Abone Ol

Ekonomik Kriz ve Çıkış Yolu

Ekonomik Kriz ve Çıkış Yolu

Prof. Dr. İbrahim Halil SUGÖZÜ

Marshall yardımları ile başlayan ve IMF kredileri ile devam eden süreç, Türkiye ekonomisini dış borca bağımlı hale getirmiştir. Her ne kadar IMF borçları ödenmiş olsa da son dönemde IMF ile yapılan bütün anlaşmalarda söz verilen taahhütler tavizsiz uygulanmaya devam etmektedir.

Örnek olarak IMF, dünyada stratejik bir öneme sahip olan tarımsal desteklerin azaltılması ve alan bazlı desteklere geçilmesi konusunda Dünya Ticaret Örgütü tarafından belirlenen ilkeleri Stand-by anlaşması ile Türkiye’ye koşul olarak sunmuştur. Borç bittiği halde bu koşullar aynen devam etmektedir. Bugün tarım ve hayvancılık Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır ve neticede ithalata bağımlı hale gelmiştir. Dahası bu anlaşmalarda belli miktarda ithalat zorunludur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, stratejik kurumların özelleştirilmeye, özerkleştirilmeye veya yabancılaştırmaya devam etmesi, KİT’lerin özelleştirme veya yabancılaştırma yoluyla ortadan kalkması, liberal politikaların kutsal metin gibi uygulanması dolayısıyla kamunun üretimden tamamen çekilmesi ve bundan dolayı kalkınmanın sekteye uğraması, sanayileşmeden uzaklaşılması, işsizliğin artması, bölgesel dengesizliklerin derinleşmesi ve dış ticaret açıklarının rekor düzeylere çıkması bu politikaların bir sonucudur.

Buna karşın Türkiye bir finans cenneti haline getirilmiştir. 2001’den başlayarak hızla düşen faiz ve enflasyon oranlarına karşın uzun vadeli yüksek faiz düşük kur politikaları uzun yıllar Türkiye’yi sıcak para cennetine çevirmiş, öyle ki Japon ev hanımları bile birikimlerini Türkiye’den tahvil alarak değerlendirmişlerdir. Bu durum sonraki yıllarda ortaya çıkacak finansal sıkıntılardan dolayı yöneticilerde endişe oluşturması gerekirken, borçla gelen ekonomide bahar havası ve büyüme propaganda ve seçim malzemesi haline getirilmiştir.

Oysa aynı dönemde (Konya Şubesi öncülüğünde) Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) tarafından hazırlanan yıllık ekonomik raporlarda hızla finans ekonomisine geçildiği ve reel ekonomiden uzaklaşıldığı, büyümenin ise sanal bir büyüme olduğu, bundan dolayı ileriki dönemlerde yaşanacak finansal krizlere karşı tedbir alınması gerektiği ifade edilmişti. En son iki yıl önce Saadet Partisi Ekonomi Komisyonu tarafından hazırlanan ve Zengin Yalan manşetleriyle basında yer alan raporda ülke ekonomisinin gerçeği yansıtmayan rakamlarla parlak gösterildiği ancak durumun gittikçe kötüye gittiği üretimden uzaklaşıldığı, açıkların arttığı, borçların yükseldiği ve tedbir alınması gerektiği ifade edilmiş ve öneriler de sunulmuştu.

Bütün bu gelişmelere rağmen ülke yöneticilerinin gerçekleşen büyüme rakamlarını dünya rekoru olarak sunması, vatandaşın ve reel sektörün durumunu görmezden gelerek yalnızca banka karlarının artışına odaklanmak suretiyle ekonominin iyiye gittiğini ifade etmeleri, bu uyarıları kulak ardı ettiklerini ve uyarılarımızdan ders çıkarmadıklarını göstermektedir.

Neticede kriz bir bahane ile patlak vermiştir. Bugüne kadar aslında sürüngen bir kriz yaşanmaktadır. Çünkü halk gittikçe fakirleşmiş ve nüfusumuzun çok büyük bir bölümünün geliri yoksulluk sınırının altında, bir kısmının geliri de açlık sınırının altında kalmıştır. Ancak kriz siyasi tavizler ve üzerine gelen sıcak para ile sürekli ertelenmiştir. 2009 yılında meydana gelen ve Türkiye’nin 2001 krizine (%5,7) yakın bir rakamla (%4,7) küçüldüğü kriz ise Suriye politikaları gibi dış politik gelişmelerde, ABD ile sıkı müttefiklik neticesinde 2010 yılında ülkeye giren yaklaşık 30 Milyar Dolar dış borçla atlatılmıştır. 2001 krizinin bahanesi Anayasa kitapçığı, 2018 krizinin bahanesi ise rahip davasıdır. Bu olaylar neden değil biriken sorunların patlamasına neden olan bir bahane özelliği taşımaktadır.

Türkiye, verilen taahhütler neticesinde ekonomi, sağlık, sosyal ve siyasi alanlarda önemli derecede IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü vd. uluslararası kuruluşlara bağımlıdır. Gelişmiş ülkelerin güdümü ve kontrolü altındaki uluslararası kuruluşlar Türkiye ile birlikte gelişmekte olan diğer ülkeler ve az gelişmiş ülkeleri sömürmekte ve siyasi anlamda dizayn etmektedirler.

Sorunların çözümü çok basittir. Öncelikle Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulması için yüzünü başka bir emperyalist ülke olan Rusya’ya değil, İslam ülkelerine dönmesi ve İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Paktı, İslam Sağlık Birliği, İslam İşgücü Teşkilatı ve İslam Birleşmiş Milletleri gibi yeni bir dünyanın uluslararası kuruluşlarının kurulmasına öncülük etmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Erbakan Hocamızın ifade ettikleri gibi her bahar bir çiçekle başlar. Bu anlamda Adil Ekonomik Düzene (İslam Ekonomisi) geçilmelidir. Böylece bireysel ve bölgesel dengesizlikler, israf, faiz ve diğer ekonomik hastalıklar ortadan kaldırılmış olacak, gelir dağılımında adalet, refah ve kalkınma gerçekleştirilmiş olacaktır.

Uzun vadeli bu politikalarla birlikte kısa vadede acilen tarım şurası Milli Tarım Politikaları başlığı ile toplanarak uluslararası kuruluşların isteklerine göre değil, kendi toprağına, çiftçisine, kırsal bölgelerine ve milli değerlerine göre yeniden yapılanmaya gitmeli, kotaları derhal kaldırmalı, alan bazlı desteklerden ürün ve verimlilik bazlı desteklere dönmelidir. Gübre ve mazot gibi girdi destekleri ve faizsiz kredilerle çiftçi ayağa kaldırılmalıdır. Birlikler, kooperatifler ve ticaret borsaları bu süreçte aktif ve hummalı bir çalışma içerisine girmelidir.

İkinci olarak KOBİ’lerin borçlarında yapılandırmaya gidilmeli, uzun vadeye yayılmalı ve verilen destekler ciddi miktarlarda artırılmalıdır. İhracat teşvikleri getirilmelidir. En büyük teşvik kolaylaştırmadır. İhracat yapan firmalar için bütün finansal ve bürokratik kolaylıklar sağlanmalıdır. Esnafın borçlarında faizsiz yapılandırmalar gerçekleştirilmelidir. Yapılan bütün yapılandırmalar ve destekler bankalara faizlerin devlet tarafından ödenmesi şeklinde olmamalı, gerekirse direkt devlet bankasından faizsiz destekler verilmelidir.

Üçüncüsü bilişim ve teknoloji ile ilgili bütün bölümlerin mezunlarına mezuniyet projelerini hayata geçirebilmeleri için bugünkü sadaka misali kredileri ve hibeleri bir kenara bırakarak ciddi hibe destekler ve başarıya ulaşması halinde ödemekle mükellef olacağı krediler verilmeli, karşılıksız yer ve altyapı hizmetleri sunulmalıdır. Yüksek maliyetli projelere ortaklık koşuluyla destek verilmelidir. Yazılımlarda öncelik sırası, güvenlik yazılımları, işletim sistemi, bilgisayar ve mobilde iletişim uygulamaları, diğer bilgisayar uygulamaları ve diğer mobil uygulamalar olmalı, donanımda öncelik sırası ise milli savunma ile ilgili donanımlar, bilgisayar ve mobil donanımları ile drone teknolojisi olmalıdır. Gelecek, mobil yazılımları, drone ve yapay zekâ üzerine inşa edilmektedir. Bunlar pahada hafif kazançta stratejik, hızlı ve yüksek teknolojilerdir.

Bilişim destekleriyle birlikte başta enerji olmak üzere milli savunma teknolojileri, gıda teknolojileri, otomotiv teknolojileri konularında projeleri olanlar öncelik sırasına sahip olmalıdırlar. Öncelik sırası teknolojide dışa bağımlılıktan kurtulma konusundaki önem sırasıdır. Ayrıca bu konularda Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde çalışan bütün firmalara cömert hibe ve destekler verilmeli, kira alınmamalı, vergi vb. muafiyet sınırları genişletilmeli, bürokratik işlemleri kolaylaştırılmalı, faizli kredilere muhtaç olmamaları için destek ödemeleri sonradan ödeme yöntemiyle değil, fatura kesim tarihinde yapılmalıdır.

Son olarak devletin aktif olarak üretime katılması gerekir. Örneğin TRC3 bölgesinde olan, Irak ve Suriye’ye sınır, İran’a da komşu olan Şırnak’a yapılacak dev bir gıda sanayisi özellikle dış pazar sorunu yaşamayacak, bölgede işsiz kalmayacaktır. Böylece bunun gibi yatırımlarla terör örgütlerine katılım neredeyse ortadan kalkacak, bölgenin refah düzeyi yükselecek, dengesizlik giderilecek, tarım ve hayvancılık gelişecek, kırdan kente ve doğudan batıya göçün önüne geçilmiş olacak, kısal kalkınma sağlanmış olacak, bölgeye huzur ve refah gelecektir. İşte bu fabrikaların kurulmasını ve huzur ve refahın gelmesini istemeyen dış güçlere asıl darbe o zaman vurulmuş olacaktır. IMF’ye borcun bitmesi de o zaman anlam kazanmış olacaktır.

YAZAR HAKKINDA
Prof. Dr. İbrahim Halil Sugözü
Prof. Dr. İbrahim Halil Sugözü
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN