlu ol” buyruğu öyledir: Şimdi tutumlu olur ve paranı saklarsan hastalıkta ve yaşlıkta bu senin menfaatine olacaktır. Yani tutumlu olmakla ilgili buyruk; şunu yaparsan şunu elde edersin gibi formüle sokulabilirdir.

Kategorik buyruklarsa hiçbir koşul öne sürülmeden “yapmalısın!” diyen buyruklardır. Kant için hakiki ahlâk buyrukları böyledirler. Bir koşul olmadığı gibi gözetilen bir menfaat veya mutluluk beklentisi de olmadığı için yarar motivasyonuna sahip değildirler. Kategorik buyruklar bu nedenle koşullara, durumlara bakılmaksızın yapılması gerekenleri bildirirler. Bu da doğal olarak onların tüm insanlar için geçerli olmalarını sağlayacak bir nesnellik veya genellik/zorunluluk niteliği taşıdıkları anlamına gelmektedir.

Kant, hakiki ahlâk yasalarındaki bu genellik ve zorunluluğu; öznenin, tüm insanlar için geçerli bir ilke olmasını isteyebileceği bir eylem ile hareket etmesi biçiminde formüle eder. Bu, Kant’ın tüm ahlâk yasasını içerecek veya özetleyecek olan temel ilkesidir: “Kesin buyruk bir tanedir, o da şudur: ancak, aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye (maxime) göre eylemde bulun!”

Anlaşılacağı üzere Kant, bu kesin buyruk aracılığıyla ahlâkı ferdî olandan diğer insanlara doğru açar ve böylesi bir ilkeye tabi olmakla insan eylemliliğinde bir genelliğin olası olduğunu göstermek ister. Şayet bu genelliği kabul etmek istemeyenler, özel koşullarına göre kendi doğrularına yönelmek isteyenler olursa onlar için de ödev kavramına ihtiyaç söz konusudur. Ödev, zorunlu olan eyleme, pratik zorlamaya verilen addır. Bu genelliğin, aynı zamanda insan dünyasını bir amaçlar krallığı olarak kavramakla da ilgisi olduğu açıktır: her insan, kendince belirlediği bir amaç üzerinde hareket etmektedir. Ancak insanın kendisinin bir amaç olabilmesinin tek şartı ahlâklılıktır; ahlâk ile insan ya bir üye olarak ya da bir baş olarak bu amaçlar krallığında yer alabilir. Buna göre de diğer insanlar hiçbir şekilde bir araç olarak görülemezler. Çünkü araç olmak sadece şeyler için uygundur. Şu hâlde insan diğer insanları da kendinde amaç olarak görmeli ve onlarla kendi ortak olan insanlık fikrine göre hareket etmelidir. Böylece Kant’ın bu anlayışının neticesi olarak “saygı” kavramına verdiği önem de anlam kazanır: Ona göre saygı, insan aklında a priori olarak bulunan bir bilgiye dayanması sebebiyle, diğer duygulardan ayrılmaktadır. Zaten eylemi ahlâklı kılan da yukarıda ifade edildiği üzere koşula veya çıkara dayanıyor olması değil, ödeve karşı duyulan saygıdır.

Kant, ahlâka ilişkin yasanın dışsal olmadığını, insanın akıl yapısından geldiğini ifade etmekle irade kavramını da ahlâk felsefesinin merkezine yerleştirmiş olmaktadır. Öyle ki ona göre söz konusu akıl yapısının sahipleri, yani tüm insanlar bu nedenle aynı zamanda bir ahlâk yasası koyucusudurlar. Ancak bunun anlamı insanların öznel kurallar koymaktaki serbestlikleri değildir elbette: Ahlâk, her biri amaçlar krallığının üyesi olan insanlar için nesnel bir temele sahip olmalıdır, her insanda da aynı akıl yapısı bulunduğu için genel ve zorunlu yasalar akıldan çıkarılabilecektir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

Kant, I.; Pratik Alın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., Çev.: Ioanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Füsun Akatlı; 3. Baskı, 1999: Ankara.

Kant, I.; Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., Çev.: Ioanna Kuçuradi, 6. Baskı, 2015: Ankara.

Heimsoeth, H.; Immanuel Kant’ın Felsefesi, Çev.: Takiyettin Mengüşoğlu, Remzi Kitabevi, 1986: İstanbul.

 

 

 

 

YAZAR HAKKINDA
Alper Gürkan
Alper Gürkan
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN