Abone Ol

Adâlet Dairesi

Adâlet Dairesi
Adâlet dairesi iki terimden oluşan bir kavramdır. Adâlet kavramı, Arapça “adl” kökünden gelip bir şeyi yerli yerine koymak anlamına gelir. Her hakkı hak sahibine vermek ve aşırılığa karşı orta yolu benimsemek adâletin anlamlarındandır. İslâm’ın tevhit kavramından sonra insanlığa emrettiği en önemli ilke adâlettir. Sadece İslâm değil, kadim uygarlıklardan bu yana adâlet insanlığın temel prensibi olmuştur. Daire kavramı ise İslâm geleneğinde süreklilik ve kemâli ifade eder. İnsan topraktan gelmiştir ve toprağa gidecektir. Cennetten inen insanın Müslüman olarak gideceği nihaî nokta cennettir. Bu anlamda daire kavramının toplum-devlet ilişkisinde adâletten çıkıp adâlete dönmesi gerekliliğinden yola çıkmaktadır. Adâlet dairesi bu anlamlar üzerine oluşturulmuş ilkeler bütünüdür.

Adâlet dairesi kavramının kökenine baktığımız zaman Hint-İran geleneğine dayandığını görürüz. Sasani ve Helenistik dönemin izlerini taşıyan bu kavram, İslâm düşünce geleneği tarafından harmanlanmış ve geliştirilmiştir. Nihaî olarak Osmanlı yönetim sistemine dayanak teşkil eden sistemli bir yapıya dönüşmüştür. Osmanlı yönetim geleneğinde, adâletin merkezî bir konuma sahip olduğunu ifade eden bir ilke olarak yerini almıştır. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde, İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde, Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde ve daha birçok düşünce ve devlet adamının eserlerinde adâlet dairesine dair ifadeler yer almaktadır. Bu şekilde birçok İslâm âliminin gündemine giren adâlet dairesi kavramını Kınalızade Ali Efendi şöyle ifade etmiştir. 

1. Adldir mucib-i salâh-ı cihan (Dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve saadetini sağlayan adâlettir.)

2. Cihan bir bağdır dîvarı devlet ( Dünya bir bahçedir, duvarı ise devlet)

3. Devletin nâzımı şeriattır (Devletin nizamını kuran Allah kanunudur yani hukuk)

4. Şeriate olamaz hiç hâris illa mülk (Allah kanunu ancak saltanat ile korunur yani siyasi kurum)

5. Mülk zabt eylemez illa leşker (Otorite, Kudret, ancak ordu ile zaptedilir)

6. Leşkeri cem edemez illa mal (Ordu, ancak mal ile ayakta kalır yani iktisat)

7. Malı cem eyleyen raiyettir (Malı toplayan halktır)

8. Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl (Halkı idare altına ancak Cihan Padişah’ının adâleti alır.)

Bu metinde görüleceği üzere ülkenin/toplumun huzur ve saadetinin sağlanabilmesi ancak adâletle mümkündür. Adâlet devlet, hukuk, siyaset, ordu, iktisat ve halk arasındaki zincirleme ilişkilerde âdil olunduğu sürece ortaya yine adâlet çıkar. Bundan dolayı adâlet dairesine göre, adâlet hem sebep hem de sonuçtur. Çünkü adâlet olmadan saadet olmaz ve adâlet dairesindeki süreç olumlu bir şekilde yaşanmadan adâlet sağlanamaz. Bu metne adâlet dairesi olarak ifade edilmesi, adâletin hem sebep hem de sonuç olmasından kaynaklanıyor. Çünkü süreç başladığı yere yani adâlete geri dönüyor.       

Bir devlet yapılanmasının dört temel kurumu vardır. Bunlar, hukuk, siyaset, ordu ve ekonomidir. Devletin devlet olma vasfı bu kurumların hepsinin aynı anda varlığı ile alakalıdır. Adâlet dairesi, bu kurumların birbirleri ve toplumla olan ilişkisinin adâlete dayanması gerektiği üzerinden ortaya çıkmıştır. Böylece hukukta adâlet, siyasette adâlet ve ekonomide adâlet sağlanmış olur. Toplumun bütününde adâletin sağlanması için bu üç adâlet alanının da sağlanmış olması gerekir. Bunun için adâlet dairesi, bütün unsurları birbirine bağlayan bir adâlet anlayışı getirir.

Adâlet dairesinin temel tezi, adâletle başlayan nizamın adâletle bitmesi için bu kurumların üstüne düşen vazifelerini adâlet içerisinde yerine getirmesi gerekir.

Adâlet Dairesi ve Meşruiyet     

Adâlet dairesi, adâlet kavramının siyasî ve toplumsal hayatta olması gereken yerini çok güzel bir şekilde ifade ediyor. Çünkü adâlet fert, toplum ve devlet gerilimini uzlaştıran bir mahiyete sahiptir. Bu gerilimin uzlaştığı nokta meşruiyettir. O zaman adâletin meşruiyet ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Adâlet dairesi aslında meşruiyetin zeminini doğru bir yere oturtmak üzere sistematize edilmiştir. Günümüzde adâlet ile meşruiyet ilişkisi çok anlamlı gelmeyebilir. Çünkü günümüzde meşruiyetin farklı kaynakları vardır. Modern devletlerde güçler ayrılığı prensibi idarî sistemin temel belirleyici unsurudur. Güçler ayrılığı ile birlikte yasama, yürütme ve yargının meşruiyet kaynağı farklılaşmıştır. Yasama ve yürütmenin meşruiyetini belirleyen temel unsur ekseriyettir. Seçimlerle halk ekseriyeti, güven oylaması ile meclis ekseriyeti yasama ve yürütmenin meşruiyet kaynağıdır.

Yargı meşruiyetini temelde adâletten alıyor gibi gözükse de seküler hukuk sisteminde böyle değildir. Çünkü seküler hukuk sistemi aklın inşâ ettiği bir sistemdir ve temeldeki arayış adâlet değil, devletin bekası ya da çıkarların karşılıklı muhafazasıdır. Seküler hukukun merkezinde adâlet değil, hukuku inşâ eden erkin ideolojik örgüsü vardır. Sosyalist bir devlet yapılanmasında mutlak eşitlik üzerinden bir adâletsizlik devletin hukuk sistemini belirleyebilmektedir. Aynı şekilde kapitalist bir devlet yapılanmasında ise çıkar ve rekabete dayalı sınıfsal bir toplumsal yapının hukuk eliyle inşâ edilmesi ve korunması adâletsiz bir hukukî yapılanmanın göstergesidir. O zaman şunu diyebiliriz ki modern devlet yapılanmasında yargının kaynağı adâlet değil, kanunlardır. Kanunların adâleti bulma gibi bir gayreti olduğunu günümüz için pek söyleyemeyiz.

Adâlet tesis edilmesi gereken bir kavramdır. Adâlet dairesi de adâletin tesis edilebilmesi amacına dönük oluşturulmuştur. Ne yazık ki günümüzde adâletin tesis edilmesi mümkün gözükmemektedir. Artık adâlet talep edilebilir duruma geldi. Fakat adâleti talep etmek de zorlu ve sancılı bir süreci ifade ediyor. Çünkü günümüzde yaşanan toplum devlet gerilimi ulus devletin baskın karakteri gereği devlet lehine çözülüyor. Bundan dolayı toplumla devleti uzlaştıran adâlet kavramı devlet lehine rafa kaldırılıyor.

Günümüzde siyasî irade meşruiyet kaynaklarını sorgulayıp adâlet dairesi gibi bir ilkeyi yeniden gündemine almalıdır. İnsanlığın saadet bulması âdil bir nizamla mümkündür. O yüzden adâleti ihtiyarî olarak değerlendiremeyiz. Adâlet insanlığın mecburi müştereğidir. Adâlet siyasî erkin lütfedeceği bir kavram değildir. Siyasî iradenin varlığı, ancak adâletin tesis edilmesi ile mümkündür.

ÖNCEKİ YAZI ADÂLET
YAZAR HAKKINDA
Muhammet Esiroğlu
Muhammet Esiroğlu
YORUMLAR
İçeriğe ait yorum bulunmamaktadır.
YORUM YAPIN