Abone Ol

Ceketinin İlikleri

Ceketinin İlikleri
Herkes bilir ki canlılar âlemi için hayatını idame ettirme, ortak ihtiyaçlar üzerinden şekillenen bir süreçtir. Genetik materyali etrafında zar bulunan ve homosapiens diye adlandırılan insan da birkaç küçük kamçı ile bulunduğu yere tutunup hastalık oluşturan “escherichia coli” isimli bakteri de hayatta kalmak için besine ve uygun çevreye gereksinim duyar. Oysa bakterinin onursuzluğu görülmemiştir de insan akla gelebilecek her cürmü işlemiştir. İşte böyle bir dünya…

Hayatının yirmi küsur yılını geride bırakmış, zamanın iki nefes arası kadar hızlı aktığını yenice anlamış ve vicdan azabı ile muhasebeye tutuşmuş insan yavrusuna erişkin demiyor bilim adamları. Onlar hayatın en kantitatif yanlarını alıyor ve bir laboratuvarda keşfediyorlar maddeyi. Bazen hakikati mikroskopta lam ile lamel arasına sıkıştırabileceklerini sanıyor, bazen ise olan biten her şeyi dört kanunla özetleyeceklerini umuyorlar. Ve bu da yetmiyor, formülü teke indirmeye çalışıyorlar. Mânâ âleminden bihaber, kalbi sızlamayan ve hayata karşı duruşu olmayan insanlar için pozitivizm sığınak oluyor, bilim ise ilah. Kâr ve zarardan ibaret bir dünya kurguluyor ve bu dünyada borsa uzmanları paranın değerinden dem vuruyor ekranlarda. Onların teorileriyle hakikat çarpışıyor. Çocuklarına pay ettiği köfteyi iki yüz elli gram et ile çokça soğan, bütün bir ekmek içinden yoğurduğunu kalbinde ezber eden ve hiç unutmayan anneler de dinliyor onları. Kocasının emeğinin helalliğiyle doyuyor o kadınlar lakin onurlarını koruyorlar. Onursuzluk iffete halel getirir, bir o kadınlar biliyor. 

Bir türlü idrak edemediğim izahlar ile kamuoyuna ilan ediliyor; doların değeri yükselmiş, Türk lirası kaybediyor. Acilen yastık altındaki dövizler bozdurulmalı, ticarette Lira kullanılmaya başlanılmalı vatan sevgisi nişanesi olarak! Ünlüler akın akın satış bürolarına gidiyor, Dolar ve Euro’lar veriliyor, Lira stoklanıyor. Kameralar çalışıyor ve ânı kaydediyor. Gülümseyen erkek ve kadınların dişlerinde ölü çocuklar salıncak kurmuş demiyor kimse canına tak edip de. Kredi borçları yüzünden intihar eden adamların, evine ekmek götüremeyen babaların ve annelerin, ayakları çıplak çocukların, evsiz genç kızların olduğu bir dünyada insanlar yastık altında sakladıkları ayıplarını hiç utanmadan gün yüzüne çıkarıyor. Hakkı gasp edilmiş zümre için dünya zenginliği bir ekmek ve bir evden ibaret iken; gasp edenlerce ismi Dolar, Euro, altın, hisse senedi olarak zikredilen tesbihlere dönüşüyor. Ve bu böyle uzayıp gidiyor, bilmediğimiz bir lisan ve yabancı kelimelerle.

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) için yazılmış şiirleri seslendirmesiyle tanınan yanık sesli bir bey twitter üzerinden yaptığı çağrıda, döviz bozdurmanın vatan savunması olduğunu vurguluyor ve tüm Müslümanları müdafaa için cihat meydanına davet ediyordu. Müslümanlar vatan sevgisinin imandan olduğunu biliyor, paralarının değer kaybetme riskini göze alarak dövizlerini bozduruyordu. Sene 2016 idi. İki yüz Dolar’ını bozduranlara yemekler ikram ediliyordu. Epik bir bütünlükle akıveriyordu her şey. Hiç kimse, ama hiç kimse tek katlı o mescide çıkıp Hz. Bilal'in çağrısını yinelemiyordu; oysa beş vakit bu topraklar üzerine hoparlörler ile ezanlar okunuyor ve alınlar kıbleye değiyordu. İnsan insanlığından utanır hâle gelmişti, evet sene 2016 idi. İhtiyaçtan fazlasını infak etmeyi, yani mülkiyetini kendinden çıkarıp ihtiyacı olana vermeyi âyet ile emretmiş bir dinin mensupları için helal lokma kavramı da yozlaşalı çok oluyordu.

Halep'te kan oluk oluk akmaya devam etti, Suriye parçalandı, Türkiye'de bombalar patladı. Muhafazakâr modacılar Halep için özel tasarımlarını sattıkları standlar kurdular, Mavi Marmara davası düşürüldü ve Çiğdem Topçuoğlu'nun gözlerinden yaşlar aktı, kalbi çok kırıldı. Bir hafta ara ile önce polislere ardından izne çıkan askerlere saldırıldı, onlarca şehit verildi. Kan aktı. Etler dağıldı. Çocuklar parçalandı. Ve İsmet Özel kalabalıklara hitap etmeyi bıraktı, hem de ne bıraktı. Veda mektubunda hayırsız çocuklarına son kez konuşan baba gibiydi. Ya da ben kendimi babama ayıp etmiş gibi hissettim. Diyordu ki “eksik kalan çok şey var, biliyorum.” Dünyada güzelliği ve adâleti tamam edemeyeceğini biliyor olmak, gecenin en koyu vakitlerinde sokak lambalarının ışığında yağan karları izleyen kim varsa onun da ciğerini deliyordur, eminim.

* * *

Bir sahil kasabasında yapayalnız ve onuruyla yaşayan adamın hikâyesiydi günlerdir kalbimde dolanan. Sabah çayımı bardağıma almış, polikliniğe doğru yürürken ikinci kez karşılaştım onunla. İlkinde merdivenlerde idi, elinde koca bir simit sepeti. İlçenin pek meşhur, susamsız küçük simitlerinden satıyor. Tombiş, beyaz sakallı, Nasreddin hoca gibi kırmızı yanaklı. İçimden obezite diyorum, insanı merdivenlerde cansız bırakıyor. Sepetini taşımayı teklif ediyorum, istemiyor, sadece bacağı ağrıyormuş, ihtiyacı yokmuş yardıma. Biraz kırgın, çokça mağrur, yalnızlığı ceketinin iliklerinden belli. Hanımı olsa o küçük ipleri muhakkak keserdi diye merhamet ediyorum hâline. Sonra, karın papatya gibi yağdığı o gün, sekreter Coşkun abi bahsediyor simitçi amcadan. “O ne komünisttir sen bilmezsin.” Aslında üniversite mezunu, muhasebeciydi, işe de girdi. Ama iki ay sonra çıktı. Patronlar vergi kaçırıyormuş, dayanamamış. Yıllardan beri de böyle simit satar, kendi hâlinde, yalnız yaşar, en sevdiği şey koladır ve de kitapları diyor. Gözlerim dolarak ayrıldım oradan. Sonra bahçede, banklar üzerinde bir serçe gördüm. Ayağı bankın tahtaları arasına takılmış, oracıkta can vermiş. İnsan, bir serçenin ayağındaki inceliği hesap etmeden yaşayan, okullar okuyan ama kalbi atamayan bir mahlûk idi… Simitçinin bir serçe olmadığını kim iddia edebilirdi…

YAZAR HAKKINDA
Fatma Hakkoz
Fatma Hakkoz
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN