Abone Ol

Camdan Duvarlar

Camdan Duvarlar
Batılı çizgi film yapımcıları tarafından hazırlanarak yine Batıl(ı) dünyanın imge ve söylemlerini yansıtan bir çizgi filmde şu konu işlenmektedir:

Kötü karakterli bir güç, dünyaya kötülüğü egemen kılmak için çeşitli yollara başvurur. Bu yollardan başlıcası kötü hisler (kin, nefret, öfke vb) barındıran gençleri yönlendirmektir. Bu gençlere vesvese vererek önce onların ruhunu ele geçirir, sonra da teslim aldığı ruhları kullanarak kötülüğü yaymak ister. Çizgi filmin bir bölümünde kötü karakterli güç, ruhunu işgal ettiği genci “Pikselatör” adında bir insan-makineye çevirir. Pikselatör, üzerinde fotoğraf çekebilen bir ekipmana sahiptir ve Paris’in sokaklarında önüne çıkan herkesin fotoğrafını çeker. Fotoğrafı çekilen kişiler birden ortadan kaybolur ve boş bir fotoğraf çerçevesinin içinde kendini buluverir, fizikötesi bir alanda yaşamaya başlarlar. Pikselatörün fotoğrafını çektiği her kişi için bir fotoğraf çerçevesi hazırlanmıştır. Pikselatör, karşılaştığı kimseleri çerçevelere hapsetmek için, gülümseyerek şöyle der: “Ölümsüz olmaya hazır mısın? Objektifime baak”. Objektife gülümseyerek poz veren herkes, fotoğrafı çekilir çekilmez malum sonuçla karşılaşır. Çizgi filmde Pikselatörün söylediği bir söz bu yazıya ilham olmuştur: “Paris’teki bütün insanlar, sadece bir fotoğraf olarak kalacak.”

Pikselatörün iddiası bugün yaşadığımız ekranlı dünya tasavvurunda küresel düzeyde görülüyor esasında. Taşınabilir dijital iletişim aygıtları, internet ve sosyal medya üçlüsünün kullanımına bağlı olarak, herkes bir fotoğraf olarak “yaşıyor”. Bu yaşam biçimiyle birlikte milyonlarca insan kendi etrafına camdan duvarlar örüyor.

Bilindiği gibi, tüm anlamlandırmaların artık bilgisayar yazılımı ve donanımı üzerinden inşa edildiği bir dönemde; toplumsal bedenlerimizin, sosyal yaşam ve ilişki tarzlarımızın merkezine dijital dünya yerleşmiş görünmektedir. Bunun bir sonucu olarak dijital teknolojilerin artık bizi “insan” yapan temel bileşenlerden biri haline geldiğini söylemek abartı olmayacaktır (Kara, 2017: 9). Dijital teknolojiye yüklenen bu anlam, her aygıtta olduğu gibi, bize bazı şeyleri dayatmaktadır. Çünkü her teknoloji, sadece teknik anlam içermez; beraberinde bazı değer ve biçimler de getirir. Bu değer ve biçimler de, bazı değerleri yıpratır ve zamanla ortadan kaldırır.

Değerlerin yerine başka değerlerin ikame edilmesiyle ilgili olarak dijital teknolojiler ve mahremiyet ilişkisi gösterilebilir. Çünkü bugün, bizim mahallede bile, mahremiyet ilkesinin giderek zedelendiğine,  şeffaf bir yaşam tarzının benimsendiğine şahit oluyoruz. Sınırları vurgulaması bakımından burada kullandığımız “duvar” kavramı, mahremiyet açısından temel işlev görebilir.

Korunmasız sınırlar

Duvarlar sınırlarımızı belirler. Evimizin duvarları sadece rüzgâra, sıcağa veya soğuğa karşı bizi koruyan yapılardan ibaret değildir, aynı zamanda bizim için mahremiyet alanıdır. Sınırlarımızı korurlar. Bu alana kimin girip girmeyeceğine, ölçülerimizle karar veririz. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğütler veriliyor.” (Nur, 27) ayeti bu ölçüleri göstermesi bakımından burada hatırlanması gereken bir ayettir.

Barbarosoğlu’nun belirttiği gibi, evlerin tarihi, aynı zamanda sosyal hayatın da tarihidir. Ev, insanın hem diğer insanlarla hem de tabiatla arasına koyduğu mesafedir. Başın üzerinde bir dam yok iken, rüzgârın ve yağmurun, davetsiz misafir hükmünde her an insanla birlikte olması kaçınılmazdır.  Ancak evin inşa edilişiyle birlikte “istenmeyenler” evin dışında tutulabilir. Yani ev, sadece tabiat olaylarının etkisinden korunmaya yönelik bir mekan değil, aynı zamanda daha da önemlisi, sosyal mesafenin başlangıcıdır (Barbarosoğlu, 2015: 77).

Cahiliye dönemiyle İslam’ın ilk yıllarında insanlar birbirlerinin evine girerken “iyi sabahlar”, “iyi akşamlar” gibi iltifat ifadeleri kullanmakla birlikte bu konularda muaşeret kurallarına yeterince önem verilmiyor, baskın yapar gibi evlere dalanlar oluyor; sık sık rahatsız edici, hatta utanç verici durumlarla karşılaşıyordu. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (sas)’in hadislerinde evlere girerken izin isteme ve izin verme konularında özel hükümler getirilmiş; böylece meskenlerin mahremiyeti ve dokunulmazlığı, bireyin ve ailenin saygınlığı korunmak istenmiştir[1].

Bugün, dijital iletişim teknolojilerinin kullanıma bağlı olarak mahremiyet alanımızı belirleyen, sınırlayan koruyan duvarlar yerine, bizi şeffaflaştıran camdan duvarlar örüyoruz. Her yeni iletişim teknolojisi bu duvarları iyice inceltiyor, gittikçe şeffaflaşıyoruz, mahremiyetimizi herkese açıyoruz. Üstelik, bunu doğrudan bir baskı ve yaptırıma tabi olmaksızın, kendi rızamızla yapıyoruz.  Byung-Chul Han “Şeffaflık Toplumu” kitabında şeffaflığın insanı camlaştırdığını söylemektedir. Böylelikle sınırsız özgürlük ve iletişim imkanları topyekûn kontrol ve gözetime dönüşmektedir. Sosyal medya da giderek toplumsallığı disiplin altına alan ve sömüren dijital panoptikonlara benzemektedir. Disipline edici toplumlarda panoptikonda bulunanlar daha etraflı bir gözetim amacıyla birbirlerinden yatılıtır ve aralarında konuşmalarına izin verilmez. Dijital panoptikonun sakinleriyle canlı bir iletişime girer ve kendi arzularıyla her şeylerini açık ederler. Bu şekilde de dijital panoptikonla aktif bir şekilde işbirliği yapmış olurlar (Han, 2017: 12).

Neden

Peki, dijital panoptikonlarla işbirliğini veya kendi rızamızla camdan duvarlar örme işlemini neden yapıyoruz? Milyonlarca insan, neden kendi hayatını, değerlerini, dini vecibelerini, ailesinin özel görüntülerini, yemeklerini, gülümseyen fotoğraflarını… kısacası mahremiyet dairesinde ne varsa bütün bunları neden göstermek için çaba içine giriyor? Neden, “Biri Bizi Gözetliyor” gibi ifsat programlarını aratırcasına “Herkesin Herkesi Gözetlediği” bir mecrayı kullanıyoruz?

Bu razı oluşun nedeni esasında enformasyon teknolojileriyle hayat tarzını biçimlendiren bir toplum içinde yaşamamızda yatmaktadır. İçinde yaşadığımız toplum, enformasyonun etkisine fazlasıyla açık bir toplumdur. Bu teknolojilerin etkisi, kitlelerin yeni teknolojilerin cazibesine karşı diyecek hiçbir sözlerinin bulunmamasından ve kitlelerin yeni teknolojileri değerlendirmeye, tahlil etmeye dönük hiçbir birikime sahip olmamasından kaynaklanır. Kendilerine sunulanı, sunum amaçlarına uygun bir bağlılıkla kabul eder ve onlara tartışmasız üstünlük atfederler. Yeni teknoloji ve imkânların onlarla birlikte gelen değer ve tutumların kolay kabul görmesinin nedeni de budur (Güneş, 2006: 19).

Kur’an-ı Kerim’de ölçülerimiz açıktır. Müslim erkek ve kadınlar olarak;

Mü’min erkeklerin de kadınların da gözlerini haramdan sakınmaları (Nur 30-31) gerektiğine; kulak, göz ve gönlün hepsinin yaptıklarından sorumlu olduğuna (İsra, 36); gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini Allah’ın bildiğine (Mü’min, 19); Rabbin her an gözetlediğine (Fecr, 14) iman ediyoruz. Bu imanın bir gereği olarak, amellerimizi de bu çerçevede belirlemeliyiz.  Sadece bu ayetler etrafında günümüzde ördüğümüz camdan duvarları değerlendirdiğimizde bile, istenen noktada olmadığımızı görmekteyiz.

 
[1] Kur’an Yolu Tefsiri, Nur Suresi 27. İçerik dijital ortamdan temin edilmişti. 

YAZAR HAKKINDA
Mustafa Özen
Mustafa Özen
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN