Abone Ol

Günümüz Kadınını Bekleyen Tehlikeler

Günümüz Kadınını Bekleyen Tehlikeler
Kadın, toplumun terbiye edildiği, karakter kazandığı aile okulunun mürebbiyesidir. Toplum, kadınları üzerinden şekil alır. Toplumlar, kadının nüshası yani kopyasıdır. Bu itibarla bir medeniyetin değerlerini koruyacak en mühim insan, hem kendi evlatlarının hem de milletin evlatlarının annesi yani kadındır. Bir atasözünde “kadın mekteptir” denilir.

Kadın, toplumun annesidir. Ailenin bir arada kalmasını sağlayan harcıdır. Kadınlar, içinde bulundukları sosyal yapının düzenini temin ettikleri gibi medeniyetlerinin de yeni nesillere nakşedilmesinin en önemli unsurlarıdırlar. Muhammed İkbal kadını, “Dinimizin kuvveti, ümmetimizin varlık esası; hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eden, toplumun ab-ı hayatı” olarak ifade eder. Musa Carullah, “Kadınları, anneleri şuursuz ve sorumsuz olan bir millet hiçbir zaman büyük olamaz. Kadın sefil olursa ümmet rezil olur. Kadın, kadınlığının ve anneliğinin şuurunda olursa ümmet ayağa kalkar. İslâm dünyasındaki ilmi, toplumsal ve siyasi suskunluğumuzun en büyük sebebi milletin annesi olan kadının layık olmayan bir dereceye indirilmesidir.” der. Bir toplumu tanımak için kadınlarına bakmamız yeterlidir. Yine bir toplumun huzur ve saadeti, kadınlarına verdiği kıymete bağlıdır. Özetle kadın toplumun öznesi ve aynasıdır. Bu sebeple toplumun ıslahı ve inşası kadınlarının ıslahı ve imkânına, ifsadı ve yıkımı ise kadınlarının ifsadına bağlıdır.

 

Kadın Meselesi

İnsanlık tarihi boyunca kadına yönelik haksız ithamlar, kötü muamele ve haklarına yönelik mütecaviz tavırlar hep olagelmiştir. Geçmişte şiddet, taciz, hakaret ve insan dışı varlık muamelesi, temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılma ve daha nice haksızlığa ve zulme uğrayan kadınlar, günümüzde geçmişte yapılanlar kadar olmasa da hala haksız muamelelere maruz kalmaktadır. İnsanlık bugün bu durumun ortaya çıkardığı kadın meselesi ve bu meselenin çözümüne yönelik bir takım arayışlar içerisindedir. Aynı arayış ülkemizde için de geçerlidir.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, sosyal meseleler başta olmak üzere bütün meselelerin çözümünde en önemli husus hak anlayışı ölçüsüdür. Tarih boyunca hak anlayışı açısından iki yaklaşım ortaya çıkmıştır. Birincisi, bizim medeniyetimizin de temelini teşkil eden ve doğru hak anlayışı olan peygamberlerin hak anlayışıdır. Peygamberlerin hak anlayışına göre hak sebebi dörttür. Bunlar;

  1. İnsan olmaktan kaynaklanan temel insan hakları (Yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, namusun/neslin korunması, aklın korunması, inanç hürriyeti)
  2. Emek
  3. Karşılıklı rızaya dayanan anlaşmalar
  4. Adâlet
Hak anlayışı yaklaşımlarının ikincisi, Batı medeniyetinin temelini teşkil eden ve yanlış hak anlayışı olan Firavunların hak anlayışıdır. Firavunların hak anlayışına göre de hak sebebi dörttür.

  1. Kuvvet
  2. Çoğunluk
  3. İmtiyaz
  4. Menfaat
Doğru hak anlayışının hâkim olduğu toplumlarda kadın, yaşadığı toplumun en önemli değeri olmuşken yanlış hak anlayışının hâkim olduğu toplumlarda her türlü zulme ve haksızlığa maruz kalmıştır.

Bedenen kendini kuvvetli gören, kadın üzerinde menfaat gözeten zihniyet, günümüzde de kadına yönelik haksızlıklara sebebiyet vermektedir. Bu itibarla fıtrat gereği bedeni güç bakımından hiçbir zaman erkekle bir olamayacak kadın bu zihniyetin her zaman tehdidi altındadır. Bu çerçevede kadın meselesine yönelik geliştirilecek çözümlerin doğru hak anlayışı çerçevesinde ve bizim değerlerimiz ekseninde olması zarurettir. Aksi hâlde geliştirilecek hiçbir çözüm kadına ve dolayısıyla da topluma rahat ve huzur getirmeyecektir.

 

Kadın Meselesinde Hatalı Yaklaşımlar

Günümüzde diğer sosyal meselelerde olduğu gibi kadın meselesinin çözüm arayışlarında da hatalı yaklaşımlar ortaya konmaktadır. Bu hatalı yaklaşımları iki ana başlık altında toplayabiliriz.

1. Çözümü Batı'da Aramak

Osmanlı'nın son dönemleriyle beraber genelde İslâm dünyasında özelde ise ülkemizde, yenilmişlik psikolojisi içinde, Batı’yı üstün gören ve Batı hayranı yeni bir aydın tipi ortaya çıktı. Bu aydın tipi her türlü çözümü batıda ve batının değerlerinde aramayı en önemli kıymet saydı. Batı'yı ve onun kurumlarını bir medeniyet ölçüsü kabul etti. Maalesef aynı hatalı yaklaşım AB’nin bir medeniyet projesi olarak kabulü şeklinde halen devam ettirilmektedir.

Aslında diğer birçok sosyal meselede olduğu gibi kadın meselesinde de sorunun kaynağı Batı’dır. Batının değerleri ve tahrif edilmiş inançlarına göre kadın, erkek için yaratılmıştır. Hz. Âdem’i Cennet’ten çıkaran günahkâr kadındır ve sadece erkeğin sahip olacağı bir nesnedir. Kadın, Allâh katında makbul değildir.

Batı’da kadının ruhunun olup olmadığı yüzyıllarca tartışma konusu olmuştur. 12. Asırdan itibaren Batıda kadınlar, büyücü ve cadı avına maruz kalmış, uğursuz oldukları ve cinlerle ilişkileri olduğu iddialarıyla yakılmış veya suda boğulmuştur. Sanayi devriminden sonra ise kadın yeni açılacak iş yerlerinde çalıştıracakları işçi, ürettiklerini sergileyecek bir beden ve ürünlerini satın alacak bir nesnedir.

Kadını önce günahkâr, ruhsuz ve uğursuz gören batı, sonrasında da sadece kullanılacak bir meta olarak görmüştür. Kadına yönelik bu hatalı muamelelerin sonucunda başta feminizm olmak üzere ortaya çıkan akımlar ve pozitif ayrımcılık gibi yaklaşımlar meselenin daha da derinleşmesine sebebiyet vermekten başka bir işe yaramamaktadırlar. Bilenmelidir ki bozuk değerleri ve iflas etmiş sosyal yapısı ile batı, ne kendi toplumuna ne de insanlığa hiçbir çözüm sunamaz. Çözüm diye sunduğu her adım yeni sosyal problemler oluşturmaktan başka birşey getirmez.

 

2. Sorunu İslâm’da Aramak

İslâm, Cenab-ı Hakk tarafından insanoğluna gönderilmiş ve insanoğlunun dünya ve ahiret saadetini temin edecek yegâne dindir. İslâm’ın emir ve yasakları ve kutlu peygamberinin uygulamaları koyu cahiliye karanlığında yaşayan insanlığı yeryüzünün en medenî toplumu hâline getirmiştir. Hz. Peygamberden sonra da İslâm yayıldığı topraklara huzur, barış ve selamet götürmüştür. Tarih bize göstermektedir ki, İslâm'a bağlı olarak yaşayan devletlerin hükümran olduğu topraklarda kadına yönelik en ufak bir zulüm ve haksızlık yapılmamış bilakis imkân ve şartları en iyi noktalara taşınmıştır.

İslâm’a göre, insan eşref-i mahlukat olarak yaratılmıştır. İnsan olarak yaratılması sebebi ile kadın ve erkek doğuştan eşit haklarla yaratılmıştır. Kadın ve erkek dini sorumluluklarda eşittirler. Kadın da erkek de günahsız olarak doğarlar. Büluğa erdikten sonra kadın ve erkek, insan olmaları sebebi ile yapacağı iyi veya kötü işlerin sorumluluklarını yüklenirler. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek gibi emirlerden ve yalan söylememek, kul hakkına girmemek, zina yapmamak, hırsızlık yapmamak gibi nehiylerden de eşit derecede sorumludurlar. “Herkes kendi kazandığının kefilidir.” (Müddesir, 38), “Hiçbir günahkâr başkasının yükünü yüklenmez. İnsan için ancak kendi çabası vardır. Onun çabası şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir.” (Necm 38, 39, 40, 41) ayetlerinde de ifade edildiği gibi insan, kadın ve erkek ayrımı yapılmadan fiillerinin sorumlusu olarak gösterilmiştir. Ayrıca “Ben erkek olsun kadın olsun, sizden, hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz” (Al-i İmran 195) buyrulmuştur.

Peygamber Efendimiz, toplumun en önemli ögesi olan kadına, şahsiyet ve saygınlığını kazandırmıştır. Hz. Ömer bir rivayette; “Biz cahiliye döneminde kadına zerre kadar değer vermezdik. İslam gelip de Allah onlardan bahsedince, üzerimizde hakları olduğunu öğrendik.” buyurmuştur. Bir başka sahabenin de: “Peygamberimiz zamanında eşlerimize çok iyi davranmaya başladık. Korktuk ki kadınlar hakkında âyet iner de biz erkekler mahvoluruz.” dediği rivayet olunmuştur.

Kadınlara yönelik hayatın her alanında uygulanan adâletsizlik peygamber efendimizin rehberliğinde ortadan kaldırılmış ve adâlet, hayatın her alanında yeniden hâkim kılınmıştır. Resulullah’ın yanına gelen bir sahabe; “Hanımlarımız hakkında ne dersiniz? diye sormuş. Efendimiz şöyle buyurmuş; Yediklerinizden onlara da yedirin, giydiklerinizden onlara da giydirin, onları dövmeyin ve onları kötülemeyin.” (Ebu Davud, Nikah 40-41). Yine “Sizin, hanımlarınız üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Tirmizi, Rada 11) “Sizin en hayırlılarınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır.” (İbn Mace, Nikah 50) buyurarak kadınlara verilmesi gereken değere işaret etmiştir. Veda Hutbesi’nde de “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun. Çünkü siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız” buyurarak bütün Müslümanlara kadınlarının emanet olduğunu ifade etmiştir.

Peygamber'imiz sadece sözü ile değil tavır ve hareketleri ile de kadına hak ettiği değeri vermiş ve bu konuda örnek olmuştur. Hayatı boyunca ne bir kadına ne de bir köleye tokat atmamıştır. Herkese olduğu gibi eşlerine de çok sabırlı olmuştur. Kusurlarını görmezden gelmiş, iyi huylarını övmüştür.

Bir gün Muhacir ve Ensar’dan bir topluluk önünde ganimetleri taksim ederken eşi Zeynep bint Cahş söze karışınca Hz. Ömer tarafından azarlanmış, Peygamberimiz de “Ömer onunla uğraşma, o yumuşak huylu, yufka yürekli ve çok dua edendir” buyurarak kadınlara yönelik muamelelerde nasıl olunacağını göstermiştir. Peygamber efendimiz eşleri ile şakalaşır, gönüllerini hoş tutmaya çalışırdı. Hatalarına karşı kin tutmaz, affederdi.

Bir gün Hz. Ebubekir kızının kapısına geldiğinde Hz. Aişe’nin peygamberimizle tartıştığını duydu ve içeri girdiğinde Hz. Peygamberi üzdüğü için kızına vurmaya yeltendi. Hz. Aişe efendimizin arkasına geçerek babasından saklandı. Peygamberimiz onu korudu ve Hz. Ebubekir gidince “Gördün mü ya, seni adamın elinden nasıl kurtardım” diyerek hem tatlı bir uyarıda bulundu hem de bütün Müslümanlara kadınlara nasıl muamele edileceğini gösterdi.

Hatalar karşısında bazen suskun kalır, eşinin hatasını anlamasını beklerdi. Sevgisini söylemekten hiç çekinmezdi. Bir gün Hz. Aişe Peygamberimize “Ya Rasulullah, bana olan sevgin nasıldır?” diye sordu. Efendimiz ‘Kördüğüm gibidir.’ diye cevap verdi. Hz. Aişe ara ara “Kördüğüm nasıl?” diye sorar, Peygamberimiz de “İlk günkü gibidir.” diye cevap verirdi.

 

Kadınların Hakları

Peygamber Efendimiz sadece eşlerine karşı değil bütün kadınlara, çocuklara karşı da çok merhametliydi. Ensar hanımları “O bize bizden daha merhametliydi” demişlerdir. Peygamber Efendimiz kadınlara merhamet nazarı ile bakarken aynı zamanda onların düşünce ve görüşlerine de önem verirdi. Eşleri ile istişare eder, onlarla dertleşirdi. Hudeybiye’de Mekkelilerle antlaşma imzalayan Hz. Peygamber, bu sefere katılanlara kalkıp kurban kesmelerini ve tıraş olmalarını söylemesine ve bu emri üç defa tekrarlamasına rağmen hiç kimse bu emre uymaz. Olanları eşi Ümmü Seleme’ye anlatır. Ümmü Seleme, Hz. Peygambere, çıkıp hiç kimse ile konuşmadan kurban kesmesini ve tıraş olmasını söyleyince Hz. Peygamber onun görüşüne göre hareket eder. Ashab da Hz. Peygamberden sonra kurbanlarını keser ve tıraş olur.

Peygamber Efendimiz kadınların ilim öğrenmeleri için her türlü desteği vermiştir. Mescide gelmek isteyen hanımlarına engel olmamaları için sahabeyi uyarılmıştır. Kadınların sorularına cevap verebilmek için onlara ayrıca zaman ayırmıştır.

Peygamber Efendimiz “Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir.” buyurarak eşin dövülmesini yasaklamıştır. Eşler arasında ‘cinsel olarak aşağılayıcı ya da küçük düşürücü eylemlere zorlama’ şeklindeki davranış biçimleri de yasaklanmıştır. Kadının ters ilişkiye zorlanması, adetli iken ilişkiye zorlanması yasaklanmıştır.

Peygamber Efendimiz “Sizin en hayırlınız ev halkına en güzel şekilde davrananızdır” buyurarak hem erkeğe hem de kadına aile içi ilişkilerde yol göstermiştir. Erkekten veya kadından gelen fena muamelelerin hepsini Peygamber Efendimiz ashabına yasaklamıştır. Eşlerin birbirine hakaret ve küfür etmesi, başkalarının yanında aşağılaması, küçük düşürmesi, korkutması ve tehdit etmesi gibi davranışları, eşlerin ortak haklarından olan “iyi ve güzel davranma” ilkesine aykırı bir durumdur.

İslâm medeniyetinin aslî değerlerinin korunduğu ve peygamber efendimizin hayatının örnek alındığı hiçbir dönem ve coğrafya da ne kadına ne çocuğa hatta ne de bir erkeğe hiçbir sebepten ötürü zulüm yapılmamıştır. Şiddet ve taciz gibi insan onurunu ayaklar altına alan hiçbir hal ve tavra müsaade edilmemiş, yeltenenler en ağır cezalarla cezalandırılmışlardır.

Görmek isteyen göze, anlamak isteyen akla, kabul etmek isteyen vicdana İslâm’ın gösterdiği bir yol vardır. Kadına haksızlık ve zulüm yapılmaması İslâm’ın bir emridir ve İslâm’ın doğru uygulandığı bütün devletlerde kadına yönelik hiçbir haksızlık yapılmamıştır. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu son dönemine kadar başta kadın olmak üzere sınırları dâhilinde olan bütün insanlara ve canlılara merhamet ile muamele etmiş, insan haklarına ve adalete riayette hassasiyet göstermiştir. Oryantalistlerin iddialarının aksine Osmanlı’da kadınlar saygın bir birey muamelesi görmüşlerdir. Osmanlı toplumunda kadının konumu ve kadına verilen değer Osmanlı Devletini ziyaret eden birçok seyyahı şaşırtmış, Osmanlı kadının özgürlük noktasında kendilerinden daha yüksek bir konumda olduklarını ifade etmişlerdir. Batı’da bilinenin aksine kadının evlere kapatılmış bir köle olmayıp, kocasına karşı söz hakkı olan bireyler olduklarını söylemişlerdir. Tarıma dayalı ekonomik bir sistemi olan Osmanlı'da kadınlar, devlet nezdinde erkekle eşit haklara sahipti. Şeriyye Sicilleri üzerine yapılan araştırmalarda kadınların kendi malları üzerinde tasarruf hakkı olduğu görülmektedir. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde kayıtlı vakıfların % 36’sı kadınlar tarafından kurulmuştur. Yani bugünkü anlamda sivil toplum kuruluşları ve sosyal sorumluluk çalışmaları alanında Osmanlı'da kadınlar, bugünkünden daha etkin rol almışlardır. Osmanlı Devleti’nde kocasından boşanmak isteyen ve bunu başka bir yolla sağlayamayan kadınlar, Divan-ı Hümayun’a başvurup boşama imkânına sahip olmuşlardır. Herhangi bir taciz ve şiddete maruz kalan kadınlar yine mahkemelere başvurarak haklarının savunucusu olmuşturlar.

Özetle ifade edecek olursak İslâm, kadına yönelik bütün haksızlıkları ortadan kaldırmış ve İslâm’ın düzgün uygulandığı dönemlerde kadınlar en büyük imkân ve haklar içinde yaşamışlardır. Bu noktada ifade edilmesi gereken en önemli husus, maalesef Müslümanların inançlarını gereği gibi yaşamadıkları ve inançlarının şuurunda olmadıkları dönemlerde ve toplumlarda kadına yönelik haksızlıklar ve yanlış muameleler olagelmiştir. Ancak bu İslâm’ın özünden değil Müslümanların inançlarını bilmemeleri ve gereği gibi yaşamamalarından kaynaklanmaktadır. Oysa Hz. Peygamberin kadınlara yönelik tavırları, Müslümanlara tavsiye ve emirleri açıktır. Bu noktada Cenab-ı Hakkı'n emirleri de açıktır.

“Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)

“Resul size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr, 7)

“De ki ‘ eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran, 31)

Buradan şunu anlıyoruz ki kadınlara ve çocuklara güzel ve merhametli davranmak peygamber sünnetidir ve hepimiz üzerine farzdır. Onları ilimden ve cihattan mahrum etmemek bir peygamber sünnetidir. Yemeğe besmele ve sağ elle başlamak gibi, su içerken oturmak ve üç yudumda içmek gibi teorik sünnetlerinden çokça bahsederken ve uygulama gayreti içindeyken, aile hayatına ve sosyal hayata dair sünnetlerini bilmemek ve uygulamamak sosyal problemlerimizin ana sebeplerindendir.

 

Cenab-ı Hak dünyayı belirli bir denge ve kurallar üzere yaratmıştır. Her canlıyı, dişi ve erkek olarak ve hayatlarını idame ettirebilmeleri için dişi ve erkeği birbirinden farklı özelliklerde yaratmıştır. Ki birbirlerini tamamlasınlar. Kadın ve erkek insan olmaları hasebiyle eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Ancak aynı fıtrat üzere yaratılmamışlardır. Birbirlerinden farklı huy ve özelliklere sahiptirler. Bu farklılıklar erkek ve kadına verilen sorumlulukları yerine getirebilmeleri açısından Cenab-ı Hakk’ın adâletindendir.

Kadın ve erkek sevgi ve saygı temelli, toplumun en küçük yapı taşı, hücresi aile kurumunun kurucularıdır. Aile, her bireyin temel eğitimini aldığı, hayat mücadelesine başladığı, dini ve sosyal değerlerini öğrendiği, iletişim becerilerini geliştirdiği, mutluluk, üzüntü, başarı ve hüsran gibi kavramlarını şekillendirdiği bir yapıdır. Nasıl ki sağlıklı her canlı sağlıklı bir hücreden meydana gelir, sağlıklı bir toplum da sağlıklı bir aileden meydana gelir. Hem dünya hem de ahiret saadetimiz için sağlıklı bir aile kurabilmek ve devam ettirebilmek için kadın ve erkeğe düşen sorumluluklar vardır ve bu sorumluluklarda iş bölümü yapılmıştır. Az önce de ifade ettiğimiz gibi bu iş bölümü adâlet gereği fıtrata uygun yapılmıştır.

Nisa suresi 34. Ayette Cenabı Hak “erkekler kadınlar üzerine kavvamdır” buyuruyor. Yani ailenin yöneticisi ve koruyucusu erkektir buyruluyor. Toplumumuzda var olan genel anlayışın aksine buradaki kavvam kelimesinde hükümranlık veya zorbalık manası yoktur. Hizmet manası vardır. Yani, erkek aileye hizmet etmekten ve korumaktan sorumlu müdürdür. Müdür yani aile reisi, aile fertlerinin hakkını korumak ve sorumluluklarını yerine getirmelerinde örnek ve hatırlatıcı olmakla sorumludur. 

Ayrıca evin geçimini sağlamak asıl olarak evin müdürünün yani reisinin sorumluluğundadır. Aile reisliğinin kocaya verilmesi toplumun en küçük biriminde huzuru sağlama hedefine yöneliktir. Erkeğe koruyuculuk ve reislik sorumluluğunu yükleyen, onun bedensel ve ruhsal yapısının dayanıklı oluşudur. Bunlar erkeğin kadına göre farklılıklarıdır. 

Kadının erkeğe göre farklılıkları ise erkeğe nazaran daha merhametli daha kırılgan olması gibi bazı duygusal farklılıklar ve çocuk doğurmasıdır. Bu doğurganlık özelliğinden ötürü kadın doğuştan yetenekli ve çok merhametli bir mürebbiye yani terbiye edicidir. Bu yeteneğinden ötürü ister kendi çocukları olsun ister toplumun çocukları olsun onların büyütülme ve terbiye sorumluluğu daha çok kadına aittir. 

Toplumun huzur ve saadetine yönelik bu doğal dengenin bozulması toplumumuzu temelinden sarsacaktır. Sorunlarımızın çözümünde kendi değerlerimiz yerine Batı’nın değerleri üzerinden çözüm arama gayretlerimiz ve bir takım güçlerin insanlığı ifsat çalışmaları sonucunda genelde toplumumuzu özelde de kadınımızı tehdit eden bir takım tehlikeler ortaya çıkarmıştır. Bunların başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz.

 

3. Eşitliğin Adâletin Önüne Geçirilmesi

Bütün dünyada olduğu gibi maalesef Türkiye’de de kadınların, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada sadece kadın olmalarından ötürü zulme uğradığı algısı ile kadın meseleleri değerlendirilmektedir. Erkeklerin egemen olması sebebi ile kadınların zulüm gördüğü bir dünyaya alternatif ve çözüm olarak, kadınların egemen olduğu ve erkeklerin pasifize edildiği bir dünyanın kurulması gösterilmektedir.

Kadın erkek eşitliği savunucularının sıkça dillendirdikleri kadına karşı pozitif ayrımcılık adâletin önünde tutulmaktadır. Pozitif ayrımcılık adı altında eşitliğin zaman Zaman adâletsiz bir şekilde kadının lehine doğru ağırlık kazanması dengenin bir başka şekilde tekrar bozulmasına sebebiyet vermektedir. Adâleti tesis etmek yerine ayrımcılıktan söz edilmesi batı medeniyetinin fikir kirliliği üretme maharetinin ürünüdür. 

Kadın ve erkeğin cinsiyet olarak eşitliği meselesinde varılmak istenen yegâne son kadın ve erkeğin eşit şartlarda çalıştırılarak kapitalist sisteme köle olmasıdır. Kadın ve erkek eşittir. O halde duygusal, hassas, fiziksel gücü erkeğe nazaran daha zayıf olan kadın da; duygusal olarak takıntısız, baskın karakterli ve fiziken kadına göre daha güçlü olan erkek de aynı saatlerde aynı iş zorluğuna rağmen eşit ücret karşılığında çalışacak. Sonra yorulma hakları elinden alınmış kadın ve erkek evlerine gelecek, çocuklarını bakıcıdan veya kreşten alacak, erkekten daha çok yorulan ve yıpranan kadın eşitlikleri bozulmasın diye yorgun olmasına rağmen evde evinin işi ile ilgilenecek, çocuklarının maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderecek, kendinde kaldı ise ailesinin huzur, sevgi ve ilgiye olan ihtiyaçlarını karşılayacak, vakit bulabilirse eşi ve kendisi ile ilgilenecek, sabah kalkıp işe gidecek ve yine aynı mesai saatlerinde, aynı iş koşullarında erkeğe yüklenen yük kadına da yüklenecek.

Kadın ve erkek eşitliği adı altında kadınımızı yaşamak zorunda bıraktığımız zor ve yıpratıcı bu hayat, kadınımızı ruhen ve bedenen yıpratmaktadır. Kadın ve erkeğin insan olması sebebi ile devlet nezdinde eşit vatandaşlık haklarına sahip olması başka bir şey, kadın ve erkek eşitliği adı altında kadınımızın fıtratına ağır gelecek iş yükünün yüklenmek istenmesi başka bir şeydir.

Bu duruma çözüm önerisi olarak da erkeğin ev işlerinde ve çocuk bakımında hanımı ile eşit bir iş paylaşımı teklif edilmektedir. Fıtratı gereği kadın ev işlerine daha yatkındır. Ana vazifeyi kadın yapar. Erkek eşine sadece yardımcı olabilir. Yardımcı olmakla işin asıl sahibi olmak aynı değildir. Bir erkek eşine ne kadar yardımcı olursa olsun evin asıl yükü hanımın üzerindedir. Ne kadar çabalanırsa çabalansın kadın ve erkeği eşitlemek mümkün değildir. Fıtrata uygun adâleti gözetmek yerine fıtratın kaldırmakta zorlanacağı eşitliği sağlamaya çalışmak en çok kadına zulümdür.

 

4. Kadını İş Hayatının İçinde Tutmaya Zorlamak

18. yy ile birlikte batıda büyük sanayi devriminden sonra bir taraftan kadın iş gücüne duyulan ihtiyaç diğer taraftan tüketim ekonomisini körükleme arzusu sebebi ile kadın çalışmaya zorlanmıştır. Zamanla kadının çalışması gerekliliği, bir kadın hakkı olarak takdim edilir hale gelmiştir.

Kadını bir iş gücü olarak kullanma, tüketim nesnesi yapma ve cazibesi ile tüketimi arttırma arzusu, hak ve eşitlik kılıfı altına saklanmaktadır. Kadının çalışması, bir tercihten ziyade psikolojik bir baskıya dönüşmüştür. Herhangi bir sebeple çalışmamayı tercih eden bir kadın “tüketici” olarak etiketlenmektedir. Maalesef toplumumuzda da çalışmayan ev hanımını tüketici, eşinin diğer bir ifadeyle elin adamının parasına mahkûm asosyal bir insan olarak olarak görülmeye başlandı. Sosyal hayata dâhil olmaktan anlaşılan şey, çalışma hayatına dâhil olmak oldu.

Kadının bütün hayatı çalışma hayatına endekslendi. Kadın her şeyden kendinden, ailesinden hatta inançlarından taviz verebilir ama çalışma hayatından taviz veremez oldu. Kadın çalışıyor, moda, güzellik ve eğlence sektörüne kazancını akıtıyorsa özgür ve mutlu bir kadın; çalışmıyor eşinin kazandığı ile ailesinin ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılıyorsa eşinin eline bakan zayıf bir kadın algısı, kadınımızı kapitalist sistemin gönüllü kölesi hâline getirdi. Kadının çalışma hakkı ile psikolojik baskı kurularak kadının çalışmama hakkı elinden alındı.

 

5. Aile Mefhumunun Yok Edilmesi

Kadın hak ve özgürlüğü konuşulurken kadın ve erkeğin kurmak ve korumak zorunda olduğu aile müessesesi bilinçli olarak yok sayılmaktadır. Kadın özgürlüğü söylemleri ile kadınlarımızı iş hayatına zorladığımız günden bu yana ailemiz, anne ve kadın ilgisini yeteri kadar göremez oldu. İş kadınlığı, annelik, hanımlık vazifeleri arasında ömrü koşturmakla geçen ve bir yığın dert biriktiren kadının sabır ve tahammül gücü zayıfladı. Aile birliğinin harcı kadınlarımız en büyük enerjisini ailesine ayırması gerekirken, ailesinin özellikle de manevi ihtiyaçlarını ötelemeye başladı. Kadının psikolojik gücü zayıfladıkça ailesini bir arada tutmaya ya gücü yetmedi aile dağıldı, ya da ailesini dağıtmamak için insan üstü bir gayret göstermek zorunda kaldı. Ailesi ile işi arasında tercih yapmaya zorlanan kadının işini tercih etmesi daha makul görülmeye başlandı.

Kadını iş ve ev hayatı arasında can çekişmesinden, kadınımız kadar ailemizin de uğradığı zararı zamanla tecrübe etmeye başladık. Çocuklarımız, bakıcıların eğitim ve kültür seviyelerine terk edildi. Çocuklarımızı biz değil bakıcılar terbiye eder oldu. Sonuçta anne ve babanın değerlerine yabancı, yeteri kadar anne ilgisi ve şefkati göremeyen çocuklarımızı ergenliklerinde tanıyamaz hale geldik.

Çalışmayı tercih etmeyen kadınlarımızda ise evine ve ailesine karşı bir özensizlik baş gösterdi. Yemek yapmak, temizlik yapmak ev hanımlığının tek vazifesi olarak görülmeye başlandı. Ev hanımlarımızda, değerlerimizi öğrenmeye, öğretmeye ve ailede yaşanmasına gayret etmeye dair ihtimam azaldı. Toplumun değerlerinin en büyük hamisi ve taşıyıcısı olan kadınımız televizyon programlarında yalanın, dedikodunun, iffetsizliğin ve her türlü gayri ahlaki ilişkilerin kol gezdiği hayatların sıkı takipçisi oldu. Ailenin mürebbiyesi kadın, çalışsın ya da çalışmasın aile olmanın gerekliliklerinden uzaklaştırıldı.

 

6. Şiddet ve Tacizi Büyüten Ortam

Şiddetin her türlüsü ama özellikle kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar toplumumuzun derin bir yarasıdır. Ancak yanlış değerlendirmeler ve yanlış çözüm arayışları yaramıza merhem olamamaktadır.

Batı medeniyeti meseleye, erkeğin sırf kadın olması sebebi ile kadına şiddet uyguladığı üzerinden bakar. Kadına yönelik şiddetin tanımında bu ifade vardır. Ayrıca batı medeniyeti hayranı aydınlar, İslâm dünyasında kadına yönelik şiddetin temelinde İslâm olduğu, İslâmi gelenekte kadının dövülmesine müsaade edildiği iddialarını ortaya atmaktadırlar. Dolayısı ile kadına yönelik şiddetin azalmasının ancak batı medeniyetinin aldığı tedbirler ile mümkün olacağı düşünülmektedir.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ana sebepleri olarak; toplumsal cinsiyete dayalı sözleşme, erkeklerin üstün olduğuna dair inanışlar, ailenin erkeğin kontrolünde olan bir sosyal kurum olarak tanımlanması, kadının ekonomik olarak erkeğe bağımlılığı, kredi ve finansal kaynaklara erişimin sınırlılığı, istihdama ve eğitime erişimdeki kısıtlılıklar söylenmektedir. Bu sebepler üzerinden hareket edilecek ise; 2014 yılı verilerine göre kadınların Danimarka’da %52’sinin, Finlandiya’da %47’sinin, İsveç’te %46’sının, İngiltere ve Fransa’da %44’ünün şiddete maruz kalmasını izah etmek mümkün gözükmemektedir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar ile ilgili düzenlemeleri daha çok suç ortaya çıktıktan sonraki kısımla yani ceza ile alakalıdır. Şiddetin önüne geçmek için uygulanan cezaya matuf yöntemler, şiddete sebep olan kızgınlık duygusunu törpülemek yerine erkekteki kızgınlığın artmasına sebep olmaktadır. Belirli sürelerle yaklaşma yasağı konulan öfkeli kocanın yasağın bittiği günü dört gözle beklediği, yasağın bittiği gün eşini öldürmeye gelmesi ile açıkça görülmektedir. Bu süre içinde öfkeli ve merhamet duygusunu köreltmiş kocanın rehabilite edilmesi için yeterli düzenlemeler yapılmamaktadır. Şiddete kadar giden aile içi sorunların çözümü için kadına ve erkeğe yeterli düzeyde manevi ve ahlaki eğitim ve destek verilmemektedir. 

Sadece kadının kendi haklarını öğrenmesi ve kadının çalışıp para kazanması ile şiddetin azalması mümkün değildir. Öyle olsa idi eğitim seviyesi yüksek ve çalışan kadınların şiddete maruz kalmaması gerekirdi. Şiddetin önlenebilmesinde eğitimin muhtevasından ziyade eğitimin seviyesi önemsenmektedir. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet başta olmak üzere her türlü şiddetin yaşanmamasını temin edici eğitim ve medya tedbiri alınamamaktadır.

Hiçbir mazeret şiddeti haklı çıkarmaz. Kaba kuvvet, manen zayıf kalmış, ruhunu yeteri kadar olgunlaştıramamış bireylerin sergilediği bir tavırdır. Şiddetin sebepleri araştırılırken sadece erkeği ve erkek egemenliğini suçlamak ayrımcılık yapmak sorunun teşhisini ortaya koymak için yeterli değildir. Şiddeti maruz görmemekle beraber kadın ve erkeğin şiddete kadar varan anlaşmazlıklarında iki tarafın eksiğinin ve kusurunun adâletli bir şekilde incelenmediğini görmekteyiz. 

Kadın meselelerinde erkek aleyhtarlığı yapıla yapıla öyle bir hal alınmıştır ki, kadın erkeğe her türlü şımarıklığı yapabilir, çocuğuna bakmayabilir, aile kurumunun yürütülmesi için gerekli sorumluluğu yerine getirmeyebilir, eşine hizmet ve hürmet etmeyebilir, eşine her türlü hakareti yapabilir hatta eşini dahi aldatabilir. Ama koca yüksek sesle konuşsa şiddet addedilir oldu. Devlet, şiddete mani olmakla beraber taraflara adâlet üzerinden değil de pozitif ayrımcılık üzerinden yaklaşırsa haksızlığa uğradığına inanan taraf yanlışında ısrarcı olacaktır. 

İnsanlık tarihi boyunca insan onuruna ve şahsiyetine karşı işlenen suçlar olmuştur. Bugün yazılı ve görsel medyanın gücü ile gündeme sıkça gelmesi bu vahim olayların insanoğlunun başına ilk defa geliyor olması anlamına gelmemektedir. Bu tür sapkınlıklar maalesef zaman zaman insanoğlunun başına bela olmuştur. 

Uzmanlar kadına yönelik şiddet ve istismar haberlerinin faydasından çok daha fazla zararı olduğunu ifade etmektedirler. Şiddet ve istismar bu haberleri, duyan kişilerde önce taaccüp uyandırmakta sonra da kanıksanmasına sebep olmaktadır. Her erkeğin potansiyel birer şiddet uygulayıcısı ve sapık olma algısı oluşmaya başlamıştır. Ayrıca psikoloji ve sosyoloji uzmanları bu tür haberlerin sapıklarda tahrik unsuru oluşturduğunu ve toplumu tehdit ettiğini ifade etmektedirler. 

Âdeta bilinçli bir şekilde kitle iletişim araçlarında haz duygusu ön plana çıkartılmaktadır. İnsanın dünyaya sadece zevk almak için, hayatın tadını çıkarmak için geldiği mesajları her an insanların bilinçaltına her türlü vasıta kullanılarak işlenmektedir. Televizyonda, internette cinsel içerikli bir mesajla karşılaşmadığımız zaman dilimi kalmadı neredeyse. Tüketime sunulan her türlü madde kadın bedeni üzerinden tüketiciye takdim edilmektedir. Dondurma reklamında “içindeki seni serbest bırak” mesajı ile kadının tahrik edici sunumu, parfüm reklamlarındaki cinsellik içerikler, kıyafet reklamlarında kadın bedeninin teşhiri, çocuk kıyafetleri reklamında çocuklukların rahatının değil de cinsiyetlerinin ön plana çıkarıldığı ve özellikle kız çocuklarının kadınsılaştırılması gibi daha sayamayacağımız bir sürü haz ana fikirli mesajlar sapkınlığa meyli olan insanları etkilemektedir.

Milletimizin inanç ve değerlerine göre sapkınlık olan eş cinsellik ‘cinsel tercih hakkı’ adı altında koruma altına alınmıştır. Kadına ve çocuğa tecavüz etmekten haz duyan sapıklara, ‘bu da benim cinsel tercihim’ savunmasını vicdanlarına kabul ettirmenin bahanesi sunulmaktadır.

Zina suç kapsamından çıkarılmıştır. Dizi ve programlarda yasak aşk, zina, gayri ahlaki ilişkiler ballandıra ballandıra işlenirken, İslâmî değerlerden uzaklaşan insanımızın kendisini ve ailesini koruması zorlaşmıştır. Kocasının aldattığını öğrenen kadın, kocasına kızıp aldatmaya, karısının aldattığını öğrenen adam karısını öldürmeye yönlendirilirken, zinanın suç olmaktan çıkarılması namus cinayetlerinin artmasına neden olmaktadır.

 

7. Haram ve Helal Ölçüsünün Yok Edilmesi

Toplumsal bozulma ve yozlaşma maalesef her tarafımızı sarmış durumdadır. Bu bozulmanın en önemli sebebi değerlerimizi yaşama konusundaki hassasiyetlerimizi yitirmemizdir, helal ve haram ölçülerine riayet etmememizdir.

Cenab-ı Hakk “Zinaya yaklaşmayın” (İsra, 32) diye emrediyor. Bu emre itaat etmediğimiz için, kadın ve erkek ilişkilerinin laçkalaşması toplum olarak ağzımızın tadını kaçırdı. Kendini muhafazakâr olarak adlandıran başörtülü kızlarımız/kadınlarımız, gümüş yüzüklü sünnet sakallı erkeklerimiz dahi “zinaya yaklaşmayın” emrinin ne mânâya geldiğinden bihaber. Kadın ve erkek için tesettürün manası namahreme bakmamak ve namahreme baktırmamaktır. Modanın en büyük gayesi ise özellikle kadının bedensel özelliklerinin ortaya çıkarılması ile bakışları üzerinde toplamaktır. Adına tesettür eklenmesi modanın gâyesini değiştirmez. Bütün kadınlığını ön plana çıkaran Müslüman kadın, kadına kadınlığından ötürü ikinci kez bakması yasaklanan Müslüman erkek, her türlü ortamda her türlü muhabbeti şuh kahkahalar ve manalı bakışmalar ile yapmaya başlayınca aldatmaların, zinanın önüne geçilemez oldu. 

Kadının ve erkeğin cinsiyetlerini ön plana çıkaracak her türlü giyim tercihinden ve davranıştan uzak durması tesettürün özüdür. Hem kadının hem de erkeğin uyması gereken tesettür kuralları insanların zinaya yaklaşmamaları için çok mühim bir tedbirdir. Bu tedbire riayetsizlik özellikle kadınımızı her türlü tehlikeye açık hale getirmiştir.

Kadınımıza ve aile yapımıza yönelik bütün tehditlerde ve sosyal sorunlarımızda dikkat etmemiz gereken en önemli husus, doğru yerden bakmak zorunda olduğumuzu bilmektir. Doğru yerden bakmakta, “doğru”nun ölçüsü kendi değerlerimiz olmalıdır.

YAZAR HAKKINDA
Emel Ağdağ
Emel Ağdağ
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN