Abone Ol

Âlemin Ölümü

Âlemin Ölümü
“Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.”

İnsan bazen öyle mânâlı sözler söyler, öyle mânâlı sözler paylaşır ki kendisi bile o sözün tılsımında kâinatta neler olup bittiğini, hangi yarıklar açıp hangi fırtınalar kopardığını bilemez! Ne de olsa bilgi çağındayız; hikmetli sözler hikmetsiz kimselerin ellerinde, parmaklarının uçlarında. Önemli mi o bilginin değeri, önemli mi yaşantımızdaki ağırlığı, önemli mi kaç para (!) ettiği? Bu soruya dünyaya kazık dikeceğini zannedenlere inat, düşünce efkârında kendini yalnızlık sahiline atanlar için canı gönülden “önemli tâbi” diyoruz.

Kendimizi bulmak için öyle okuruz ya; ne okuduğumuzu bilmeden, hangi kıt’aya ayak basacağımızı hissetmeden. Öylece savrulur gideriz. Ancak böyle olmasa gerek, derin dalışlar. Bir kere der hikmet ehli, derin dalışlar önemli bir mihenk taşını önceler: “Denge”. Peki, ne âlâ da, neyin dengesi? Aynı kelimeler, cümleler gibi, aynı ben gibi, sen gibi, âdem gibi; ruh ile bedenin, iman/ilim ile amelin dengesi. Bu, hakikat peşinde koşanlar için mânâ ilmi ile lâfız ilmini dengelemek demektir; dengeli okumak, dengeli kavramak demektir.

Lâfız ilmiyle “önemli” olan, mânâ ilmiyle de “değerli” olan vazıh olur. İşte bu terazide düşünce dünyamızı gıdıklayan o vecizelerden biri kıblemize yöneltir bizi: “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.” İrfan mektebimiz kendine has yaklaşımıyla ilme öyle bir nazar etmiş ki, derinliği âleme de, âdeme de sadır olmuş. Âlem ile âdemin arasında; daha doğrusu âlemin de âdemin de vicdanında, içkinliğinde tüm ilişkilere “ilim” ve sahibi mutlaka atfen “Âlim” teveccüh etmiş.

İlim ile ilgili binlerce muazzam argüman olmasına rağmen insanın hilkatine ve şükre vurgu yapması bakımından meseleye Nahl Sûresi 78. âyet nazarında yaklaşmanın daha sarahatli olacağı kanaatindeyiz: “Sizi annelerinizin karnından Allâh çıkardı. Hiçbir şey bilmezdiniz. Ve size kulaklar, gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.”

İlmi, varlıkbilimsel bir yaklaşım ile ele alırsak, insanın âlemi algılamasında beş duyu organından özellikle ikisinin öne çıktığını görürüz: Birincisi kâinatı temaşa etmek sûretiyle gözler; ikincisi ise kâinatı hissetme bakımından kulaklar. Aslında insanın altıncı hissi dediğimiz bir de gönül gözü vardır ki bu üçüncüsüyle de algılama kavramaya, bilgi hakikate dönüşüverir. Bundan dolayı birisi için “gönül gözü açık” derken bilgiye değil hakikate atıfta bulunur, ona bilginin ötesinde sıfatlar takarız.

Âdemin hilkatini bilmek aslında âlimi de bir nevi tanımamızı sağlar. Ancak bu komplekse girmek konuyu fazlasıyla tavzih eder. Bundan dolayı israfa kaçmadan Hz. Âdem’in yaradılış fragmanlarına başlıklar olarak bakmanın ziyadeyi sağlayacağı kanaatindeyiz. Âdem; öğrenebilen [bilgi] (2/31), öğretebilen [aktarma] (2/33), bilgiyi kullanabilen [akıl] (2/35, 37) ve bilgiyi değerli kılabilen [ahlâk] (2/36) bir varlık olarak yaratılmıştır. Konumuz itibariyle bilgi, akıl ve ahlâk nitelemeleri imtihan için bir donanım olmasının yanında aynı zamanda ilmin de kaynağını teşkil etmektedir. Bunlardan hareketle diyebiliriz ki âlim; doğru bilgi kaynaklarına ulaşıp onu aktarabilen, bilgiyi aklı ile yönetebilen ve bunlardan elde edilen hâsılayı ahlâkı ile değerli kılabilen kimsedir.

Âlem boyutuyla devam edecek olursak aslında âlim, âleme bakmasını bilen kimse demektir. Bu noktada geleneksel tabirle “bakmak görmek değildir” dersek ayıp etmiş olmayız herhâlde. Çünkü bakmak var, bakmak var! Gördüğümüz renkler, şekiller ve derinlikler başka bir düzlemiyle karşımızda ham madde gibi durmaktadır. Ona şekil veren, mânâlı kılan işte bu âlimin ta kendisidir.

Bazen öylece yıldızlara bakıp gökyüzünü temaşa ederken nice bakışların da anlamsız olduğunu hissederiz. Bir yıldıza, gökyüzünde öylece duran, ışık saçan bir gök cismi diye bakmak nasipsizlikten başka bir şey değildir de nedir? Âlem bizim için yaratılmışken âlemi anlamamak aslında kendimizi anlamamaktır. Belki de unutkanlığımız düşüncemize vurmuştur, kim bilir! Düşünmez miyiz, akletmez miyiz, tefekkür etmez miyiz acep? Sorular basit ama cevapları bir garip. Bakarız ama görmeyi bilmeyiz vesselam. O koca âlem karşımızda dururda ne için veya nasıl bakacağımızı bilemeyiz. İşte âlim, insanın âleme yönelmesinde bir aracı gibidir; aynı göz gibi, kulak gibi. Göz olmadan cisimleri kavramak ne zordur, kulaklar olmadan âlemle iletişim kurmak ne zordur. Biz biçare iken âlim, gören gözümüz, işiten kulağımızdır oluverir. Bakmasını öğretir bize, dinlemesi gösterir. Bir aynaya bakar gibi âleme baktırır da gösteriverir kendimizi. Âdem de bir âlem ya, denkleştirir birbirimizi.

Âlem dediğimiz, ilimle var olur karşımızda. Gözler olmayınca insan nasıl kavrasın geleni, kulaklar olmayınca insan nasıl anlasın söyleneni. Zor ama hem de nasıl zor. Âlim, ilmi ile aslında insana mana katar. Âlim, ilmi ile insana yol açar; anlamlandırır kendisini, anlamlandırır âlemi.

Ben dediğin nedir ki? İlim, bize ışık göstermezse nasıl tanımlarız kendimizi, nasıl tanımlarız ben olmayanı, seni? Filhakika âlimin ölümü; ilmin yitirilmesi, idrâkin kaybedilmesidir. İnsan ilimle var kılınmıştır. İlim ona yük kılınmıştır. Sırtlanmıştır yükünü çıkmıştır el âlemine. İlim! İlim! Yani ben, yani sen, yani âlem. İlim olmayınca bakışlar mânâsız, sesler kifayetsizmiş meğer. Ontolojik var oluşumuz; ilme, mânâya katıksız bağlıymış meğer. Hem katıksız, hem de büsbütün ilimmişiz meğer.

Âlem nasıl ölürmüş anlamaya gayret. Âlem ilimsiz ölürmüş, mânâsız ölürmüş. “Ölü gibi adam” deriz ya, işte öyle bir şey oluverirmişiz. İlim bizim yitiğimiz, ilim bizim derdimizmiş meğer. Karşımdasın, görüyorum, duyuyorum, hissediyorum dediğimizde âlim dediğimiz içerlerde bir yerlerdeymiş meğer. Gönül dedik ya, gönül! Bunlar hep, mânâ ilminin marifetleri. Onun ilmi, âlime derece katar. Âlim demek, onu hafife almak oluverir. Marifete mazhar olmak, âleme bakmaktan öte sinede âlemleri birleştirivermekmiş meğer. Böylelikle denklemler çözülür, anlam derinleşir. Anlam bile anlam kazanır. Marifet ehli olur, ârif olur âdem, tarif olur âlem.

Âlimin ölümü âlemin ölümüdür; yani insanın kıyameti, cehaleti, anlamsızlığıdır. Âlimin ölümü gözlerin körleşmesi, kulakların sağırlaşması, gönüllerin çoraklaşmasıdır. Görmeden izlemek, duymadan konuşmak ne garip şey. Ölümüyüz yoksa ilimsiz mi? Fark eder mi acep! Ne deriz?

Ey ilim değ bana!

Ey marifet eğ beni!

YAZAR HAKKINDA
Yusuf Yalanız
Yusuf Yalanız
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN